Siyasallaşan bir Nurculuk ve İslamcılar koalisyon kurdu

Siyasallaşan bir Nurculuk ve İslamcılar koalisyon kurdu

Taraf gazetesinde yazmaya başlayan Mücahit Bilici, cemaat ve iktidar arasındaki ilişkiyi yorumladı

Risale Haber-Haber Merkezi

New York City Üniversitesi öğretim üyesi Mücahit Bilici, Türkiye’de Kemalizm duvarının "sivil bir nurculuğun siyasallaşması" ve "siyasal İslamcılığın liberalleşmesinin" koalisyonu ile yıkıldığını söyledi.

Mücahit Bilici, Taraf gazetesinde yazmaya başladı. Haftalık yazılarına bugün başlayan Bilici, cemaat ve iktidar arasındaki ilişkiyi yazdı.

Bilici'nin, "Duvar, çadır ve delik" başlıklı yazısı şöyle:
 
Türkiye’de bir duvar vardı. Kemalizm duvarı. Bu duvar büyük ölçüde yıkıldı. Bugün duvara karşı yeterli olan demokratlığın duvarın yıkılışından sonraki krizini yaşıyoruz. Zira duvara karşı demokratlık ile insanlara karşı demokratlık aynı şey değil. Duvara karşı kendi haklarını savunursun. Duvarı itersin, olmadı sağır yüzüne tükürürsün. Duvar istibdaddır. Duvara karşı özgürlük mücadelesi sorumluluk boyutu olmayan bir haklar mücadelesidir.

Demokratlık sınavının ikinci aşaması ise insanlara nispetle demokratlıktır. Bu zordur. Çünkü insanlara karşı savunacağın hakların olduğu gibi o insanların sana karşı haklarını da savunman gerekir. İşte bu hakların birbirlerine değmesinden hukuk doğuyor. Bugün hakların yeniden dağılımının kütlevi kısımlarını (dindarların iktidarı, milli irade) tamamladık sanıyoruz. Bunu varsaysak bile daha ince kısımlarında kabalığa alışmış ellerimiz işgörmekte zorlanıyor. Darbe isteyenlere karşı sandık her şeydir. Ama demokrasilerde vatandaşı sandığa kapatmak da mümkün değildir.

Türkiye’de Kemalizm duvarı büyük bir demokrasi koalisyonu ile yıkıldı. Sivil bir nurculuğun siyasallaşması ile siyasal İslamcılığın liberalleşmesinin kesişim noktasında ortaya çıkan ve hem Cemaat hem de partinin gücünü çok aşan bir sinerji ile (ve hakları yeterince teslim edilmeyen dindar-laik ayrımına teslim olmayan demokratların katkısıyla) gerçekleşen AK Parti devrimi bu sebeple AK Parti’nin kendisinden daha büyük bir devrimdir.

Siyasal İslam çizgisini temsil eden Milli Görüş ve ona iktidar ortamında eklemlenmiş olan muhtelif İslamcılıklar ile siyasallaşmış bir nurculuk çizgisini temsil eden Gülen Cemaati yıkılan duvarın tazyikinden kurtulunca boş bir iktidar meydanına daldılar. İki taraf da sınırlarını bilemedi, çünkü henüz sınırlar yoktu. Toslayacak bir duvarı kalmayanların hadlerini bilmeleri için birbirlerine toslamaları gerekiyordu. Sırasıyla siyasi ve bürokratik alanda varlığını hissettiren bu iki güç boş meydanda kafa kafaya geldiler. Devlet dindarların eline geçmişti. Fakat taraflardan biri kendine hususi bir bölme bırakmak istedi. MİT krizinde ifadesini bulan bu karşı karşıya gelme esasen kaçınılmazdı. Çünkü iktidar meydanında hadlerin teşekkül etmesi gerekiyordu. Cemaat nereye, ne kadar tesir edebilmeli, Parti kendini güvence altına alacak özerkliği hangi yollarla sağlamalıydı? Bu sorular halka hissettirilmemek üzere büyük bir kavgaya yol açtı. Parti geçici olarak Cemaat’i yendi ve Cemaat’i devletten tasfiyeye (en azından minimalize etmeye) başladı. Bunlar elbette ki siyasi mücadele yapanlar için olağan durumlar ve doğrusu taraflardan biri olmayanlar için birincil önemde değil. Yine de sonuçları bütün toplumu ilgilendiriyor.

Bir vefasızlığa uğradığını düşünen Cemaat geri çekildi ve taraflar iki taraf için de yıkım olacak bir açık çatışmaya girmedi. Kabul etmek lazım: Devrimde Cemaat’in rolü AK Parti’nin veya Başbakan’ın siyaseten oynadığı rolden daha az değil. Yani Cemaat devrimin meşru ortaklarından biridir. Fakat Cemaat de şahsi olmayan bir hizmet misyonu ile hareket ettiğinden (ve bu zan demokrasiler için tehlikedir) menfaat oyununda taraflardan biri olduğu gerçeğini bir türlü kabullenemedi ve kendi sınırlarını bilemedi. Bu neredeyse siyasi pragmatizmin dengeci mantığına riayet etmeyen ilkesel mantık Ergenekon davası gibi örneklerde siyasi maliyet üretir hâle gelince, toplumsal dengeleri gözetmek isteyen parti tarafından müdahaleye uğradı. Cemaat İslam’a hizmet için yaptığını sandığı ama aynı zamanda Cemaat’in iktidarı anlamına da gelen bu nüfuz ve hükmetme imkânının kendisinden alınması teşebbüsüne çok alındı. Fakat kısa bir kavgadan sonra geri çekildi ve kader kredisi biriktirmeye başladı. Mağduriyete rıza gösterdiği için kaderden artı puan alan Cemaat ile zafer psikolojisi ile hakimiyetini tahkim ettiği için gaflet riski biriktiren Parti bugün üçüncü bir tarafta yaşanan patlama ile muhatap oldular: Gezi Parkı.

Cemaat’in kısmi dizginlerinden boşalan AK Parti de Milli Görüşçü kökenlerine (tazelenmiş bir mukaddesatçılıkla) geri döndü. Ve önderlik sistemine odaklanmış yeni bir hâkimiyet çadırı inşasına başladı. Bu çadırda nasıl oturulacağından kaç çocuk yapılması gerektiğine kadar lüzumlu ve lüzumsuz her detay devlet baba tarafından vatandaşa amirane söylenir oldu. Söz hakkı sadece övgü ve takdire verildi. Milli iradeden onaylı çadır, içindekileri harici tehlikelerden koruyacaktı. Peki ya koruduğu düşünülen çadır aynı zamanda nefes alma zorluğu husule getiriyorsa? Bu soruyu sormak imkânsız hâle getirildiği için ortalık gaz ve dumana boğuldu. Çadırda açılan deliği parktaki çadırları yakarak kapatmaya çalışan hükümetin ısrar ettiği gibi delik evi yıkmak için mi açıldı, yoksa nefes alabilmek için mi? Bunca komplo dumanı ve tarafgirlik gazının ortasında ikinci ihtimalin nefes alma imkânı kalmadı.

Taraf