Kadir AYTAR
Şükür bir farkındalıktır
Sebepler ve gaflet perdesi gözümüzün önüne abanır, göremeyiz, kulaklarımız duymaz olur. Çoğu zaman sebeplerin ellerine bakarız, onlardan medet umarız, teşekkürü onlara ederiz, hakiki ihsan sahibinden gaflet ederiz. Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Azimü’ş-şan’ında mütemadiyen, “Hâlâ şükretmezler mi?" (Yâsin, 36: 35, 73); "Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız." (Âli İmrân, 3: 145); "Şükrederseniz nimetimi elbette arttırırım." (İbrahim, 14: 7) "Yalnız Allah'a kulluk et ve şükredenlerden ol." (Zümer, 39: 66) ayetleriyle uyardığı halde, başımızı kuma sokmuş gibi farkında olmayız.
Hâlbuki Rahman’ın kullarından istediği en mühim iş şükürdür. Yoktuk var olduk. Kendimizi tanıdık, Rabbimizi bildik. Ya bunları bilme saadetine erememiş olsaydık, halimiz nice olurdu? Varlığımız ve kendimizi bilmemiz şükrü icab ettirir. Rabbimizi bilmemiz sonsuz bir şükrü gerektirir. Kendini ve Rabbini bilmeyen nice insanlar var. Şükür ki, Rabbimiz bize kendini bildirmek için Peygamber ve Kitap göndermiştir.
Cenab-ı Hak, Furkan-ı Hakîm’inde insanları kavuştukları bu nimetlere karşı şükre davet eder, şükürsüzlüğü de nimetleri inkâr ve tekzib suretinde gösterir. Rahman suresinde; "FebieyyiâlâiRabbikümatükezzibân” (Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?) diyerek şiddetli ve dehşetli bir surette otuz bir defa uyarır.
İnsan uykudadır, uyarılmaya, ayıltılmaya ve farkında olmaya;insan gaflettedir, kalplerine, akıllarına ve gözlerine inen gaflet perdesinin yırtılmasına ihtiyacı var. İnsan çoğu zaman nankördür, şükürsüzdür, şükürsüzlüğün ne anlama geldiğinin, sonucunun ta nerelere kadar vardığının bildirilmesi lazımdır. İşte her varlığa merhamet eden ve onları en güzel ve layık oldukları şekilde terbiye eden Rabbimiz, bizi anladığımız bir dille, şiddetli ve dehşetli bir şekilde sarsıyor.
Mademki hayat var ve yaratılmışız, o halde bunun bir neticesi olmalı, beklenen faydaları bulunmalı değil midir? Kur'ân-ı Hakîm ve Kur'ân-ı Kebîrolan şu kâinat, şükrü yaratılışın bir neticesi olarak gösteriyor. Çünkü bütün teşkilat şükre göre kurulmuş, en güzel mahsulat ve meyve olarak da şükür taçlandırılmıştır.
Cenab-ı Hak, hayatın merkezinde rızkı koyuyor, bütün insanları ve hayvanları o rızka âşık ettirip hizmetine koşturuyor, âdetâ muhtaç olanları rızka mahkûm ettiriyor. Rahman’ın rızık hazinesi hadsiz, çok zengin ve çok geniştir.İnsanın diline, bu hazinedeki zenginliği ve genişliği tadabilecek ve tartabilecek hassas mizancıklar, hepsini fark edebilecek incelikler koymuştur. Bu nedenle âlemin en acayip, en garip, en şirin, en geniş ve en güzel hakikati, rızkın üzerinde toplanıyor. Rızık da, hem maddi, hem manevi, hem de hal dili ve sözlü olarak şükür ile kaimdir.
Fıtri şükür, kolaydır. Bu, rızka iştah ve iştiyak duymakla oluyor. O görevi de nimetlerin gayet güzel ve süslü suretleri, güzel kokuları, güzel tatları, fıtratın cezbedicileri ve şükrün davetçileri yapıyorlar. Bütün bunlar, şuur sahiplerinin dikkatlerini çekerek şevke ve nimete karşı bir nevi beğeniyedavet, bir hürmete sevk edip aynı zamanda, hem manen, hem fiilen ve hem de sözlü olarak şükretmelerini bekliyor, arkasındaki daimî, hakikî, hadsiz bir lezzeti ve zevki taşıyan iltifat-ı Rahmânîyi görmelerini ve şükürle manen Cennetin bâkî zevklerini de tatmalarını istiyor.
Dilimiz, Cenâb-ı Hak hesabına nimetlerin tadına bakarsa manevi şükrünü eda etmiş ve gerçek değerini bulmuş olur. Aksi halde kâinat Hâlıkının hikmetine zıt ve muhâlif bir vaziyete düşer. Bu durum, vücudumuza takılmış olan bütün organlar ve duygular için de geçerlidir.
Şükreden insan mutludur, memnundur,kanaat edendir, razıdır, nimetlerden azami derecede istifade edendir. Kanaatsiz olan insan ise, mutsuzdur, açgözlüdür, razı değildir, hırslıdır, bu nedenle nereden gelirse gelsin ayrım gözetmeksizin haram-helâl demeyip rast geleni yer, bir de nimete karşı hürmetsizlik eder, israfa dalar.
Rahmân isminin en zâhirmânâsı Rezzak’tır, rızka bakar ve şükürle ona yetişilir. En güzel şükür de namaz iledir. Namaz, bütün şükür nevilerinin umumi bir fihristesidir. Şükreden insan, safi bir imanla şükreder, “Elhamdülillah” der, her şeyi hazine-i Rahmet’in hediyesi olarak görür ve Rahman’ın kudret eline teslim eder. Gafil insan ise, küfran-ı nimetedüşer, şükrün manevi ve uhrevî Cennet meyvelerinden ve Cenâb-ı Hakk’ın iltifat-ı rahmetinden mahrum kalır, lezzet ve zevki de hiçe iner.
Şükür devamı, şükürsüzlük ise, yokluğu, geçiciliği, ayrılığı hatırlatır. Bu ise, lezzetten çok elem bırakır. Şükürsüz nimet, en güzel bir suretten, en çirkin bir surete iner.
Canlılar içerisinde rızkın her çeşidine en ziyade insan muhtaçtır. Çünkü insan Cenâb-ı Hakk’ın bütün esmâsına mazhar olan bir varlıktır. Bu yüzden o bir mucize-i kudrettir, hâlife-i arzdır, ahsen-i takvime çıkmaya layıktır. Bu nedenle insan şükür, ubudiyet ve mahbubiyet yoluile Allah’a yaklaşmak durumundadır. İnsan, ancak şükürleinsan olduğunu, bir mucize-i kudret ve bir halife-i arz olduğunu fark edebilir, ahsen-i takvime çıkabilir.
Kaynak:
Nursi, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup, Beşinci Risale Olan Beşinci Mesele, Şükür Risalesi, s. 348-352
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.