Mustafa ÖZCAN
Seyidler cemaatiyle buluşma
Daha önce de seyyidler cemaati namıyla anılan kesimle ilgili değinilerde bulunmuş ve bir makale yazmıştım (https://www.risalehaber.com/seyyidler-cemaati-kimlerdir-ve-nerelerdedir-8158yy.htm ). Tekrar aynı konuya dönüşümü haklı kılan nedenler var. Tevafuklar zinciri sonucunda peş peşe seyyidler cemaatinin bazı fertleriyle mülaki oldum ve buluştum. Bu buluşmalar bana bu yazıyı ilham etti. Seyyidler cemaatinin özelliği aslında ahirzamanda Mehdi’nin muzahirleri ve destekçileri olmasıdır. İbni Haldun Mehdi’nin zuhuruna işkilli ve inkaralud bir mesele olarak yaklaşmıştır. Mehdi’yi dolaylı olarak reddetmesinin nedeni Mehdi-i Fatimi’nin asabiyetinin seyyidler topluluğuna dayanmasıdır. Mehdi'nin asabiyetsiz (şahs-ı manevisiz) olmayacağına inanıyor ve onun asabiyetinin de dağıldığına kani idi. Onların İslam aleminde ve toplum içinde dağınık vaziyette olmaları nedeniyle içtimalarının ve bir araya gelmelerinin zorluğuna ve hatta imkansızlığına inanmasıdır. İbni Haldun meslek olarak mekaniktir ve değişim ve dönüşüm sebepleri arasında manevi amilleri ve dinamikleri saymaz ve hesaba katmaz. Bundan dolayı da Mehdi meselesini inkara meyletmiştir. Bu onun yönteminin ve tezinin bir sonucudur.
Bediüzzaman ise seyyidler topluluğunun asabiyetinden ve birleştiriciliğinden bahseder, onlar Mehdi ve misyonunun parçasıdırlar. İbni Haldun’un imkansız gördüğünü Bediüzzaman imkan dahilinde ve dairesinde görür. Bediüzzaman bu hususta şöyle der: “O seyyidler cemaati Hz. İbrahimin soyundan gelenler gibi bir vaziyet almışlar. Bütün hayırlı işlerin başında onlar var. Bütün zaman ve asırların önemli hadiselerine o nuranî zatlar kumandanlık etmişler/diyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki, (o kadar çoklar ki) o kumandanların toplamı muazzam bir ordu teşkil eder. Eğer maddî şekle girip bir dayanışma ile bir fırka (ordu/bölük) vaziyetini alsalar ve İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz. İşte, o pek kesretli o muktedir ordu, Hz. Peygamberin neslinden gelen seyyidlerdir ve Hazret-i Mehdînin en has ordusudur.”
Gelelim seyyidler topluluğu ile mülaki olmaya. Dostumuz Mustafa Güven’le birlikte cuma sonrasında (14 Mart 2014) Şirinevler Ulu Camii’ye doğru giderken Başakşehir’deki bir etkinlik vesilesiyle eski tanışıklığımızı yeniden aktif hale getirdiğimiz Mehmet Emin Haksever’den bir telefon aldım ve beni ziyarete geldiklerini söylüyordu. Daha önce seyyidlerle tanışma ve buluşma meselesinden bahsetmiştik ama henüz randevulaşmamıştık. Durum emri vaki suretinde gelişince biraz şaşırdım ve evde olmadığımı ama arzu ederlerse Ulu Camii’de ve çay ocağında buluşabileceğimizi söyledim. Rotalarını Ulu Cami’ye doğru değiştirdiklerini ve yolda olduklarını bildirdi. Onları beklerken çay ocağında arkadaşlarla hasbihal ettik. Önce Mehmet Emin Haksever Bey içeriye girdi ve ardından gelen Muhammed Mahmut el Kadiri Bey’i takdim etti. Zinde ve dinamik bir görünümü vardı. Yanında ciğerparesi Cevad ismindeki oğlu da bulunuyordu. Atalarının bazısının ismi de Bakır. Belli ki Ehl-i Beyt mensubu olmalarının nişanelerinden birisi de Bakır ve Cevad gibi isimler almalarıdır. Molla Ramazan ve Buti ailesi gibi vaktiyle şapka devrimi gibi devrimler nedeniyle tahte’l hat yani sınırın altına geçmişler.
