Sihirbazlar, secde edici kimseler olarak yere kapandılar
Ayet meali
Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), A'râf Sûresi 103-122. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
103-Sonra onların ardından Mûsâ’yı mu‘cizelerimizle Fir‘avun’a ve (kavminin) ileri gelenlerine gönderdik de onlara (o mu‘cizelere olan inkârlarıyla nefislerine) zulmettiler. Fakat bak fesad çıkaranların âkıbeti nasıl oldu!(*)
104-İşte Mûsâ dedi ki: “Ey Fir‘avun! Şübhesiz ki ben, âlemlerin Rabbi tarafından (gönderilmiş) bir peygamberim!”
105-“Bana düşen, Allah’a karşı haktan başka bir şey söylemememdir! Şübhesiz ki size Rabbinizden apaçık bir delil (bir mu‘cize) getirdim; artık İsrâiloğullarını benimle berâber gönder!”
106-(Fir‘avun) dedi ki: “Eğer bir delil getirdiysen (ve) doğru söyleyenlerden isen haydi onu getir!”
107-Bunun üzerine (Mûsâ) asâsını (yere) bıraktı. Bir de baktılar ki, o, apaçık bir ejderhâ!(**)
108-Ve elini (koynundan) çıkardı, bir de ne görsünler, o da bakanlara bembeyaz (nûr saçan bir el)!
109-Fir‘avun’un kavminden ileri gelenler dedi ki: “Hakikaten bu, gayet bilgin bir sihirbazdır!”
110-“Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.” (Fir‘avun:) “Öyle ise ne buyurursunuz?” (dedi).
111, 112-(Onlar da:) “Onu ve kardeşini (Hârûn’u) beklet ve şehirlere toplayıcılar gönder! Bütün bilgin sihirbazları sana getirsinler!” dediler.
113-Nihâyet (bütün usta ve mâhir) sihirbazlar Fir‘avun’a geldiler: “Eğer galib gelenler biz olursak, doğrusu bize gerçekten bir mükâfât var (değil mi?)” dediler.
114-(Fir‘avun:) “Evet, hem elbette siz, kesinlikle (bana) yakın kılınanlardan olacaksınız” dedi.
115-(Sihirbazlar:) “Ey Mûsâ! (Hünerini ortaya) atacak mısın, yoksa (önce) atanlar biz mi olalım?” dediler.
116-(Mûsâ:) “Siz atın!” dedi. Artık ne zaman ki (onlar hünerlerini ortaya) attılar, insanların gözlerini büyülediler; onlara korku saldılar ve büyük bir sihir (meydana) getirdiler.
117-Derken (biz de) Mûsâ’ya: “Asânı (yere) bırak!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki, o, (onların) uydurmakta oldukları şeyleri yutuyor!
118-Böylece hakikat ortaya çıktı ve yapmakta oldukları şeyler (sihirler) boşa gitti.
119-Artık orada mağlûb oldular ve (kendilerini üstün görüyorlar iken) küçük düşen kimselere döndüler.
120-Ve (bu mu‘cizenin aslâ bir sihir olmadığını anlayan) sihirbazlar, (hep birden) secde edici kimseler olarak atıl(ıp yere kapan)dılar.(***)
121, 122-“Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!” dediler.
(*)“Sırât-ı müstakīm ehli olan peygamberlere binler vâkıâtta (hâdiselerde) istimdadlarına (yardım istediklerinde) hârika bir tarzda gaybî (görünmez yerden) imdad gelmesi ve o peygamberlerin istedikleri aynen verilmesi ve düşmanları olan münkirlere (inkârcılara) yüzer hâdisâtta aynı zamanda gazab gelmesi ve semâvî musîbet başlarına inmesi kat‘î ve şeksiz (şübhesiz) gösterir ki, bu kâinâtın ve içindeki nev‘-i beşerin (insanlığın) Hakîm (sonsuz hikmetli olan) ve Âdil (adâletli) ve Muhsin (ihsân edici) ve Kerîm (ikrâm edici) ve Azîz (izzetli) ve Kahhâr (kahredici) bir Mutasarrıfı (idârecisi) ve bir Rabbi var ki, Nûh ve İbrâhîm ve Mûsâ ve Hûd ve Sâlih (Aleyhimüsselâm) gibi çok nebîlere, pek hârika bir sûrette târihî ve geniş hâdiselerle muzafferiyet ve necatları (kurtuluşları) vermiş. Ve Semûd ve Âd ve Fir‘avun kavimleri gibi çok zâlimlere ve münkirlere (inkârcılara) dahi, peygamberlerine isyanlarına mukābil dünyada dahi bir cezâ olarak, başlarına dehşetli semâvî musîbetler indirmiş.” (Şuâ‘lar, 15. Şuâ‘, 579)
(**)İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyete göre, Mûsâ Aleyhisselâm asâsını yere bırakınca asâsı, ağzını açmış büyük bir ejderhâ oldu ve sür‘atle Fir‘avun’a doğru hareket etti. Ejderhânın kendisine doğru geldiğini gören Fir‘avun, derhâl tahtından atladı ve ona mâni‘ olması için Mûsâ Aleyhisselâm’a yalvarmaya başladı. Bunun üzerine Mûsâ Aleyhisselâm onu eline alınca, tekrar eski hâline döndü. (Celâleyn Şerhi, c. 3, 85)
(***)“Kasas-ı Kur’âniyeden (Kur’ân’daki kıssalardan) kıssa-i Mûsâ Aleyhisselâm, âdetâ Asâ-yı Mûsâ Aleyhisselâm (Mûsâ Aleyhisselâm’ın asâsı) gibi binler fâideleri var.
O kıssada (hikâyede), hem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı, teskin ve tesellî, hem küffârı (kâfirleri) tehdid, hem münâfıkları takbih (kötüleme), hem yahudileri tevbih (azarlama) gibi çok makāsıdı (maksadları), pek çok vücûhu (yönleri) vardır. Onun için sûrelerde tekrâr edilmiştir. Her yerde bütün maksadları ifâde ile berâber yalnız birisi maksûd-ı bizzât (asıl maksad) olur, diğerleri ona tâbi‘ kalırlar.” (Zülfikār, 25. Söz, 27)