Sıradan adetler niyet ile ibadete çevrilir
Diyarbakır Kültür Merkezinde (DKM) yapılan, üniversite öğrencilerin katıldığı semineri bu hafta Eğitim Fakültesi öğrencisi Cengiz DEMİROK sundu.
Risale Haber - Haber Merkezi
İbadet konusunun ele alındığı seminerde İbadetin Tanımı, İbadette Niyet-nazar ve İhlas, İbadet ihtiyacımız gibi konulara değinildi.
İbadetin tanımıyla seminerine başlayan Demirok; İbadetin lügat anlamı; Kulluk etmek, itaat etmek, boyun eğmek, içten bağlanmak ve tevazu göstermek anlamlarına gelmektedir. Başka bir deyişle kişinin kendisinden yüksek ve üstün kabul ettiği bir kimseye ve bir güce karşı baş eğmesi, ona bağlanmaya razı olması, onun isteklerine direnmemesi, hükümlerini, karar ve yetkilerini içtenlikle tanıması ve kabul etmesi. Onun istediği şekilde kulluğunu gösteren davranış ve yerine getirmesi anlamlarına gelmektedir” dedi.
Zariyat süresi 56. Ayete Cenab-ı Hak: “Ben cinleri ve insanları ancak bana iman ve ibadet etsinler diye yarattım.” diyor. Fıtraten daimi bir hayat ve ebedi yaşamak isteyen insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi onu bu dünyaya gönderen Halıkını tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir. Ve o insanın fitri vazifesi ve görevi de, marifetullah ve iman-ı billahtır ve iz’an ve yakin ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir sözlerini aktaran Demirok, “Dini terminolojide ise ibadet; Allah’ın emirlerini yerine getirmek ve yasakladığı şeylerden uzak durmak anlamlarına gelir.” Risale-i Nur’da ibadetin manası ise şu şekilde tarif edilmektedir: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra ve ehl-i dalaletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin.”
İbadette Niyet-nazar ve İhlas
Sıradan adetlerin niyet ile ibadete çevrildiğini, ibadetlerimizi de günaha çevirebileceğini belirten Demirok, ”Niyet gibi nazar dahi fen ilimlerini ibadetlere çevirir. Derin bir tefekkürle Cenab-ı Hakkın Sani isminin tecellilerini görür ve “ne güzeldir” yerine “ne güzel yapmış” der. İhlas ise ibadetin ruhudur. İhlas yapılan ibadetlerin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.” dedi.
İbadet ihtiyacımız
“Cenab-ı Hakk'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'anda çok şiddet ve ısrar ile ibadeti terk edeni zecr edip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdid ediyor.” sorusunu değerlendiren Demirok, “Cenab-ı Hakkın bizim ibadetimize ihtiyacı yok, bizim ibadete ihtiyacımız var. Manen biz hastayız. Hastalığımızın ilacı da ibadettir. Nasıl ki şefkatli bir doktorun yanına gitsek ve hastalığımıza şifa olacak ilacı bize içirmeye ısrar etse ve bizde ona desek, “ senin ne ihtiyacın var bana böyle ısrar ediyorsun” o zaman ne kadar manasız konuşmuş oluruz.
Cehennemle bizi tehdit etmesinin sırlarından biri şu olabilir;
Küfür ve isyan Ceneb-ı Hakkın bütün esma ve sıfatlarına karşı bir zulüm bir tecavüz olduğundandır ki cenab-ı hak, ehl-i küfre böyle bir cezayı uygun görüyor.” dedi.
İbadet Çeşitleri
İbadetin üç temel şartı olduğunu söyleyen Demirok, “Başka bir deyişle ibadet edilebilmesi için üç şartın olması lazım
- Mabudun mevcut olması
- Mabudun vahit olması
- Mabudun ibadete istihkakı bulunması.
Ancak bu üç şartın bir araya gelmesinden sonra hakiki anlamda ibadet ortaya çıkar.
Risale-i Nur’da genel anlamda ibadetler iki şekilde ifade edilmiştir.
- Fıtri ibadetler: bütün mahlukatın yapmış olduğu ibadetlerdir.
- İhtiyari ibadetlerdir: iki kısma ayrılır. Birincisi Müsbet İbadetlerdir.(namaz, oruç, zekat, dua … vs) ikincisi Menfi İbadetlerdir.(hastalıklara, musibetlere karşı) menfi ibadetlerinin bir çeşidi de takvadır. Takva günahlardan ve yasaklardan kaçınma anlamına gelir. Bakara süresinde(21) “takva mertebesine erişesiniz” diye emrediyor. Demek yaptığımız ibadetle neticesinde takvanın mertebelerine çıkabiliyoruz. Mesela şirkten takva, büyük günahlara karşı takva…
Üçüncü sözde sağ yolda yolculuk eden neferin bir çantası ve silahı vardı. Misaldeki çanta, ibadet ve silahta takva idi. Bu temsilde de göründüğü gibi hem kendimizi hem de çantamızı haydutlara karşı muhafazamız ancak o silahımız ile olabilir. Demek takva bizim ibadetlerimizin kalkanı ve muhafazakârıdır.” dedi.
