Şefkat tokatlarını sevmeye başladım

Şefkat tokatlarını sevmeye başladım

Hekimoğlu İsmail, "Bizim hayatımızın başrolünde iman var" dedi

Risale Haber-Haber Merkezi

Hekimoğlu İsmail, şefkat tokatlarını sevmeye başladığını çünkü bu tokatların ahiretimizi kurtardığını söyledi.

Zaman'daki yazısında Allah ile kul arasında en sarsılmaz bağın ümit olduğunu ifade eden Hekimoğlu İsmail, "Bizim hayatımızın başrolünde iman var" dedi.

Yazısı şöyle:

Hayatımızın başrolünde “Her şeye gücü yeten” var…

Allah’ın rahmeti her yere yağan yağmur gibidir. Taşlar o rahmetten pay almıyor gibi görünse de yağan yağmurla o taşlar kum olur, kumlar ufalanır toprak olur; toprak gibi bir şeyden her şeyi yaratan Allah’tır. Böylece yağmur, taşlar, sert kayalar için de rahmet olur. Rahmetten nasibini almayacak hiçbir şey yoktur.

Herkes bir şekilde nasibini buluyor amma “Ben Allah’ın rahmetinden çok uzağım!” diye düşünmek, içinde bulunduğu problemi büyütmektir. Allah’ın en büyük rahmeti İslamiyet’tir. Rahmetten pay alamıyorum diyen, Kur’an’ın bir emrine uysa rahmetten pay alır. Tembelliğe, acizliğe, düşmanlığa, günahlarına tövbe etse; kısacası terk ettiği her haramla rahmetten pay alır. Nefsin esiri olmadığımız her hadise, rahmetten pay almak demektir. Çünkü evvela dünyamızı sonra ahiretimizi cennet eder.

Amma bazıları Allah’ın rahmetini uzaklarda arıyor… Gözünü bir şeye dikiyor, sadece onu istiyor. Olmayınca da “Ben Allah’ın rahmetinden uzağım!” diyor. İnsan her konuyu kendi hisleriyle, mantığıyla ölçmeye kalksa yanlış yerlere varır. Rahman Suresi’nde buyrulmuş ki, “Rabb’inizin hangi nimetini inkâr edebilirsiniz?” Sahip olduğumuz nimetleri, imkânları düşünsek, bizden daha kötü durumda olan nice insanların halini görsek, anlasak işte o zaman deriz ki, “Allah’ım! Verdiğin bunca nimetlere nâmütenahi şükürler olsun… Ben bunları hak edecek bir şey yapmadım. Sen bunları rahmetinle bana ikram ettin.”

Dâhiliye doktoru bir arkadaşımla sohbet ederken, hatırasını anlatmıştı: Bir hasta gelmiş. Şikâyetlerini anlatmış. Bizim doktor arkadaş da reçeteyi yazmış uzatmış; “bunu suya koy iç.” Adam bunu yanlış anlamış. Eczaneye gidip ilaç alacağına eve gidip reçete kâğıdını bir bardak suya koyup içmiş, sonra da “iyileştim” demiş. Tekrar doktora gelip, “Doktor bey, verdiğin reçete bana çok iyi geldi. Suyu içer içmez kendime geldim.” Bunu bana anlatan doktor arkadaşım dedi ki, “İlaç, bana iyi gelecek, diye içilen ilaç faydalı oluyor. İlacın faydasına inanmazsa hiçbir ilaç, hiçbir doktor o hastaya fayda vermez. İyileşmek istemeyen hastalarım var. İşte bunların tedavisi uzun sürüyor…”  O zaman anladım ki, elmayı anlatmak başka, elmanın tadını almak başka. İslamiyet’in nasıl bir bahçe olduğunu o bahçede gezen anlıyor. İnsan hayatının her safhasında farklı problemler yaşayabilir amma bu dertlerin dermanı İslamiyet’te bulunur. Yeter ki insan, “iyileşmek” istesin… Elinde olmayanlara değil, şükretmesi gereken imkânlarına odaklansın…

Kendi hayatıma baktığımda görüyorum ki, neyi sevdim, neyi çok istediysem Allah elimden aldı! Pek çok şey kursağımda kaldı amma Allah’a olan güvenim asla sarsılmadı. Çünkü kime gidersem gideyim, O’ndan daha çok güvenebileceğim birini bulamadım, bulamam da… Sonunda şefkat tokatlarını sevmeye başladım; çünkü bu tokatlar ahiretimizi kurtarır.

Allah ile kul arasında en sarsılmaz bağ, ümittir. “Allah’ım beni her türlü felaketin ateşinden koru, kurtar.” Bizim hayatımızın başrolünde “iman” var. “Her şeye gücü yeten” var. Elhamdülillah…

O zaman diyebilir miyiz ki, rahmet benden çok uzak…