Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Tanrı (!)  var mı,  yok mu?

Ertuğrul Özkök, Dan Brown’la, Ekim 2017’lerde Frankfurt’ta Villa Kennedy Oteli’nin bir odasında “Başlangıç”ı yani diğer ifade tarzı ile Tanrı var mı yok mu’yu konuştuklarını yazdı…

Bu konu hâlâ güncelliğini koruyor, herkesi ilgilendirmeye devam ediyor. Hatta bu ilgilenme, Özkök ve Dan Brown yok iken de bütün şiddetiyle vardı denebilir. Üniversite de branşım icabı destanlar üzerinde çok durduk.

Destanlar çok ilginçtir ki insanoğlunu çok ilgilendiren, aklen, kalben bir türlü kurtulamadığı, onu çok uzun süre etkileyen meselelerde oluşabiliyor. Marmara bölgesinde binlerce insanı öldüren, hala bazı eserleri ibret heykelleri gibi ortada duran deprem, bize çok tesir etmiş gibi görünüyorsa da bir destan meydana getiremedi! Fakat ne gariptir ki bütün milletlerin Yaratılış Destanı var! Bizim Yaratılış Destanımız da İslamiyet’e bayraktar olmadan önce teşekkül ettiğinden çok gülünçtür… N.Sami Banarlı hoca onu “Tanrı Kayra han vardı, yeryüzünü sular kaplamıştı, tanrının canı sıkıldı, suyun üzerinde bir kadın silüeti belirdi, tanrıya “yarat” dedi, o da yarattı” diye özetliyor. Gülünç… Ama tarihin ilk zamanlarında teşekkül eden bu yaratılış manasının destan meydana getirmesi, insanı çok meşgul edip, ta ruhundan etkilediğinin de delili. Bütün milletlerin de yaratılış destanları var. Bu da aynı zamanda, çok etkilenme, asırlarca kalp ve aklı tesiri altında tutan bu Yaratılış mânâsının Özkök ve Dan Brown yok iken de bütün şiddetiyle akıl ve şuuruyla, en üstün varlık olan insanı ciddi meşgul ettiğini gösteriyor.

Sayın Özkök ve Dan Brown zahirî azametlerine uygun seviyede çok tereddütlü, hatta korkak bir tavır sergiliyor, ruhlarındaki karmaşayı perdeli, imalı bir tarzda söyleyebiliyorlar. Ancak biz pek çok insanda olan bu sıkıntılı hale vâkıf sayılırız. Hatta o şirkin kokusunu bile hissettiğimiz hallere bağlı, ruhların pek çok meylini, arzusunu da medeniyet (!) adı altında bütün güçleriyle her şeyde ortaya koyan perişan bir insanlıkla karşı karşıya olduğumuzun da bütün incelikleriyle farkındayız.

Kitapta iki kahraman varmış. Biri Edmond, “Tanrı yoktur. Dinler ölecektir” diyor, Öteki LangdonBelki vardır, dinler de ölmeyecek” fikrini öne sürüyor… Bizimkiler, kendi fikirlerini biraz da korkarak da olsa başkalarına söylettiriyorlar. Medeni (!) insan artık böyle konuşuyor… Birisine “daha açık fikirli, tartışmaya, konuşmaya daha yatkın”, diye taraftarlık gösterirken, güya diğerine de “ateist, insanın yaratılışı ile ilgili her türlü cevabın bulunduğuna inanıyor…” diye uzak duruyorlar. Ve “bütün sorularımıza verdiğimiz cevaplar bulunduğuna inanmıyorum” diyerek de yaratıcı hususunda, imanda, ne kadar kargaşa içinde olduklarını da itiraf ediyorlar. Hem üzüldüm, hem acıdım…

-Tanrı vardır diyemem.
-Ama yoktur da diyemem
.
-Tanrı’nın var olduğunu destekleyen bilimsel kanıtlar yok.
-
Ama duygusal olarak… Bizden daha büyük bir varlığın bulunmadığını söyleyemem.”