Kâinatta İbadet
Kâinatta bakıldığı vakit her yerde Cenab-ı Hakkın yarattığı mahlûkatı görmek mümkündür. Cenab-ı Hak her birisine ayrı ayrı görevler taksim etmiştir diyerek Kâinat-İbadet ilişkisine değinen Demirok, “Cenab-ı Hak Hac suresinin 18. ayetinde “Görmez misin ki, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu vardır ki, onlar üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor kılarsa, onu saadete kavuşturacak hiçbir kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.” Bu ayetin mana denizinden bir manası şu olabilir; eğer bir padişah bir saray yapacak olursa, o sarayın inşaatında dört çeşit amele çalıştırır.
Birinci kısım, ameleler padişahın memlûk ve köleleridir. Bunları ne maaşları ne de ücretleri var. Belki seyyidleri olan padişahlarının emriyle yerine getirdikleri her bir hizmet için, gayet latif bir zevk ve hoş bir şevk kazanırlar. Ve efendilerine sundukları her hizmetten sonra zevkleri ve şevkleri kat kat artar. Onlar o mukaddes Seyyidlerine olan bağlılıklarını büyük bir şeref olarak azlediyorlar ve manevi bir lezzet alıyorlar. Ücrete, rütbeye ve maaşa muhtaç değillerdir.
İşte bu temsilde geçen misal Cenab-ı Hakkın melaikeleridir. Meleklerde yükselme yoktur, makamları sabittir. Fakat işledikleri amellerde ve yaptıkları ibadette derecelerine göre feyiz alırlar. Nasıl ki biz su, hava, ışık ve gıda ile beslenip ondan lezzet alırız; öyle de melekler zikir, teşbih, hamd, ibadet, marifet ve muhabbetin nuruyla beslenip lezzet alıyorlar. Çünkü melekler nurdan yaratıldıkları için onlara nur kâfi gelir. Hatta nura yakın olan rayiha-i tayyibe yani Kur’an ve imana söylenen sözler onların gıdalarıdır.
İkinci kısım ameleler ise bazı âmî hizmetkarlardır. Niçin çalıştıklarını bilmiyorlar. Malik-i Zişan onları kendi fikrine ve ilmine göre çalıştırıyor. Ve onlara cüzi miktar bir ücret veriyor. O hizmetkarlar bilmiyorlar ki, yaptıkları işlerde ne derece külli gayeler ve maslahatlar bulunuyor. Hatta bazıları amellerinin yalnız o ücretten ibaret olduğunu sanıyorlar.
Bu saray-ı kâinatta geçen ikinci kısım ameleler hayvanlardır. Hizmetlerin neticesinde lezzet alıyorlar. Hayvanların cüz-i ihtiyarileri olduğundan amelleri “halisen livechillâh” olmuyor. Amellerinde nefislerine bir derece pay çıkarıyorlar. Onun için Malikü’l-Mülk-ü Zülcelal-i Velikram, kerim olduğundan onların nefislerine bir hisse vermek için amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor. Hayvanlar fiilerinde serbest oldukları için amellerinde lezzet alabileceği gibi elemde çekebilirler.
Üçüncü kısım, malikülmülkün bir kısım hayvanatı var. Onlar sarayın binasında bazı işlerde çalıştırıyor. Yalnız onlara bir yem veriyor. Onların da kabiliyetlerine uygun işlerde çalışmarı onlara bir lezzet veriyor. Bu ameleler kabiliyet ve yetenekleri nisbetinde işledikleri amellerinde bir lezzet alırlar. Bu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları yalnız yem ve lezzet-i maneviyedir.
Bu kısım ameleler, bitkiler ve cansız mahlûklardır. Bunları cüzz-i ihtiyarileri olmadığı için maaşları yoktur. Amelleri “halisen lilvechillah”tır ve Cenab-ı hakkın iradesiyle ve ismiyle ve havl ve kuvvetiyledir. Fakat bitkilerin gidişatından hissolunuyor ki, onların çoğalmasında, meyve vermesinde bir nevi lezzet var.
Bitkilerin maaşları olmadığı gibi, elem de çekmezler. Bunlar hizmetlerine cüz-i ihtiyarilerini dahil etmedikleri için, hizmetleri hayvanlara nisbeten daha mükemmel olunuyor.
Yeryüzünün tarlasında nebatatın herbir taifesi, lisan-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîm'den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: "Ya Rabbena! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim ve rûy-i arz mescidinin herbir köşesinde sana ibadet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında senin Esma-i Hüsnanın nakışlarını, senin bedî' ve antika san'atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahata iktidar ver." derler.
Dördüncü kısım ameleler ise, ne iş yaptığını, kendisinin ve diğer amelelerin kimin için çalıştığını biliyorlar. Seyyidleri olan Malik-ül Mülkün maksadının ne olduğunu, böyle mükemmel bir sarayı niçin inşa ettiklerini çok iyi biliyorlar. Farkındalıkları sayesinde diğer amelelere bir reislik ve gözetmenlik yapabilirler. Bunların derece ve rütbeleri olduğundan makamları nisbetinde bir maaş, bir ücret alıyorlar.
Bu kısım amele insandır. İnsan bir yönüyle melaikeye benzer, diğer bir yönüyle de hayvana benzer. “Melaikeye ubudiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde marifetin ihatasında, rububiyetin dellâllığı” cihetiyle benzer. Hatta onları geçebilir. Çünkü insan şer ve isteme duygusuna sahip olan nefsi sayesinde meleklerden daha fazla yükselebilir. Hem insan amellerinde nefsi için bir haz ve zatı için bir hisse aradığı yönüyle hayvana benzer. İnsan bu yönüyle de hayvandan daha aşağı düşebilir.
İşte insan külli bir niyetle bütün mahlukatın ibadetlerini Cenab-ı Hakka sunabilir.” dedi.
İbadetin Toplumsal Boyutu
“Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arz'ı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sair gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah'a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah'tan başka mabud ve hâlıkınız yoktur."(Bakara Süresi:21-22) ayetini aktaran Demirok ibadetin toplumsal boyutuyla ilgili şunları söyledi: “İnsan islami ve imani prensipler olan ibadeti yerine getirmekle meleke kazanır. Ancak o şekilde vicdani ve akli imanımızı terbiye edebiliriz. Aksi halde davranışlarımızda noksanlıklar olacaktır.
İbadet hem dünya ve ahiret saadetlerine bir vesile hem de insanı kemale ulaştıran bir vasıta hem de halık ve abd arasında pek yüksek ve şerefli bir bağdır.
Risale-i Nur’da ibadetin dünya saadetine vesile olduğunu gösteren cihetlere değinmeye çalışalım.
Birisi insanın hayvandan farklı olark pek çok istek ve arzuları vardır. İnsan en güzel en mükemmel en şirin şeyleri ister ve arzu eder. Bunlarla beraber mükemmel bir şekilde yaşamak ister.
Yeme, içme, barınma gibi ihtiyaçlarını tedarik etmek için de insanlarla teşrik-i mesai etmek zorundadır. İnanlar bu şekilde birbirine yardım eder ve ihtiyaçlarını karşılar.
Teşrik-i mesai ile beraber Sani olan Cenab-ı Hak insana kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye gibi kuvveler vermiştir. Cenab-ı Hak bu kuvvelere bir sınır koymamış ve serbestiyetliğini insanın cüzz-i iradesine bırakmıştır. İnsan da bunları gelişi güzel kullanırsa diğer insan ve mahlukata zulüm ve tecavüz eder.
İnsanlarda bu tecavüzleri önlemek için adaleti oluşturmaya çalışıyorlar. İnsanın aklı cüzi olduğundan, mutlak adalet için külli bir akla ihtiyaç duyar. Öyle külli bir akıl da ancak kanun ile olur o kanun da şeriattır.
Sonra da külli akıl sahibi zat şeriatı insanlara tebliğ etmek üzere bir merci gönderiyor. O merci de peygamberdir. Külli akıl sahibi O zat, o peygambere hem peygamberliğini ispatı için hem de şeriatının tebliği için mucizeler verir.
O peygamber de Cenab-ı Hakkın emir ve yasaklarını itaat ve inkıyat için Saniin büyüklüğünü zihinlerde tespite ihtiyaç vardır. O tespitte iman hakikatlerinin zihinlere yerleşmesi ile olur. O iman hakikatlerini devamı da sürekli tekrar ile olur. İşte bu da ibadet ile olur.
İkincisi İbadet, fikirleri Sâni'-i Hakîm'e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni'-i Hakîm'e olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san'at nakışlarıyla tebarüz eder.
Üçüncüsü bir santrale benzer. Bütün yaratılış prensiplerine, fıtrat ve cenab-ı hakkın kanunlarının şualarına bir merkezdir. Bundan dolayı insanın, o kanunlara sıkı sıkı bağlı olması ve irtibatını iyi olası lazımdır. Ancak o şekilde kainat deveranın da o yüklerin altından ezilmeden kalkar. Bu da ancak o kanunların emir ve yasaklarından ibaret olan ibadet ile olur.
Dörtüncüsü toplumsal hayatta insanlarla bir ilişki kurmak ve belli bir konuma gelmek için yani bir fert olmak için kanunlara uymak gerekir. İnsanın kanunlarına uymada böyle bir konuma geliniyorsa, eğer Cenab-ı Hakkın prensiplerine uyulduğunda fert yerine çok fertler hükmüne geçeriz. Yani pek çok hukuklar, haysiyetler bir ferde yüklenir. Eğer o insan emir ve yasaklara uymazsa bütün o vazifeleri çiğnemiş olur.
Beşincisi İnsan İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise sarsılmaz bir uhuvvete, hakikî bir muhabbete sebeb olur. Zâten heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.