
Şahin DOĞAN
Sinek seyredemez asumanı
Sınırlılık, biz fanilerin mümeyyiz vasfı daha doğrusu alınyazısı. Yaratılmış olmak, bir başına sınırlı olmaktır zaten. Aciz olduğunu zımnen itiraf etmektir. Ama bu sınırlılık bir manada sınırsızlığı kavramanın bir ipucu, bir ölçüsü. Bir şeyi anlamak için ona bir hat çekmek gerekiyor: Gece için gündüz, aydınlık için karanlık, güzel için çirkin, iyi için kötü birer sınırdır, birer hattır. Onlar, onlarsız anlaşılamaz.
“Sinek seyredemez asumanı” (Lemaat)
Ne mu’ciz, ne anlamlı, ne derin, ne arifane bir söz! Birçok felsefenin, marifetin ve hikmetin ana rahmi kuşatıcı bir söz. Birçok mahrem mananın açığa çıkması için kıvılcım niteliğinde bir söz.
Önce açılımını yapmaya çalışalım yani öğelerine ayıralım:
Üç kelime: Sinek. Seyir. Asuman.
Sinek: Hayvanların en küçüklerinden, cismiyle değil gözüyle görüyor yani ifadedeki ince atıf sineğin kendisine değil, görme melekesine sahip olan o küçücük, minnacık gözüne. Sineğin gözü vücudunun yüzde biri kadar belki.
Seyir: Manalı ve derin bakış. Bir şeyin inceliklerine, güzelliklerine, ihtişamına, görkemine, nerde başlayıp nerde bittiğine, anlam katmanlarına doğru yapılan manalı ve derin bakış. Seyirde düşünme var, keyif var, hüzün var, keder var, sevinç var, ritim var, musiki var… Sineğin ise bu yüce vasıflardan yoksun olduğu izahtan vareste.
Asuman: Yedi katmanlı gökyüzü. İçinde milyonlarca gök cisminin hareket ettiği sonsuz sanılan boşluk. İki milyarı aşkın galaksi ve her bir galaksinin içinde iki milyarı aşkın yıldız.
Düşüncemizi biraz daha derinleştirelim yani temsilden temessüle geçelim.
Sinek: Acizliğin, küçüklüğün, yetersizliğin, yetmezliğin, darlığın, yaratılmışlığın sembolü. Yani biz insanın. İnsan idrakinin. İnsan gözünün. Ubudiyet dairesinin.
Asuman: Gücün, kudretin, mutlaklığın, tamlığın, hakimiyetin, kuşatılamayanın sembolü. Yani Allah’ın. Kadir-i mutlak olanın. Mülkü ilahinin. Ezel ve ebedin. Rububiyet dairesinin.
İşte bir sineğin gökyüzünü tam manasıyla temaşası, ihatası ve kavraması ne kadar abes ise, sinek hükmünde olan insan aklının da manevi asuman olan Rububiyet dairesini tam anlamıyla temaşa ve ihata etmesi o nisbette abestir.
“Haddi aşanlardan olmayın”, diyor, aziz kitabımız Kuran-ı Kerim. Yani haddinizi bilin, kendi gerçekliğinizin dışına çıkmaya çalışmayın, sınırı zorlamayın, Bir sinek gibi koca asumanı kavrama ve anlama gayretkeşliğine yeltenmeyin, kul olduğunuzu, kusur olduğunuzu bilin! Aksi halde çok acınacak, zavallı ve gülünç bir duruma düşersiniz.
Şimdi de bir tanıklığa başvuralım:
“Yalnız başıma büyük bir mesele ile karşı karşıyayım, üstesinden gelemiyorum, çözemiyorum bunun için benim dışında benim cinsimden olmayın bir güce ihtiyacım var, bu durum ise beni kahrediyor.”
Bu samimi itiraflar, nihilist filozof Friedrich Nietzsche’ye ait. Kendi sınırlılığının farkında ve fakat kime iltica edeceği konusunda mütereddit. Zaten bütün hayatı bu tereddüdün acı bir hikayesi gibi.
Sadece O mu? Stefan Zwing, Hölderlin, Van Gogh, Pascal, Sartre, Camus… Hepsi aynı vahim hatanın içine düştüler. Kurbanı oldular daha doğrusu.
Bir sinek gibi gökyüzünü seyretmekte ısrar ettiler, üstelik sinek gibi aciz ve yetersiz olduklarını hem unuttular, hem de inkar ettiler. Yani yüce varlık karşısında mütevazi olmaya yanaşmadılar Zira yüce varlık karşısında mütevazi davranmayan, yani bütün muammaları kurcalama hevesiyle yola çıkanların sonu ya cinnet, ya intihar, ya da şifasız bir karamsarlık.
Hamiş:
“Günün birinde her şeyi anlama hevesine kapılan bir talip, arif mürşidini rahatsız etti. Bu mürşit bu sabırsız talibin elinden tutar uçsuz bucaksız bir deryanın yanına getirir. Eline bir tas verir ve ondan bütün deryayı bu tas içine sığıştırmasını ister.
Talip, şaşkınlıkla efendim ‘bu mümkün değil’ der. Bunun üzerine arif mürşit taşı gediğine koyar:
Evladım senin aklın bu tas gibi sınırlı, anlamaya heves ettiğin şerler ise bu derya gibi uçsuz bucaksız.
Ve sabırsız talip verilmek istenen dersi anlar o manasız hevesinden vazgeçer.”
“İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
hakikati talep ederken de haddini bilmek lazım. kul olduğunu unutmamak lazım.
Yanıtla (0) (0)hakikatı talep eden..müslümanlardan biri çıksa.bin yılda bir düşünerek!.asumandaki kudretin mucizeleri ve envarı harikalıklarını karşısısnda bırak keşif ve icat yaparak eşyayı hallaç pamuğu gibi dağıtma görevine soyunması.basit bir fikir denemesi yani diğer deyişle analiz yapsa. kavramlar arasında sentez kursa.hemen evliyaları ve şeyhleri uçarak devreye girerek.haddini bil.onun ilmine senin gücün yetmez. sinek gibi cürmünle boynundan büyük işler yapma. sen hem kulsun o kafan o kadar basmaz. hemde Onun mülkünde tarassut ederek güvensizliğini gösterme,ona isyan eden şakirtlerden olma durumuna düşersin diyerek ambalaj içine gizlice sokulan Allah sopasıyla dövülerek.müslüman garibin kainatı ele geçirecek enerjileri..daha eşyanın önünde yok ediliyor.aklı elinden alınarak hiç bir şey yapamaz hale getiriliyor..halbuki ortaya çıkan her akıl ister cerbeze ister hakikat olsun milyonlara ulaştığında Milli bir havuz olur. Milletin hazinesi olur. Kainatı çözen büyük bir anahtar görevi yapar.
Yanıtla (0) (0)Zeki kardeş sanırım makamları karıştıryorsunuz. İslam bililime, incelemeye kesinlikle karşı değil tam tersi teşvik eder. Yazıdaki incelik bence rububiyet alanıyla ubudiyet alanı arasındaki farkı gözetmeyen bazı nadanalr için.
Yanıtla (0) (0)