İşte bu aya gidilen, bütün dünyanın bir köy gibi küçülüp iletişimin modern cihaz ve vasıtalarla herkesi bir arada yaşayanlar haline çıkardığı bu medeni dünyada ruh halimiz maalesef böyle…

Beyler, hangi ilim ve mantıkla failsiz fiil var diyebilirsiniz? Bizleri bir stadyuma çağırsalar, ortaya bir damla çamurlu su koysalar… O süratle kalıp, fırın, usta olmadan tuğlaya dönüşse, o tuğla da ilmin tabiriyle mitoz bir bölünme yaşayıp acele olarak ikinci bir tuğla oluştursa, yeni oluşan tuğlalar da hızla mitoz bölünme denen o ismin altına sığınarak, bölünerek üç beş bin adete ulaşsalar… Belli bir sayıya ulaşınca, usta olmadan, üst üste bir görünmeyen plana bağlı olarak hikmetle döşenseler, bazı tuğlalar bu dizilen tuğlaların aralarında harç oluştursa, şâkül olmadan, usta görünmeden, tuğlalar, o gizli mimarî harika planın sınırlarında dizilirken, bazı tuğlalar da bütün vasıflarıyla güçlü koruyucu bir sıvaya dönüşüverse, bazı tuğlalar çimentoya, bazıları uygun ölçülerde demirlere dönüşüp, uygun tarzda etriye sıklaştırmasıyla uygun kıvrımlarla oluşup birbirine kenetlense, bazı tuğlaların ağaç veya plastik halde pencereleri, camları meydana getirişini müşahede etsek... Hatta bazı tuğlalar elektrik boru ve tellerini, bazıları ise su boru ve musluklarını lavabolarıyla birlikte sihir gibi gözümüzün önünde ortaya çıkarsa… Seyredenlerin hayret ve hatta dehşetle feryat edip, bunalıma gireceklerini düşünüyorum. Fakat kimse böyle bir olaya inanmaz!

Ben ise iddia ediyorum. Vallahi, billahi bütün çekirdek ve yumurtalarda, rahimlerde, dal ve yapraklarda aynen böyle oluyor. Böyle müthiş mucizeli bir yaratılış asırlardır devam ediyor. 10 üzeri 79 atom bütün varlıkların en hassas ölçülerle, hikmet ve maslahata da riayet ederek mutlak bir ilim, sınırsız bir kudret, her şeye hükmeden bir irade ile kainatı meydana getiriyor gibi görünüyor.

Ama henüz elektron mikroskobuyla bile bu atom denen çok ama çok küçük şeyin içini gören yok!!! Manisa’da cambalik, meşe, bilya denen küçük yuvarlak nesneler gibi elektron, proton ve nötrondan oluştuğu sanılan (!) bu şeyin elektron ve çekirdekteki proton ve nötron arasındaki boşluk alınabilse dünyanın bir küçük kaşık içine sığacak kadar az bir maddeden oluştuğu ilim tarafından söyleniyor. O kadar da az bir şey! Yetmiyor, bir de filan kanun ile bu küçücük, hala da görmeye muvaffak olamadığımız şey saniyede milyonlarca kez enerjiye dönüşüp yok oluyor, sonra tekrar maddeye bürünüp arz-ı endâm ediyor deniyorsa varın siz düşünün artık. Bizim dünyamızda elbette ilim hakim. Ama mantığı da yanında bulundurarak!

Ayrıca şimdilerde bu görünmeyen ve ezeliyet atfedilen şey de parçalandı. Elinizdeki kal’a yer ile yeksan oldu. Artık sığınacak yeriniz de kalmadı. Elliye yakın alt madde bulundu, bulunmaya devam ediyor. Bediüzzaman’ı dinleyin, siz eninde sonunda Esir maddesine, temel yapıtaşına da ulaşacak, esir denen muvazzaf şeyin sadece emre itaat ederek nasıl bir büyük Zatın icraatına nezaret ettiğini gözlerinizle de göreceksiniz. Acele edip Rabbimizi fennin tespitlerinden, siz de görün. İki cihan saadetine taşıyan prensiplerine yani dinine uyun, mesut olun. İnanın o lüks otellerde çektiğiniz viskiler ruhunuzu, akıl ve kalbinizi huzura kavuşturamaz.

Hem “Tanrı’nın var olduğunu destekleyen bilimsel kanıtlar yok” gibi büyük yalanları utanmadan büyük (!) gazetelerde söylemeye kalkmayın. Iğdır Üniversitesinde üçüncüsü yapılan “Yaratılış Kongresi’ne” gidip ilim ve fenler Tanrı’nın (!) var olduğunu destekliyor mu, desteklemiyor mu bir dinleyin. (Tabi ki sizin tabirinizle Tanrı, ilah anlamında; bize göre daha doğru bir tabirle Allah denmeli o Yaratıcıya.) Hem de bizim ülkemizin ilim adamlarından, sahalarında otorite olduğunu devletimizin tastik edip, ilmi unvan verdiği bizim içimizden olan yüksek şahsiyetlerden dinleyin.

Biz sayın Özkök ve röportaj yaptığını söylediği zatın efkarına anadoludaki sıradan bir mümin olarak itirazlarımızı birkaç makale ile sürdüreceğiz, o beyler gibi pek çok insanın zihinlerindeki kaosu yok etmeye çalışacağız efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum