Ahmet Nebil SOYER
Şeyyad Hamza
Edebiyatımız İslami temaları anlatan birçok şair ve yazar ile dolu ama gariptir ki bu metinler adeta ayıklanmış ortaya inançsız ve laik denen belalı metinler çıkarılmış. Perde arkasında garip bir ihanet ekibi herşeyi tahrib etmiş, elli yıldan fazladır muhafazakar iktidarlar yeni bir yapılanma ile sınıfa girememiştir. Kimliksizlikten öğrencinin kafasında onu yönlendirecek bir portre yok. Ne batı, ne doğu, ne yerli, ne milli. Yazık. Nur talebelerinin kültürel meşguliyetleri yok, o kadar yapacak şey var ama gayret ve irade yok.
Hayatı hakkında pek bilgimiz olmayan Şeyyad Hamza‘nın Akşehir’de Nasrettin Hoca Mezarlığında “Aslı Hatun Binti Şeyyad Hamza“ yazılı bir mezar taşından aslı adında bir kızı olduğu ve Akşehir, Sivrihisar taraflarında yaşadığı sanılmaktadır. Şiirlerinden İslam kültürü ve tasavvufun inceliklerini kavramış, Arap ve Fars kültürünü bilen bir mutasavvıf olduğu görülmektedir. (Murat Yüksel)
Şeyyâd Hamza ile ilgili bilgilerimiz bugün için sınırlıdır. Yazardan ilk kez söz eden Fuad Köprülü olmuştur. Köprülü'ye göre Şeyyâd Hamza bir 13. yy. şairidir: "Hacı Kemal'in, hattâ tezkirelerde bile adları geçmeyen en eski Anadolu şâirlerinin de eserlerini içine alan meşhur Câmiü'n-Nezâir'inde Şeyyad Hamza adlı bir şâirin basit bir lisan ve ibtidâî bir arûz ile yazdığı tasavvufî-ahlâkî bir şiiri vardır ki dil, mevzu', nazım şekli bakımından eski bir eser olduğunu açıkça gösterir. Tezkirelerde ve hâl tercemesi kitaplarında hiç ismi geçmeyen bu adam hakkında Lâmi'î'nin Lâtâ'if'inde mevcut bir rivâyet onu, Nasrettin Hoca ile çağdaş, kerâmet gösteren bir mutasavvıf olarak bildirmektedir. Nasretttin Hoca'nın H. 683 (M. 1284-85)'de öldüğünü göz önüne alacak olursak (Fuad Köprülü, Nasrettin Hoca, İst. 1918, s. 3 v.d.); Şeyyad Hamza'nın da XIII. yüzyıl şahsiyetlerinden olduğunu iddia edebiliriz. Esâsen eserinin mâhiyeti de bunu kuvvetlendirmektedir."
Görüldüğü gibi, Fuad Köprülü'nün Şeyyâd Hamza'yı 13. yy. şairi olarak görmesinin tek nedeni Bursalı Lâmi'î Çelebi [ö. 1529]'nin Letâ'if'inde geçen iki Nasrettin Hoca fıkrasında Şeyyâd Hamza ile Nasrettin Hoca'nın aynı çağda yaşamış kişiler olarak geçmesidir. Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisini yayımlayan Dehri Dilçin de aynı görüştedir: "Şeyyad Hamzanın hal tercümesi hakkında, şimdilik, esaslı hiçbir bilgimiz yoktur. Ancak Bursalı Lâmii'nin, Letaifinde kaydettiği bir fıkradan onun, Nasrettin Hoca ile çağdaş olduğu anlaşılıyor. Bu fıkra her bakımdan Nasrettin Hoca'nın lâtifeleriyle okşaşır bir şekilde olmadığı gibi Şeyyad Hamza'ya yakışan tarafı da yoktur. Bununla beraber lâtifedeki konuşma şekline bakılırsa Şeyyad Hamzanın o çağlarda epeyce yaşlı bir adam olduğunu seziklemek mümkündür. Gerek bu seziye, gerek Nasrettin Hoca'nın (683-1284) ölümü hakkındaki rivayete dayanarak Şeyyad Hamza'nın da XIII. asır ortalarında yaşamış olduğunu oranlamak ve böyle kabul etmek icabeder."
Daha sonraki araştırıcılar da, genellikle, Fuad Köprülü'yü tekrar etmişlerdir. Şairin 13. yüzyılda değil fakat 14. yüzyılda yaşadığı gerçeği, sağlam kanıtlarla, ilk kez Metin AKAR tarafından ortaya konmuştur.
