Nurcan ŞAHİN AKCA
Sözün dirilişi: İkinci Mesele
“Kelâmın hayatlanması ve neşvüneması, mânâların tecessümüyle ve cemâdâta nefh-i ruh etmekle bir mükâleme ve mubâhaseyi içlerine atmaktır.”
Savruk yaşantısı içinde debelenip duran insanoğlunun en önemli arayışı anlam arayışıdır. Yaşadığı çevrenin, eşyanın, kendisini kuşatan hâkim gücün ve en önemlisi de kendi anlamının peşinde olan insanın ilk arayışları “madde” üzerinde gerçekleşir. Bilim nispeten bu arayışlara cevap verse de anlamlandırmanın büyük bir bölümü eksik kalmaktadır. İnsanın aklı gözüne inmemiş ise; yaratıcının içinde bulunulan mekâna, zamana ve sonsuzluğa açılan yansıması ile karşılaşması kaçınılmazdır. Her şeyi kuşatan ve her şeyle bağlantı kuran bu yansıma soyut bir gerçeklik olduğundan insan aklı ve hissiyatı anlamlandırmakta aciz kalıyor. Tüm âlemde, içimizde, dışımızda, hâsılı yer yerde tecelli eden bu soyut gerçekliği insan ete kemiğe büründürerek görünür kılmak istiyor. Soyut gerçeklik pür manadır, pür mana da Allah’ın isimleridir. Dolayısıyla tüm manaların kaynağı Allah’tır.
Mana denizinden hâsıl olan kelimeler, sözler, ifadeler soyut gerçekliğin kalıbıdır. Daha doğrusu taşıyıcısıdır. Manaları ete kemiğe büründürme yani anlamlandırma çabamız sanatı doğurur. Sanat insanın kalıbını bulma, kendi kişiliğinin ve gerçekliğinin farkına varma ve ifşa etme isteğidir. Görünmek, gösterilmek ve dahası ” ben varım “ demektir.
Bediüzzaman’a göre; manaların cisimlendirilmesi ve donuk varlıklara adeta ruh üflenmesi kelamı hayatlandırır. Hayal gücümüzden çıkan beyanlar bir sihirbaz gibi cansız varlıkları kişileştirir, konuşturur, asıl manaya yaklaştırdığı gibi asıl manadan da uzaklaştırabilir. Hayal gücü, insanların dünyaya anlam verebilmelerine olanak sağlayan önemli bir yetenektir.
İnsan bu yetenek ile sanatın malzeme deposu da diyebileceğimiz yaşamımızdaki tüm gerçekliği yoğurur, kurgular, suretlendirir, imgelemeler yapar. Gerçek hayatta var olan nesneleri, olayları duyu organlarıyla algılar; bu algılama insan bilincinde çeşitli işlemlerden geçer ve bireye göre farklı şekillere, durumlara dönüşür. Bu değiştirme ve dönüştürmede bireyin algıları, inançları, sosyo-ekonomik durumu, kendine özgü kader dökümü etkili olur. Hayal dünyamızın zenginliği sanatımızı da şekillendirir. Hayaller gerçeğe ne kadar yakınsa ortaya çıkan sanat eseri de o kadar güzel olur. Bediüzzaman, yeryüzünün yağmura olan ihtiyacını (aşkını ve sitemini) gösteren bir beyiti örnek vererek hayalin sanat eserini nasıl güzelleştirdiğine, güzelleştirirken de anlamı koruduğuna, dahası bizi de şiire hissiyat bakımından dâhil etmesine işaret eder. Beyitte yeryüzü suya muhtaç, suya aç ve bir damla suya hasrettir. Tıpkı Mecnun’un Leyla’ya olan hasreti gibi... Mecnun nasıl Leylasını beklemekteyse Yeryüzü de yağmuru öyle beklemektedir. (Yeryüzü: Mecnun, Bulutlar: Leyla) Edebiyatımızda buna benzer örnekler görmek mümkündür.
“ Senden, bilirim yok bana bir faide ey gül/Gül yağını eller sürünür, çatlasa bülbül” dizelerinde gül sevgilinin, bülbül de aşığın imgesidir. Özü gereği kavuşamamayı barındıran ve soyut bir kavram olan aşk, gül ve bülbül kelimeleriyle adeta hayatlandırılmıştır.
Ger günahım Kuh-i Kaf olsa ne gam yâ Celil/Rahmetin bahrine nisbet ennehû şey'un kâil
(Günahım Kafdağı kadar olsa ne gam ey Allah'ım! Senin rahmet denizine göre, Kafdağı büyüklüğündeki günah küçük bir şeydir.) Bu beyitte de günahların büyüklüğü Kafdağı’na benzetilirken, Allah’ın rahmet denizi karşısında Kafdağı’nı yutabilir anlamı çıkmaktadır.
