Ahmet NAS
‘Selam’ diyebilmek
Hiç tanımadığınız biri, size ‘merhaba’ dediğinde neler hissedersiniz?
Bir sıcaklık mı?
Bir güven hissi mi?
‘Bu da kim?’ diyerek bir irkilme mi hissedersiniz yoksa?
‘Maalesef’ diyerek üçüncü şıkkın daha yaygın olduğunu söylemeliyim.
Soruyu bir de şöyle değiştirelim: Hiç tanımadığınız biri, size merhaba
dediğinde, onun selamına karşı, siz de hemen ‘merhaba’ diyerek cevaplar mısınız?
Eğer cevabınız ‘hayır’ ise, yine karşılıklı bir güven sorunu yaşamaktayız demektir.
Bunun en önemli nedeni, aramızdaki iletişimin kopuk olması. İletişim kopuk olduğundan dolayı, size selam veren birisinin, size vermek istediği mesajı algılayamıyor ve karşılayamıyorsunuz.
‘Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır’ sözünü hatırlayalım.
‘İnsanın, konuşan bir hayvan olduğu’ felsefecilerin icat ettiği bir söz olmasına rağmen,
insanın konuşarak anlaşabilen bir varlık olduğunu ifade etmesi bakımından önemlidir.
Halbuki, insanların anlaşabilmesi için, konuşmasının dışında, hayvanlardan çok farklı ve zengin yönleri vardır.
Bu farklılıklar, Allah vergisidir. Verileni değiştiremeyiz. Ama verileni paylaşabiliriz.
‘Dillerimiz, renklerimiz, O’nun ayetlerindendir.’
Paylaşmanın dili, konuşmaktır. Konuşmak ve paylaşmak için, birbirimize güvenmemiz lazım.
Güvenin olmadığı yerde, kim, neyini paylaşır ki? Kim kime selam verir ki?
Selam, selm, selim, teslim, islam, müsalemet, müslüman gibi kelimelerin hepsi aynı kökten geliyor.
Selam’ın sözlük anlamında da güvenlik, emniyet, barış, esenlik, teselli ve itimat gibi anlamlar vardır.
Yani baştaki sorumuza dönersek, biri, size selam verdiğinde size şöyle demiş oluyor:
‘Benden size zarar gelmez, benden emin olabilirsiniz’
Öyle ise bize selam veren biri, ‘benden emin olabilirsin’ diyerek bize selam veriyorsa,
biz de ‘bizden de sana zarar gelmez, bizden de emin olabilirsiniz’ diyerek selamına karşılık mutlaka bir selam vermemiz gerekmez mi?
Ayrıca, selamın içinde dua da vardır. ‘Allah’ın selamı üzerinize olsun’ manasını da içinde barındırır.
Öyle ise, selamı verince, dua ediyoruz aynı zamanda. Öyle ise, size selam vererek dua eden bir kimseye, selam ile mukabelede bulunmak, selamın şanına layıktır.
Hatta, bir topluluğa selam vererek girdiğinizde, oradakiler, sizin selamınızı almasına rağmen, içinizde bir hala bir sıkıntı hissedebiliyorsunuz. Bu yüzden, ‘birisi, bir meclise girdiğinde, selam verdiğinde, onun selamına mukabil, siz de onun selamını aldıktan sonra, ona ‘merhaba’ deyiniz mealindeki hadis, bizim ‘selam’ kültürümüzün temelidir. Bu yüzden, bir müslümanın, diğer müslüman üzerindeki haklarından bir tanesi de,
verildiğinde selamı almak gerektiğidir. Bu yüzden, ‘selamı vermek sünnet, selamı almak farz’ olarak kabul edilmektedir.
Bir hadis-i şerifte, müslüman şöyle tarif edilmektedir: ‘Müslüman, diğer müslümanların/insanların, onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.’
Öyle ise, müslüman, güven veren, diğer insanların kendisinden zarar görmediği kimsedir. Eğer, diğer insanlar, sizden şüphe ediyorsa, güven vermiyorsanız, güven tazelemeniz gerekir.
Eğer diliniz selam verip, eliniz başkasını acıtıyorsa, siz, güvenilmez birisisiniz.
Eğer diliniz, selam verip, sonra da eliniz başkasının hakkını gaspediyorsa, eliniz, dilinize muhalefet etmiş olur.