Millî Kütüphane'de bulunan 3772 numaralı yazmada Şeyyâd Hamza'nın veba salgını üzerine 50 beyitlik bir kasidesi vardır. Kendi kızı da veba salgınında ölmüş olan yazar, burada 48. beyitte h. 747 (m. 1348) tarihini verir. Dolayısıyla onun 14. yüzyılın birinci yarısında hayatta olduğu ortaya çıkar. Söz konusu veba salgını, 1345-1353 arasında insanlığı kırıp geçiren "Kara Veba"dır, Anadolu'ya girdiği yıl 1348'dir.
Şiirlerinden başka Yusuf ile Züleyha isimli bir mesnevisi ve Destan-ı Sultan Mahmut isminde bir başka eseri de vardır.
Nat-ı Şerif
Senin ışkun kamu derde devadur ya Resullallah…
Aşk kelimesi çok geniş bir boyutta kullanılmaktadır, aşkın bir çok tarifi ve uygulaması edep ve etik değildir, tasavvufta da çok kullanılır. Beşeri aşka da ilahi aşka da aynı kelime ile varılır. Resulullaha olan sevginin müşahhas anlatımı Bediüzzaman’da netleşir o Sünnet-i Seniyye risalesinde peygambere nasıl ittiba edilir, bunun aklı kalbi ve fiili izahını yapar. ”Kul in küntüm tuhibbunallahe fettebiunu yühbibükümullah” ayeti de, Allah kendisine olan sevginin ancak habibine olan ittiba ile gerçekleşeceğini söyler. Bütün dini ibadetler ve yasaklar peygamberin hayatıdır. Bediüzzaman eserlerinde Resulullah’a ait çok bahisler anlatmıştır, nübüvvetin gereği ve Peygamberimize has olan yanı ile birlikte, 350 kadar mucizesini de anlatır. Ayrıcı modern bir biyografi tarzında 19. Söz de onun hayatını icmal eder, açılımı bir koca kitap olur ve Bediüzzaman’ın konu icmalinde ne kadar harika olduğunu gösterir. Bunun yanında nübüvvet kurumunun gerekliliğini felsefi boyutta da anlatır. Peygamber Allah’ın ışığıdır, nasıl güneş ışıksız görünmezse Allah da nübüvvet ışığı ile görülür. Ayrıca bir büyük sanat külliyesinin bir sanat felsefecisiyle bir sanat uzmanı ile anlatılması gibi kainatın da insanlara onların anlayacağı şekilde bir peygamberle anlatılması gerektiğini belirtir.
Şeyyad Hamza’nın bu nat-ı şerifi Peygamberimizin bir kalbi ve akli biyografisidir.
Senin katında hacetler revadur ya Resullalallah
Senin nurun gören gözler ne ay gözler ne yıldızlar
Nurundan gice gündüzler ziyadur ya Resullallah
Teründen açılır güller sözünden şehd ü şekerler
Senünle hastagönüller şifadur ya Resullallah
Habibsin padişahlara tabibsin derd ü ahlara
Şefaatin günahkara atadur ya Resullallah
Ay u güneş yedi yıldız seni öğer kamu dümdüz
Senin sözünden ayruk söz hatadur ya Resullallah
Hased kılur sana iblis zihi ahmak olur telbis
Seni sevdigiyçün İdris aladur ya Resullallah
Ururlar nevbetin daim bu beş vakti sünnetin kaim
Şeyyad Hamza burada namazı nöbete benzetir, insanlar günde beş vakit camiye gidip nöbetlerini tutarlar, onun en büyük sünneti ancak bu camiiye gitmekle sabit olur. Namazı nevbete benzetmesi çok anlamlıdır ve din ancak kaim olan sünneti olan namazla canlılık kazanır. Bediüzzaman da ibadet ve namaz üzerinde durur her boyutunu namazın zenginleştirir, namazın her rüknünü doldurmak için büyük bir fikri çaba sarfeder, özellikle namazın efalini doldurur.
Gelürse hanuna her kim saladur ya Resullallah
Mugaylanlar harir geydi beriyyeler abir oldu
Senin cefalarun derdi vefadur ya Resullallah
Satıldı Yusuf-ı Kenan inen az nesneye pinhan
Seni görmek bana bin can bahadur ya Resullallah
Davud eğninde hilatun Halil Hanında nimetün
Musa elinde ibretün asadur Ya Resullallah
Mübarek türbesi yerde dolu nur ile perverde
Veli ruhun feleklerde ayandur ya Resullallah
Sakusun Kabe-i Zemzem hemişe kaim-i muhkem
Hızır ümmetine her dem sakadur ya Resullallah
Şeyyad Hamza ol Şahdan diler kim kurtula ahdan
Seni medh etmek Allah’tam atadur ya Resullallah
Nat-ı Şerif gayet kalbi ve hassas bir ruhtan tezahür etmiştir, okurken şairin derinliği hissedilir. Annem veliyullah bir hanımdı onun defle Şeyyad’ın bir gazelini söylediğini duymuştum. İlk defa Fuzuli’nin Beni candan usandırdı gazelini de ondan duymuştum. Aşk ve coşku idi rahmetli eline defi aldı mı günahları defeder. Erzurum’un müridanı- Nakşibendisini cezbeye getirirdi. Geçti gitti birkaç günlük fasıldı. Her eve gittiğimde Kırkıncı Hoca “anana söyle bana dua etsin“ derdi. Erzurum iki mezar Kırkıncı Hoca ve Rüveyde Hoca, yıkıldı başımıza baca.
