Senai DEMİRCİ
‘Sinek’
Adı üzerinde, Kur’an ‘Kerim’dir. Belki öylesine ağzımızdan çıkan bu sözün anlamıyla, yaşadığım sayısız olay üzerinden tanıştığımı sanıyorum. Kur’ân ikram eder, sürprizler yapar, iltifat eder, hiç umulmadık sevinçler bahşeder.
Bu Ramazan’da bir iftar sofrasında tanıştığım bir kardeşim, Almanya’nın Münih şehrinin Erding semtinde yaşadığını söyleyince, “Ah!” ederek, Kur’ân’ın birkaç yıl önceki bir ikramını anlatmıştım.
Uzun uçak yolculuğu boyunca, tek bir ayetin anlamı üzerinde düşünüp durmuştum. “Hac Suresi’ndendi” dedim Almanyalı misafirimize, “sinekten bahsediyordu!” Sonradan bir Alman üniversitesinde, iyi bilinen bir hukuk profesörü olduğunu öğrendiğim misafirim tebessüm etti, “73. ayet!” dedi ve sanki benim sormamı bekliyormuş gibi okudu: “… daufuttalibu ve’l matlub!” Erding’in karlı sokaklarında elimde mushafla dolaşırken tefekkür ettiğim ayetin son cümlesi bu: “İsteyen zayıf; istenen de!”
Ayetin hiç bitmeyen anlamı kalbimde kuşlar gibi yeniden kanatlandı. Doğru ya, insan sürekli talip durumunda ve sürekli bir matlubu var. Aldığı nefesi izleyen nefesin talibi. Yaşadığı ân’ın bir sonraki ân’ı, matlubu. Nefesi isteyen insan aciz, istediği nefes de aciz.
Ertesi gün, genç bir annenin endişeli mesajını aldım. “Hocam, n’olur dua edin!” diyordu, “çocuğumun ateşini üç gündür düşüremedik.” Oğlunun ateşinin gözle görülmez, tartıya gelmez bir virüsten kaynaklandığını meslek icabı bilen hekim anneye, Erding hatırası bu ayeti okumasını tavsiye ettim. Ayette ‘sinek’ diye verilen misal, sadece sinekler olamazdı, küçümsediğimiz her şey isteyenin ve istenenin acizliğinin şahidi olmalıydı. An’dan an’a geçerken, akşamı sabah ederken, nefes alıp verirken, bir yudum suyu içerken ‘konuşan’ ayetti. O kadar ki bildiğimizi sandığımız, zaten yapıyor olduğumuzu sandığımız her işte ayetin sesi duyuluyordu. Ben ve genç anne ‘doktoruz biz!’ diye, eh, biraz da tekebbüre heveslendiğimiz yerde, sinekten de küçük virüsün tüm huzurumuzu alıp götürdüğünü görmüştük.
Ayetin “Siz ey insanlık, bir misal veriliyor size, şimdi dinleyin…” uyarısını taze bir heyecanla duyma sınavındaydık virüsleri küçümseyen iki meslektaş olarak: “... iyi dinleyin ki, Allah dışında yalvarıp yakardığınız o varlıkların hiç biri, bir sinek bile yaratamazlar; bu iş için hepsi bir araya toplansa dahi... Dahası, eğer ‘sinek’ kendilerinden bir şey kapıp kaçacak olsa, ondan onu dahi geri alamazlar: (zira) almak isteyen de aciz, kendisinden alınmak istenen de.”
Birkaç saat sonra telefonuma “doktor anne”nin mesajı düştü: “O halde ben de derim ki ‘Acizim, aciz olanı istemem!” Duru bir kalp, annelik şefkatiyle titrerken, harika bir Kur’ân talebesinin yıllar öncesinden bize ulaşan sesini duymuştu ayetin göğünde:
O vakit anladım ki Üstad Said Nursî, vahyin hep akıp duran nehrinden taze bir heyecanla yudumladığını, bedeli ödenmiş, hayata dokunarak doğrulanmış sesler olarak duyuruyor bize. Meğer o meşhur söz yumağı, Hac Suresi’nin bu ayetinin kozasında örülmüş:
“Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahman'a teslim eyledim, gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim."
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.