Benzetmeler mecazlar kinayeler, kişileştirmeler hasılı imgelemeler; söz sanatları kelama canlılık katar sözü basmakalıp olmaktan kurtarır. Söz sanatları estetik duyarlılığı olan kimseleri bir sinema filmi gibi büyüler. Hayatın bir gerçekliği vardır ( soyut –somut) bu gerçeklik hayal sahnesinde kurgulanıp ifadenin eline verilmelidir. Bir ressam düşünün ki güneşi mavi, bulutları kırmızı yapmış olsun. Mavi güneş, kırmızı bulutlar hayal ürünüdür. Lakin mavi de kırmızı da güneş de, bulutlar da gerçeğin parçalarıdır. Parça bütünün habercisidir. Pür mana bütünün kendisidir, kelam ise parçacıklardır. Her şey Allah’ın bir ayetidir; bir imzadır; bir mecazdır.
KELAMIN GİYİNİŞİ: ÜSLUP
“Kelamın elbise-i fahriyesi veyahut cemali ve sureti üslup iledir. Yani kalıb-ı kelam iledir.”
Üslubu en basit şekliyle tarz, stil, söyleyiş biçimi olarak tarif edebiliriz. Sanatçının kendine has olan sanat yapışı; yazarın duyuş, düşünüş ayrılığı; cümlelerin uzunluğu, kısalığı; kelimeleri seçişi, yazısının ahengindeki ayrılıklardır. Üslûp için; ifade tarzı, usul, yol da denilebilir. Sanat eserlerinde, insanın düşünüşlerine, duygularına, hayallerine, heyecanlarına verdiği biçim üsluptur. Sanatçı fikirlerini, seziş ve çağrışımlarını duygu dünyasını yoğurur ve sunar. Sunum şekli üsluptur.
Gerçekler karşısında bulunan bir sanatçının gerçekleri kavrayışından ve anlatımından ortaya çıkan üslûp, sanatın da kendisi sayılır. (Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır) Sanatçı üslûbu derecesinde kişiliğini kazanır. Ya da kişiliği üslubunu belirler de diyebiliriz. Bir yazarın üslûbu, kullandığı sözcüklere göre kendisini ele verir. Bediüzzaman, “Kalpte doğan çıplak ve saf manalar bir şekilde hayal hazinesinden buldukları sureti giyerler. “derken her sanatçının kendini ifade ediş şeklinin hayal hazinesinin dökümüne bağlı olduğunu belirtir.
Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerinin neredeyse tamamında ölüm kelimesi vardır..
“Ne doğan güne hükmüm geçer /Ne halden anlayan bulunur / Ah aklımdan ölümüm geçer; /Sonra bu bahçe, bu kuş, bu nur/ Ve gönül tanrısına der ki pervam yok verdiğin elemden/ Her mihnet kabulüm/ Yeter ki Gün eksilmesin penceremden.” Şiirinde, şair gün kelimesi hayatın cisimlenmiş bir şekli yani imgesi haline büründürmüştür.. Şair günü(güneşi) göreyim hiç ölmeyeyim demektedir. Gerçek hayatta şairin ölümle sorunları vardır. Her daim ölüm korkusu içinde kıvranır.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın eserlerinde zaman, ayna, rüya ön plandadır. Ne içindeyim zamanın,/ Ne de büsbütün dışında;/ Yekpâre geniş bir ânın/ Parçalanmaz akışında. Buradan yola çıkarak Tanpınar'ın zamanla olan problemini müşahede etmek mümkündür. İlk iki dizedeki zaman karşısındaki kararsızlık, daha sonra netleşir. Kısaca, insan, tek parça anların ayrılmaz akışında debelenip durmaktadır. Başka eserlerinde, yaşanan güzel ânların elden çıkması, şairi üzmektedir, şair hatırlamak istemez. Tanpınar birçok eserinde zaman, rüya, ayna gibi kavramlara değinir.
Peyami Safa romanlarında karakterlerin hemen hemen hepsi bir takım ilaçlar kullanır. Hastalık, hastaneler, sarı renk romanlara kasvetli bir hava verir. Çünkü Peyami Safa hastalık hastasıdır. Adeta bir tıbbiyeli gibi hastalıkların ve ilaçların isimlerini bilir. ( Ölüm zaman rüya ayna ve hastalıklar herkes için aynı şeyi ifade etmez). Yukarıda verdiğimiz örneklerde sanatçıların hayal hazinelerinde kelamın yeni suretlere nasıl büründüğünü görüyoruz. (Kırmızı; savaşta kan, gülde seni seviyorum, trafikte dur… anlamları kazandığı gibi )
Bediüzzaman da 3. Meselede benzer örnekler verir. Eğer bir sözün – fakat tabiattan çıkmış bir sözün – üslubunda (ifade biçim tarzında) bakışını yoğunlaştırırsan, kendi sanatı içinde işleyen konuşanı, söz söyleyeni o misalin aynası üslup içinde göreceksin. Eğer tereddütle senin hayalin, hastalığı var ise Kaside-i Bürde’den olan “Haramla dolmuş olan gözlerinden gözyaşı akıt ve pişmanlık perhizine sarıl.” Nasıl Hâkim-i Busayri, kusmayla ve pişmanlığın perhiziyle sana reçete yazar! (Su: Hastaya reçete)
Eğer iştahın açılmasıyla üslup denilen hakikatin şişesindeki duru mana suyu nasıl kendine uygun ve nasıl uyuşmasını seyretmek istersen ve o duru suyu içmeye iştahın varsa, meyhaneye git ve de: “Ey meyhaneci, kelam-ı beliğ (maksadı noksansız ve güzel ifade eden söz) nedir? ”diye sor o da kendi çerçevesinden cevaplayacak Kelam-ı beliğ, ‘ilim’ denilen çömleklerde pişirilen ve ‘hikmet’ denilen büyük küplerde duran ve ‘anlayış’ denilen süzgeçle süzülen hayat suyu gibi bir manayı, ince ruhlu kimseler denilen (zarif), mana dağıtıcılar (sakiler) döndürüp fikir içer; ince hikmetlerde meşk alıp vermekle hissiyatı depreştiren, harekete geçiren sözdür” diyecektir.