Ne Yatursen Eyâ Gâfil
Ne yatursen eyâ gâfil gözün aç gör bu erkânı
Haka irmek diler isen okı âyât-ı Kur’ân’ı
Eger okıyasen Kur’ân, bulasen derdüne dermân
Özüni komagıl gâfil uyan iste bu dermânı
Dimegil kim benem server var imdi hâcene yalvar
Eğer diler isen rehber kıla cânuma îmânı
Kime kim nasîbi değdi elini dünyâdan çekdi
Kelîmüm diyüben öğdi Çeleb Musî bir ‘Umrânı
Sekiz uçmak yidi tamu bizim içün durur kamu
Sen ona sığın iy ‘âmû ki virür mahlûka cânı
Şular kim dünyâdan geçdi âhiret şerbetin içdi
Hidâyet kapusın açdı okur dâ’imâ Kur’ân’ı
Şehenşâh-ı zamân oldur ki virür mahlûka canı
Anun ‘aşkı nûrı birle görürüz cinn ü insânı
Diler isen Şeyâd Hamza kıla Hakk cânunı râhat
Sana dünyâ ola ‘ibret gel a terk it bu vîrânı
Bu şiir insanlara nasıl Kur’an okumayı emreder özendirir. Şeyyad hürmet amiz bir insan Allah şefaatine mazhar etsin felaket asrının mecununlarını.
Şeyyad Hamza
Yusuf ile Züleyha mesnevileri üzerine çalıştım, bunların içinde Süleyman Demirel‘de Şeyyad Hamza üzerine çalışan bir ilim adamının kitabından faydalandım, daha doğrusu okudum, karşılaştırmalı bir eser ortaya koydum, onu bir romana dönüştürdüm. Yayınlamayı düşünüyorum. İşte Dehri Dilçin’in çalıştığı bu mesnevi Şeyyad Hamza’nındır. Hamdullah Hamdi’ninki kadar kapsamlı değil ama ana hatlarıyla vaka örgüsünü içine alıyor,
Türk Dil Kurumu Kitaplığında A/301'de kayıtlı bulunan Kitâb-ı Güzîde'nin içinde yer alan Yûsuf ve Zelîhâ mesnevisi Dehri Dilçin tarafından yayımlanmıştı.
Kudretli bir hükümdarla yoksul bir dervişi, başka bir deyişle, madde ile manayı karşılaştırarak sonunda nefsine hükmetmesini bilen dervişi varlık ve ihtişam içindeki sultandan üstün göstermeye çalıştığı Dâstan-i Sultân Mahmûd mesnevisi ise Sâdettin BULUÇ tarafından yayımlanmıştır. Tek nüshası bulunan eser, aruzun "fâ'ilâtün fâ'ilâtün fâ'ilât" ölçüsüyle yazılmıştır. Büyük bir olasılıkla 16. yy.ın ikinci yarısında istinsah edilmiştir.
Şeyyâd Hamza'nın bu iki eseri dışında İstanbul Umumi Kütüphanesi, numara 5782'de kayıtlı Câmi'u 'n-nazâ'ir'de bulunan bir manzumesi, başka iki manzumesi, Anadolu Türkçesinden farklı bir Türkçe ile yazılmış bir manzumesi, iki gazeli, Bursa Umumi Kütüphanesi, numara 882'de kayıtlı 52 yapraklı bir şiir mecmuasındaki beş manzumesi, ölüm konusunun işlendiği 12 dörtlükten oluşan lirik bir şiiri ve Millî Kütüphane'de, numara 3772'de kayıtlı 50 beyitlik bir kasidesi tespit edilmiştir.
Garip olan Thomas Mann gibi bir Avrupalı Alman Yazar Yusuf ile Züleyhayı üç çilt romana dönüştürmüş bizim çok sayıda Klasik edebiyat hocamız var ama ses yok, hala klasik edebiyatta vezin kafiye anlatılır, imaj bile yok.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.