Soner Yalçın'a göre Said Nursi'nin avukatı

Soner Yalçın'a göre Said Nursi'nin avukatı

Hürriyet yazarı Soner Yalçın, 1952'de Bediüzzaman Said Nursi'nin Avukatlığını yapan Mihri Helav'ı ve çocuklarını yazdı

Risale Haber-Haber Merkezi

Hürriyet yazarı Soner Yalçın, 1952'de Bediüzzaman Said Nursi'nin Avukatlığını yapan Mihri Helav'ı ve çocuklarını yazdı.

"Bu aileyi tanımayan bu ülkeyi anlayamaz" başlıklı yazısında Yalçın, Tarihçe-i Hayat'ta "Helav" şeklinde geçen soyismi "Hilav" şeklinde kullanırken Mihri beyin oğullarını şöyle tanımladı: "Baba, Musul doğumlu bir Kürt; Said-i Nursi'nin avukatı. Anne, Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in torunu. Oğullarından biri ateist-solcu, diğeri İslamcı münevver."

Çocuklarıyla ilgili geniş bilgi veren Yalçın, yazısını Mihri Helav'ı anlatarak bitirdi:

Baba, Said-i Nursi'nin avukatı

Farklı görüşe mensup iki erkek evlada sahip baba kimdi?
Baba ne solcuydu ne sağcı!
Baba, Kürt siyasal hareketinin tanınmış isimlerinden biriydi...
Mihri Bey, 1885 Musul Dise Köyü doğumluydu. Babası, "Küçük Molla" diye bilinen Mela Mahmud bir din adamıydı.
Babasının annesi üzerine kuma getirmesine kızıp 17 yaşında İstanbul'a geldi. Fatih Medresesi'nde Dağıstanlı Hoca Hüseyin Hüsnü Efendi'nin öğrencisi oldu.

Birkaç yıl sonra aynı medresede dersiam/müderris olarak görev yaptı.
Hocasının kızı, Şeyh Şamil'in torunlarından Şaziye Hanım ile evlendi.
Genç yaşından itibaren Osmanlı'daki Kürt siyasal hareketlere sempati duydu. 1912'de kurulan Kürt öğrenci derneği Hevi'nin kurucuları arasında yer aldı. Şeyh Said davasında yargılandı.
Irak'taki Jin Dergisi'ne de, Musa Anter'in çıkardığı Dicle'nin Kaynağı Dergisi'ne de makaleler yazıp gönderdi.

Ağabeyi Mehmed Miftizade, 1959'da Tahran'da yayına başlayan Kürdistan Gazetesi'nin başyazarıydı.Fransızca, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilen Mihri Bey, Kürtçe'nin tüm lehçe ve şivelerine hákimdi. İlk Kürtçe gramerin yazarıydı.
"Bir Fuzuli'nin Divanı" ve "Ahlak Yükseliş Kaynağı ve Mutluluk Ocağı" adlı kitaplar yazdı.

Cumhuriyet ile medreseler kapanınca Mihri Bey önce edebiyat öğretmenliği yaptı. Sonra hukuk fakültesini bitirerek avukat oldu. Müvekkillerinden biri Said-i Nursi (Kürdi) idi.

Gerek kitaplarında gerekse sohbetlerinde herkese -ve dolayısıyla çocuklarına- Doğu kültürünü aşıladı; divan edebiyatını sevdirdi; İslam felsefesini öğretmeye çalıştı.
Mihri Bey, spora çok meraklıydı. Yüzmeyi seviyor, ata binmekten zevk alıyor ve ava çıkıyordu.
1956 yılında vefat eden Mihri Bey, yaşamının sonuna kadar Türkiye'nin bölünmez bütünlüğüne inandı. Çocuklarını öyle yetiştirdi.
O bu ülkenin namuslu, aydın bir Kürt'üydü..."

Mihri Helav, 1952  yılındaki Gençlik Rehberi davasında Bediüzzaman Sadi Nursi'nin üç avukatından biriydi. İşte Helav'ın Tarihçe-i Hayat eserinde yer alan Said Nursi müdafaası:

"Avukat Mihri Helâv' ın Müdâfaasından Parçalar
Risâle-i Nur müellifi, bütün müellif ve muharrirlerin en mütevâzisidir; şöhret ve tekebbürün en büyük düşmanıdır. Bütün dünya metâına arka çevirmiştir. Ne mal, ne şöhret, ne nüfuz; bunların hiçbirisi onun pâyine ulaşamamıştır ve ulaşamaz. Gandi bile onun kadar dünyadan elini çekememiştir. Günde elli gram ekmekle ve bir çanak çorba ile tagaddî eden bu büyük adam, yaşıyorsa ancak Kur'ân ve îmâna hizmet için yaşıyor; başka hiç, hiçbir şeyin onun nazarında kıymet ve ehemmiyeti yoktur. Böyle iken, eserinin medh ü sitâyişinde bulundu diye onu suçlandırmaya çalışmak,163'üncü maddenin cürüm ağına sokmaya uğraşmak, hak ve adâletle, insafla, ilimle, insânî düşünce ile, hukuk fikriyle, mantıkla, akıl ve fikirle kabil-i telif midir? Burası yüksek mahkemenin takdirine âittir...

"Hükûmete muhâlefet bahsi hakkında da birkaç söz söyleyerek mâruzâtımı neticelendirmek isterim.
Karşınızda kemâl-i saffet ve samîmiyetle âdilâne kararlarınıza intizar eden bu asırdîde zât, ömründe hiçbir defa hilâf-ı hakîkat beyânda bulunmaya tenezzül etmiş bir adam değildir. Ilk celse-i muhâkemede, bugünkü hükûmetten memnun olduğunu ve muvaffakıyetine duâ ettiğini, onun beğenmediği ve tenkit ettiği hükûmet, eski hükûmetler olduğunu alenen söylemiştir. Filhakîka, müvekkilim, bütün milletle beraber istibdâda karşı mücâdele etmiş, hürriyet ve demokrasinin tesisine çalışmış ve bu hususta husûle gelen muvaffakıyetten dolayı da memnun olmuştur. Risâle-i Nur'un gayesi de içtimâî nizam ve intizâmı kalblere yerleştirmektir. Siyasî ricâl, siyasî sahada nizâm-ı içtimâîyi, milletin hak ve hürriyetlerini temine çalıştıkları gibi, Risâle-i Nur müellifi de, mânevî sahada, kalblerde bunları yerleştirmeye çalışıyor.

"Gayeler müşterektir. Bir mekteb-i irfan olan Risâle-i Nur'un müellifi ve şâkirtleri, âsâyişin, nizam ve intizâmın fahrî ve mânevî bekçileridir. Mânevî sahada, kalblerde ve dimağlarda anarşînin, bozgunculuğun kalkmasına çalışmaktadırlar. Kemâl-i samîmiyetle, hiçbir ivaz ve garaz olmaksızın, hiçbir karşılık beklemeksizin, yalnız Allah rızâsı için, millet ve memleketin menfaati için çalışmaktadırlar. Bunu yapmak bir cürüm ve cinayet değil, millet ve memlekete bir hizmettir. Muâhezeye değil, takdire lâyıktır.
Berâetini istemek hakkımızdır. Karar yüksek mahkemenindir. (Tarihçe-i Hayat, Sekizinci Kısım : Isparta Hayatı)