Şimdi ise Suriye’den tersine göçle yine ata yadigarı ve diyarı topraklara avdet etmişler. Mardin’den Kamışlı’ya geçmişler, Kamışla’dan da yine ters göçle eski yurtlarına dönmüşler. İmam Nevevi ve Şah-ı Geylani ve Kur’an hikmeti üzerine ya da Kur’an cüzlerinin hikmet dilimleri üzerine kitaplar kaleme almış. Belli ki Abdulkadir Geylani’ye meftun ve kabrini iki defa ziyaret etmiş. Ben de bir defa nasip olduğunu anlattım. Sohbetimizin akışı özellikle Şah-ı Geylani ve hakkında kaleme aldığı kitabı üzerine temerküz etti ve yoğunlaştı. Geylani ile ilgili kitabı deneme veya ön baskı şeklinde bir iki yüz adet basılmış. Günümüzde yine Geylani’nin torunlarından olan Ebu’l Hasan en Nedevi Ricalü’d da’ve (Davet Adamları, Kayıhan Yayınları) serisinde Geylani’den bahsetmiş bulunuyor. Keza yine Geylani ailesinden Macid Arsan Geylani, Hakeza Zehare Cilu Salahaddin Hekeza Adet’l Kuds ( Salahaddin Nesli Böyle Zuhur Etti ve Kudüs Böyle Geri Alındı) kitabında Geylani’nin ıslahçı ve siyasi rolünden bahsetmekte ve müdellel bir biçimde Nureddin Zengi-Salahaddin Eyyübi’nin manevi zemininin hazırlayıcılarından olduğuna temas etmektedir. Keza Libyalı meşhur yazarlardan Muhammed Ali Sallabi de bazı eserlerinde Geylani hakkında geniş analizler yapmış ve bu analizleri müstakil bir kitap olarak da basılmıştır. Muhammed Mahmud el Kadiri Bey yazmış olduğu yeni kitabın bütün bu anılan kitaplardan daha fazla analiz ve bilgi yüklü ve farklı yönleri olduğunu anlattı. Elbette Şah-ı Geylani büyük sufidir ve onun yanında alim ve hukukçudur ve onun ötesinde büyük ıslahçılardan birisidir. Çığır açan şahsiyetlerdendir. Bundan dolayı cezbe kaynağı ve vesilesidir. Benim Abdulkadir Geylani hazretlerine yönelik ilgim Muhammed Mahmut el Kadiri Bey’in de dikkatini çekti. Nedenini ve kaynağını sordu. Küçüklükten çevremden ve okumalarımdan edindiğimi söyledim. Bizzat hizmetleri ve mazhar oldukları inkişaf benim de olmak üzere herkesin ilgi nedenidir. Bu gibi zevat İslam’ın hucceti sayılırlar. Dolayısıyla müminlerin muhabbetini hak ederler. Geylani'nin en önemli vasfı müteşerri sufi olmasıdır.
Ulu Camii haziresinde ve çay ocağında hoş bir sohbet oldu. Akşam ve yatsı namazlarını İbrahim Erdöl hocanın arkasında eda ettik. Mahdum Fahrulislam vasıtasıyla İbrahim Erdöl hocayı da sohbete çağırdım. Lütfedip teşrif ettiler ve güzel bir sohbet oldu. Yatsıdan sonra vedalaştık ve davet üzerine Hatm-ı Hacegan dersine katılmak üzere İsmail Dilben Bey’in evine doğru gitmek üzere yola çıktık. Sabahtan kahvaltı yapmadan çıkmıştım ve İmam Buhari Eğitim ve Araştırma Vakfından arkadaşların dürüm ısmarlamaları üzerine kısmen açlığımızı bastırmıştık. Ulu Camii çıkışından sora Şirinevler Meydanına doğru giderken seyyar kokoreççiye rastladık ve mutadım olmadığı halde Fahri’ye iki yarım kokoreç almasını tembihledim. Ulu orta yiyemeyeceğimiz için de bir tenha mekan aradık ve sessiz ve ıssız bir sokağa daldık. Orada sanki bizim için kurulmuş bir masa vardı. Masada oturduk ve akabinde ayran kutularını atmak için çöp konteynerine yönelmişken arkadan ‘ hocam, hocam’ diye kuvvetli bir sesle irkildik. Karanlık sokakta bu sesin sahibi bize doğru yaklaşmaya başladı. Adam yaklaştı ve kendisini takdim etti. Diyarbakır’lı seyyidlerden birisi olduğunu söyledi ve özellikle televizyonda Suriye ile ilgili konuşmalarımı ilgiyle takip ettiğini aktardı. Cuma günü kısmetimiz seyyidlerden açılmıştı ve kendisine yarım saat kadar önce başka seyyidlerle sohbetten kalktığımızı anlattım. Onlarla tanışmak istediğini söyledi. Ben de kendisine Mehmet Emin Haksever Bey’in telefonunu verdim.
Hatm-ı Hacegan dersine gittiğimizde ise arkadaşları aralarında kokoreç sohbeti yaparken bulduk. Ben de onlara az önceki hadise üzerinden kokorecin kerametini anlattım.
Bu tevafuklardan sonra üçüncü tevafuk ise Pazar günü TRT Türkiye kanalında gerçekleşti. Ali Muhyiddin Karadaği öteden beri tanıştığımız alim zatlardan birisidir. Yusuf Karadavi’nin yardımcılarından. Iraklı Kürtlerden ve Kırmancı dili konuşuyor. Benden önceki halkaya katılacaktı. Programa girmeden Kanal’daki arkadaşlar ve İsam Nacih’in de hazır bulunduğu bir ortamda sohbet ettik. Bize çok manidar şeyler anlattı. Programda da tarihi Kürt-Türk birliğinden bahsetti ve ırkçılığın rahnelerini anlattı. Ama benim için en önemlisi seyyid olduğunu deklare etmesiydi. Müslüman Alimler Birliği’nde Karadavi’nin yardımcısı ve kurulun en aktif üyesi. Bu kadar tevafuktan sonra aklıma meselenin hikmetiyle ilgili şu düşünce geldi: Galiba seyyidler cemaatinin himmet vakti geliyor. Seyyidlerin dönemi geliyor. Seyyidler tecdit dönemlerin görevlileri ve ümmetin rehberleri ve köprüsüdürler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.