Sosyal medyada çocuk fotoğrafı paylaşımının uzun vadeli sonuçları

Sosyal medyada çocuk fotoğrafı paylaşımının uzun vadeli sonuçları

Çocuklarını reklam malzemesi yaparak ünlü olmaya çalışan ebeveynlerin artan sayısı karşısında, çocuklar nezdinde oluşturulan dijital ayak izlerinin uzun vadeli etkilerinin göz önünde bulundurulması önem arz ediyor.

Son zamanlarda bazı blog yazarlarının ve Instagram yıldızlarının çocukları, en yakın arkadaş ve akrabaların çocuklarından daha tanınır hale geldi. Öyle ki bu çocukları uyurken, öfkeyle bağırırken, banyo yaptırılırken veya bezleri değiştirilirken görmek artık yadırganmıyor. Çocuklarının doğduktan sonra henüz göbek bağı kesilmemişken veya haberleri olmaksızın dijital arşivi oluşturulmadan önce bulanık, siyah-beyaz ultrason görüntüleri dahi paylaşılıyor. Takipçi sayısını arttırmak uğruna ebeveynlerin sosyal medyada bu nevi fotoğraflar paylaşmaları ve bu paylaşımlar üzerinden gelir elde etmeleri öteden beri uygunsuz olarak telakki ediliyor. Ancak bu mesele bilhassa son zamanlarda dikkatleri üzerine çekmeye başladı.

Son birkaç aydır İngiltere’de Mumsnet isimli sitede, ‘blogger’ ebeveynler ve -hüsnütabir ile- “influencer” olarak adlandırılan reklamcıların şeffaflığı eleştirilerin hedefi oldu. Ağırlıklı olarak sponsorlu paylaşımlar ve reklam içeriklerine yönelik eleştirilerin yanı sıra çocuk istismarına davetiye çıkardıkları dile getirildi. Yine geçtiğimiz haftalarda, 500 bine yakın takipçisi bulunan “Dört Kız Annesi” isimli Instagram hesabının sahibi Clemmie Hooper herhangi bir açıklama yapmaksızın hesabını sildi. Zira çocuklarını reklam malzemesi yaparak para kazandığı iddiaları üzerine Hooper’ın hesabındaki paylaşımlar çok sayıda uygunsuz yoruma maruz kaldı. Buna karşılık, eşi Simon Hooper’ın “Kızların Babası” isimli Instagram hesabı yaklaşık 845 bin takipçisiyle, neredeyse her seferinde en azından bir veya birkaç kızının boy gösterdiği paylaşımlarına dolu dizgin devam ediyor. Dahası, çiftin popülerlik ve maddi kazanç uğruna çocuklarına ilişkin kınanan paylaşımları maalesef münferit bir vaka değil.

Sosyal medya paylaşımlarıyla aşırıya kaçan bazı aileler, bilerek veya bilmeyerek kendilerini ve ailelerini markalaştırma yolunda ilerliyorlar. Ancak, ebeveynlerin çocuklarının fotoğraflarını dijital ortamda paylaşmaları, pek çok ailede yaygın bir şekilde görülmekle birlikte tehlikeli sonuçlara yol açabiliyor. Londra Ekonomi ve Politik Bilimler Okulu (LSE) tarafından yürütülen “Dijital Geleceğe Hazırlık” isimli projenin yakın zamandaki bir raporuna göre, en azından ayda bir kez internet kullanan ebeveynlerin dörtte üçü çocuklarının fotoğraflarını dijital ortamda paylaşıyor. Bu paylaşımlar daha çok küçük yaştaki çocuklara ilişkin oluyor. Genel olarak ebeveynlerin neredeyse yarısı sadece yakın aile üyeleri ve arkadaşlarıyla fotoğraf paylaşmakla yetiniyor ve çoğu, araştırmacılar tarafından en az 200 kişiden oluştuğu ifade edilen “geniş bir kitle” ile fotoğraf paylaşmıyor. 10 ebeveynden sadece biri bunun aksini yapıyor ve ebeveynlerin sadece yüzde 3’ü blog veya herkesin erişimine açık Instagram hesapları üzerinden fotoğraf paylaşıyor.

Projenin araştırmacılarından LSE Medya ve İletişim Bölümü Sosyal Psikoloji Profesörü Sonia Livingstone, içinde bulunduğumuz teşhir çağında, ebeveynlerin çocuklarına ilişkin dijital ortamdaki paylaşımlarının muhtemel avantaj ve dezavantajlarını -yaşları küçük dahi olsa- öncelikle çocuklarıyla konuşmanın önemine dikkat çekiyor. Nitekim proje kapsamında ailelerle yapılan görüşmelerde, küçük yaştaki çocukların dahi ebeveynlerinin daha az sayıda fotoğraflarını paylaşmalarını, bu konuda daha çok kendi görüşlerine itibar edilmesini istedikleri görülüyor. Ayrıca birkaç ailede çocukların ebeveynlerine dur demeyi öğrendikleri gözlemleniyor. Fakat bu tür paylaşımlar, özellikle farklı yerlerde bulunan aile üyelerinin birbirlerine kenetlenmesini sağladığı ölçüde çocuklar tarafından da olumlu karşılanıyor. Dolayısıyla ebeveynler ile çocuklar arasında karşılıklı saygı ve rızanın sağlanması, paylaşım olgusundan daha fazla önem arz ediyor.