Eğer, diliniz önce selam verip, sonra da dedikodu yapıyorsa, insanlar size nasıl güvensin?
Eğer dilinizle selamlaşma, sadece bir adetin yerine getirilmesine hizmet ediyorsa, siz nasıl barışa hizmet edebilirsiniz ki?
Eğer diliniz, selam verip, ‘hepimiz kardeşiz’ deyip, sonra da bazı kardeşlerinizi, diğer kardeşlerinizden üstün tutuyorsanız, siz, nasıl güven verebilirsiniz ki?
Eğer dilleriniz ve renkleriniz, O’nun ayetlerinden ise, neden dillerinizi ve renklerinizi barışa değil, savaşa hizmet ettiriyorsunuz?
‘‘İbarelerimiz, farklı da olsa da O’nun güzelliği birdir. İbarelerimizin farklılığı, O’nun birliğinin işaretleridir.’’
Farklılıklarımız, O’nun zenginliğindendir. Zenginlik, bizim benliğimizde değil, O’nun zenginliğini anlamamızdadır.
Modern insan, birbirinden kopuk yaşayan adacıklar gibidir.
Adacıklar, biribiriyle köprülerle bağlandığı gibi, insanlar da birbiriyle ‘selam köprüleri’ aracılığı ile bağlanabilmeli.
Birbirimize verdiğimiz selamları ise, sadece selam deyip geçmemeli. Sadece kuru bir şekilde ve alışkanlık olarak ‘meraba’ da dememeli.
Birine selam verdiğimizde, gözlerimizin içi gülmeli, selamı alan da kendisine verilen bu sıcak mesajı alıp, tebessümle sıcak bir şekilde karşılamalı.
Selamımızın, bizi esenlik, güvenlik ve kardeşlik adasına ulaştıracağını da unutmamalı. ‘Bir müslüman, kendisi için istediğini, kardeşi için istemedikçe, hakkıyla iman etmiş olmaz’ düsturunu da hatırdan çıkarmamalı.
İslamiyet, selm ve müsalemet dinidir, barış dinidir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerimde, ‘sulh, barış daha hayırlıdır’ (Nisa, 128) ayeti geçmektedir.
Ama, İslamiyeti, ‘savaş dini’ gibi gören batılılar kadar bizlerin de kabahati vardır.
Eğer bu gün, müslüman olmayanların, müslümanlara güveni yoksa, bunda müslüman olmayanların olduğu kadar, müslümanların da kabahati vardır. Yani, çuvaldızı kendimize, iğneyi başkasına batırmalıyız. Zira, bir kısım müslümanlar, kendilerinin barışçı olarak görülmemesi için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.
Müslümanların çoğu, barıştan yana, güven telkin eden olmasına rağmen, sayıları ne kadar az da olsa savaş yanlısı müslümanlar, İslamiyetin, bir savaş dini olarak algılanmasına yardım etmektedirler. Oysa ki, yukarıdaki hadislerde de görüldüğü gibi,
Müslüman, diğer insanların, ondan emin olduğu kimsedir. Ve bu ‘emin’ olma vasfını, müslümanlar, her selam verişlerinde tekrarlarlar: ‘Selamun aleyküm’, ‘we aleküm selam.’ Aslında, müslümanlar, her selam verdiklerinde, barışa ve güvenliğe bir çağrı da yapmaktadırlar.
Selam, bir çağrıdır aynı zamanda. Müslümanın, diğer insanları, barışa, kardeşliğe, huzura, esenliğe çağrısıdır.
Ama önce, müslümanın, selim olmalı, güvenilir olmalı, teslim olmalı, temiz olmalı.
Serkeşlikten, zulümden, haksızlıktan, gıybetten, başkasının hakkını yemekten, yeryüzünde böbürlenerek yürümekten, nifaktan, fasıklıktan arınmalı.
Melekler de bu şekildeki insanlara şöyle seslenir: ‘Selamün aleyküm, artık tertemizsiniz, o, sonsuzluk cennetine girebilirsiniz.’ (Zumer, 73)
Bir müslüman, bütün yeryüzüne şöyle haykırabilmelidir:
‘Benden emin olabilirsiniz, Allah’ın selamı üzerinizde olsun ey Allahın kulları!’
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.