Kelam-ı beliğ: İlim, hikmet, fehim (anlayış-ayıklama), zarif sunum . Yani söz gerçek olmalı, eşyanın tabiatına uygun olmalı, zihinde ayıklanarak zarif bir şekilde sunulmalı, alıcıdaki hissiyatı da depreştirmelidir.
(Su: aşık için meyhanedeki için şaraptır, şarap ise Allah aşkıdır.)
Başka bir örnekte suyun mühendisi olan Hüdhüdün Sebe’den getirdiği haberi dinle: Nasıl Kur’an’ın indirilmesi ve göklerin ve yerin eşsiz yaratılması Zülcelalin vasıflarını anlatmıştır! Hüdhüd diyor: “Bir kavme rast geldim. Zemin ve asumandan asıllarını çıkaran Allah’a secde etmiyorlar...”(Hüdhüd: Yeratlı sularının keşşafıdır) mükemmel sıfatlar içinde Hüdhüdün çizgisine işaret eden, yalnız yukarıda sözü geçen özellikleri seçer.
(Su: tüm canlıların özü)
Bütün bu örneklerden de anlaşılacağı gibi üslup sanatçıya göre; sanatçının hayat dökümüne göre (eğitim-yaş-cinsiyet-sosyo-ekonomik durum-inançları- yaşadığı travmalar-mutluluklar vb vb) değişiklik arz eder.
Said Nursi “ Üsluptan muradım, kelamın kalıbıdır ve suretidir” der. Belagat açısından parça bütün ilişkisine işaret eder. Olayların ayrıntılarını ve perişan ve savruk duran parçalarını birleştirmek belagatin önemli bir işlevidir. Parça daima bütünün habercisidir. Bir şey sabit olursa levazımatıyla sabittir. Her hangi bir yazıda yazının yalnızca bir parçasını irdeleyen üslup hakkında fikir sahibi olabilir. Çünkü metinin tüm unsurları kelimelerinden cümlelerine hatta nokta virgülüne kadar her şey belli bir amaca hizmet için bir araya gelmiştir. Yazıdaki bir kelime bile yazının bütününü kavramamızı sağlayabilir. Bediüzzaman bu hakikatin anlaşılması için mübareze kelimesini örnek verir. Mübareze, çekişme kavga, düello anlamına gelir. Bu kelime bize savaşı hatırlatır. Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal dizelerinde hilal kelimesinin bize bayrağı hatırlattığı gibi…
Üslubun mertebeleri çeşit çeşittir. Bazen çok naif, latif, ince adeta sabah yeli gibidir. Bazen çok gizlidir. O kadar gizlidir ki, manayı kavramak için bir diplomatın ince zekâvetine ihtiyaç vardır. Anlamak için adeta bir şifre çözücü gerekir. Çünkü üslup şifrelenmiştir.( şifreleme- kodlama) Askeriyede, savaş durumlarında, kolluk kuvvetlerinin operasyonlarında bu tür şifrelemeler mevcuttur. (12 Eylül 1980 ihtilali sonrası bir takım kesimlerin “Bizim çocuklar başarmış” demesi, Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz kelimelerinin darbe isimleri olması gibi)
Kuran da Yasin süresinde “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” ayeti birçok manayı ifade eder. Bu manalardan üçü şu şekildedir. a) Birinci anlam itibariyle kemikleri esas yaratan kimse onun yaratacağı anlamı çıkar. b) İkinci anlam itibariyle bir meydan okuma anlamı vardır ki çürümüş kemikleri diriltmek üzere mübarezeye çağırır. c) mübarezeye çağırılanların aczlerini içinde anlam olarak barındırır. Ki Zemahşeri gibi bir edebiyat dehası da ikinci anlamı çıkarmıştır.
Söylenen söz gerçek olmalı, anlamı yerini bulmalı. Gerek bilinçaltımız gerekse bilinç düzeyimiz anlamlı- anlamsız, gerekli-gereksiz her şeyi kaydettiğinden, kelamın hangi elbiseyi giyip ortaya çıkacağı belli olmaz. Bu kargaşaya mahal vermemek için sözün vehim süzgecinden geçirilmesi elzemdir. Bu süzgeçten geçirilen kelamın zarif bir şekilde sunulması ve muhatabının hissiyatında karşılık bulması sağlanmalıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.