Değişen mahremiyet şartları

Günümüz çocuklarının mahremiyet bilincinden yoksun olarak yetiştikleri fikrine katılmadığını ifade eden Livingstone, hem çocukların kendi eylemleri hem de diğer kişilerin tutumları sonucunda sadece mahremiyet şartlarının değiştiğini ekliyor. Buna göre çocukların mahremiyetin temelinde yer alan itibar ve rızalarına riayet edildiğini hissetmeleri önem taşıyor, ki çocukların fotoğraflarını kullanan veya paylaşan herkesin bu kavramlara öncelik tanıması icap ediyor.

“Beş Derin Nefes: Bilinçli Ebeveynliğin Gücü” isimli kitabın yazarı klinik psikolog Genevieve von Lob, çocukları hakkında dijital ortamda yaptıkları paylaşımların yerindeliğini sorgulayan ebeveynlerin sayısının gittikçe arttığını dile getiriyor. Özellikle sosyal medya platformlarına yüklenen fotoğrafların adeta birer kalıcı dijital dövme olduğunu belirten yazar, dijital ortamda paylaşım yapmak için çocuklardan izin almak gerektiğini vurguluyor.

Çocukların dijital ortamdaki davranışlarını öncelikli rol model olan ebeveynlerinden öğrendiklerini aktaran von Lob, ebeveynlerin örnek davranışlar sergilemelerinin önemine dikkat çekiyor. Bu bağlamda, çocuklarına ilişkin sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden sosyalleşme, görülme ve onaylanma ihtiyaçlarını tatmin eden ebeveynler, çocuklarına kötü örnek olarak, onların paylaşımı bir onaylanma biçimi olarak öğrenmelerine sebep oluyor.

Sosyal medyanın adeta hayatın bir gerçeği haline geldiği ve bazı kazanımları göz önünde bulundurulursa, ebeveynlerin sosyal medyayı tamamen bırakmalarını beklemek pek muhtemel görünmüyor. Özellikle desteğe ve anlaşılmaya ihtiyaç duyan genç anneler için sosyal medya cankurtaran işlevi görüyor. Yoğun iş temposuyla ve yalnızlaştırıcı bir ortamda çocuklarını büyüten anneler için çocuklarının fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmak diğer yetişkinlerle bir iletişim aracına dönüşüyor. Ancak bu süreçte ebeveynlerin, paylaştıkları fotoğrafların çocuklar üzerinde bırakacağı muhtemel olumsuz etkileri de hesaba katmaları gerekiyor. Gerçekten ilerleyen yıllarda çocuklar paylaşılan içeriklerden dolayı utanç, endişe ve rahatsızlık duyabiliyor. Kaldı ki fotoğraflarının herkesin erişiminde olmasından hoşnut olmayan her çocuk ebeveynine karşı gelerek bu duruma itiraz edemiyor. Dolayısıyla rıza alınmaksızın paylaşılan içerikler sebebiyle ebeveynler çocuklarıyla olan ilişkilerini zedeleyebiliyor.

Paylaşma ve ebeyenlik: ‘Sharenting’

Acaba çocukluklarını ifşa ettikleri gerekçesiyle çocukların ebeveynlerini dava etmesinin giderek sıradanlaşacağı bir düzen bizi mi bekliyor? İngilizcede paylaşmak (share) ve ebeveynlik (parenting) sözcüklerinin bir araya getirilmesiyle türetilmiş “sharenting” kavramına ilişkin Northumbria Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde bir proje yürüten Claire Bessant bu soruya olumlu yanıt veriyor. Çocukların yasal yollara başvurabileceğini belirten Bessant, özellikle geçtiğimiz haftalarda Avrupa Birliği’nde yürürlüğe giren Genel Veri Koruma Tüzüğü kapsamında çocukların rızaları alınmaksızın ebeveynleri tarafından paylaşılan fotoğraflarını kaldırtma haklarının bulunduğunu ifade ediyor. Bu bağlamda çocuklar, kişisel sağlık verileri veya evde çekilen fotoğraflarının ebeveynleri tarafından paylaşım konusu yapılmasına ilişkin makul bir mahremiyet beklentisi içerisinde olabilir.

Çoğu çocuk maddi imkânları yetersiz olduğu için dava açma hakkından mahrum kalıyor ve kural olarak çocukların dava ehliyeti bulunmuyor. Ayrıca böyle bir davanın aile ilişkileri üzerinde oldukça yıkıcı etkileri olabiliyor. Dolayısıyla Bessant, daha erken yaşlarda ebeveynler ve çocukları arasında dijital ortamdaki paylaşımlar konusundaki diyaloğun güçlendirilmesi gereğinin altını çiziyor. Nitekim ebeveynlerle yapılan görüşmelerde, çocuklarının itirazı karşısında bazılarının dijital ortamda paylaşım yapmayı tamamen bıraktığı veya sadece çocuklarının rızalarını alarak paylaşım yaptığı görülüyor

‘Ahlaki panik tepkisi’

Londra Üniversitesi, Goldsmiths’te medya ve iletişim dersleri veren ve “Çocuk/Veri/Vatandaş” projesini yürüten öğretim üyesi Veronica Barassi ise çocukların fotoğraflarının sosyal medyada toplumun “ahlaki panik tepkisiyle” karşılaştığını açıklıyor. Özellikle büyük veri teknolojisi ve çocukların sosyal medyadaki görüntüleri aracılığıyla çıkarılan profilleri göz önünde bulundurulduğunda, Barassi bu tepkinin yerindeliğini kabul ediyor. Ayrıca yüz tanıma teknolojisi ile elde edilen verilerin satılması ve bu hususta şirketlerin şeffaflıktan uzak olması “sharenting” kavramının en tedirgin eden yanı haline geliyor.

Çocuklarının siyasi içerikli gösterilerdeki fotoğraflarını paylaşan ebeveyn örneğini veren Barassi, böylelikle ebeveynlerin çocuklarına bir nevi siyasi temsil fikrini vermekle birlikte gelecekte takip edilebilecek birer dijital politik iz yarattıklarının bilincinde olmadıklarını belirtiyor. Artık verilerin sahiplerinin haberi olmaksızın elde edildiğine dikkat çeken Barassi, günümüzde eğitim ve sağlık verileri ile sosyal medyanın çocuklarla ilgili üretilen veri izlerinin sadece küçük bir kısmını yansıttığını ekliyor.

Dijital ayak izleri

Çocuklarını reklam malzemesi yaparak ünlü olmaya çalışan ebeveynlerin artan sayısı karşısında, çocuklar nezdinde oluşturulan dijital ayak izlerinin uzun vadeli etkilerinin göz önünde bulundurulması önem arz ediyor. Gerçekten blogger ebeveynlerle yapılan görüşmelerde, giderek bu durumun bilincine vardıkları ve çocuklarını dijital ortamda sadece olumlu yönleriyle ön plana çıkarmaya gayret ettikleri görülüyor. Kuşkusuz ki bu tutum da kendilerini gerçek benlikle örtüşmeyen bir ideal benlik yaşamaya zorunlu hisseden çocuklar yaratacağı ölçüde yanlış.

Henüz yürümeye başlayan çocuklarını bebek bezi markasının reklam yüzü yapmak gibi maddi kaygıları bulunmaksızın dijital ortamda çocuklarına ilişkin paylaşım yapan ebeveynlerin ise rıza hususunda temkinli olmaları gerekiyor. Yakın arkadaşlar ve aile üyelerinden farklı olarak çocukların fotoğraflarını herkesin erişimine açık siteler veya hesaplar üzerinden paylaşmak, mahremiyet ihlallerine sebep olabiliyor.

Çoğu ebeveynin normal şartlar altında çocuklarının uygunsuz fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmayacağı kabul edilebilir. Ancak dijital ortam, ebeveynlerin teyakkuzda olmalarını gerektiren başka riskler de barındırıyor. Örneğin; çocukların fotoğraflarını paylaşırken nerede oldukları bilgisini herkesin erişimine açan konum etiketleme özelliğinin kapatılması ve paylaşım yapılan sosyal medya platformlarının gizlilik ayarlarının değiştirilmesi önem arz ediyor. Buna karşılık, çocukların fiziksel ortamda fotoğraflarının çekilmesi mümkün olduğu gibi dijital ortamda paylaşılan fotoğraflarının ekran görüntülerinin alınması riski de her zaman bulunuyor. Dolayısıyla her an gelişen, değişen, evrilen kurallarıyla adeta bir gayya kuyusu olan dijital dünyanın içine doğmuş olan çocuklara küçük yaşlardan itibaren ebeveynlerin rehberlik etmeleri; fotoğrafların içeriği ve hangi dijital ortamda paylaşıldığına dikkat etmeleri kritik önem taşıyor.

[İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı’nda araştırma görevlisi olan Yıldız Sekban Türkmen, kişisel verilerin korunması alanında çalışmalarını sürdürmektedir]

AA

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.