İsmail BERK
Nur talebeleri asayişin manevi muhafızlarıdır
Risale-i Nur projeksiyonları-5
26- Risale-i Nur, toplumun huzuru için kendini sorumlu bilen müellifinin ve talebelerinin şehadetiyle "Biz, asayişin manevi muhafızlarıyız."(Tarihçe-i Hayat, 812) der ve devam eder “Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.“(Emirdağ Lahikası, 631).
Toplumun güvenliği ve sükunetini, muhabbet ve teşebbüs gücünü önemser. Kavga, husumet ve ayrılıkçı hareket ve ayrışmalardan uzak durduğu gibi talebelerini de uyarır. Bunun doğurduğu ve ilerleteceği derin yara/hastalık olarak "ihtilaf"ı ifade eder. Onun gözünde “Sebeb-i ihtilâf, hâkim-i zâlim olan cerbezedir. Fikr-i tenkit ve bedbinliğe istinad eden cerbeze, daima zâlimdir.”(Tuluat, 5)
Buna karşılık "ittifak vasıtaları"nı öne çıkarır.
“…bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı kelimetullaha mâni olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan sû-i ahlâk ve harekettir ve ihtilâf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.”(Hutbe-i Şamiye, 52)
27- Risale-i Nur, muhatabı şeytan da olsa, ikna ve müzakere yolunu açık tutar. Şeytanın ve onun temsili durumundaki bütün söz ve davranışlar ile nefis olarak insanda tezahür eden belirtilerinin şüphe/şirk/şikayet/inkar ifade eden sorularını sordurur ve Risale-i Nur külliyatında bunlara cevaplar verir.
“…şeytanların icadı, terakkiyât-ı insaniye gibi çok hikmetli neticeleri olmakla beraber, sû-i ihtiyarıyla ve yanlış kesbiyle şeytanlara mağlûp olmakla, “Şeytanın hilkati şerdir” diyemez. Belki o, kendi kesbiyle kendine şer yaptı.”(Lem’alar, 141)
Son derece ispat ve iknaya dayalı bir mukayese ve karar kalitesini sağlayacak bir ilmi zeminde hadiseyi bütün yönleri ile muhtemel soru ve şüpheleri tek tek ele alır.
“…Ey şeytanın desiselerine müptelâ olan biçare insan! Hayat-ı diniye, hayat‑ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiyenin selâmetini dilersen ve sıhhat-i fikir ve istikamet-i nazar ve selâmet-i kalb istersen, muhkemât-ı Kur’âniyenin mizanlarıyla ve Sünnet-i Seniyyenin terazileriyle a’mâl ve hâtırâtını tart.”(Lem’alar, 161)
Eliminasyon yoluyla, iddiaların asılsızlığını ortaya koydukça sağlam delille doğru kanaat oluşturur.
Risale-i Nur, bu yönüyle Avrupa'nın kendi gururunu okşamak için bilimle baskıladığı Doğu toplumlarına ve İslam'ın tazeliğini ilimle sunamayan Asya toplumlarına nefes aldırır.
28- Risale-i Nur, hürriyet, teşebbüs ve icat üzerine kurulu bir mutluluk medeniyetini ve onun yaşanacağı donanım ve altyapıyı temsil eden saray benzetmesi ile tarif eder.
“…Mâzinin sahrâlarında keşmekeşliğinize sebebiyet veren her birinizdeki meylü’l-ağalık ve fikr-i hodserâne ve enaniyet, şimdi istikbalin saadet-saray-ı medeniyetinde fikr-i icada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikr-i hürriyete inkılâp edecektir.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 33)
Risale-i Nur, Osmanlı'nın son döneminde en geri kalmış bölgeden/doğudan, hatta en uç noktadan/sınırdan bir kesit alır. Hakkari’'nin Beytüşşebap aşiretinde kalkınma modeli anlatır. Onlara "müteşebbissiniz" diye şevk verir/motive eder. Bir ülkenin kalkınma dinamiklerinin özgür fikirler, bireyin girişimi ve inovasyon olarak icat ve keşifler olacağını söyler ve onları teşvik eder.
“… Kalbden fikre karşı menfez açınız. Kuvveti aklın imdadına ve hissiyatı efkârın arkasına gönderiniz. Ta ki, şecaat-i akliye-i medeniyet meydanında namus-u millet-i İslâmiye pâyimal olmasın. Kılıçlarınızı, fen ve san’at ve tesanüd-ü hikmet-i Kur’âniye cevherinden yapmalısınız”(Divan-ı Harb-i Örfi, 422).
Bu şekilde medeniyetin mutluluk sarayında yaşayabileceklerini belirtir.
Bu vizyon/tasavvur, bu gün hala geçerliliğini ve tazeliğini korumaktadır ve geleceğe ufuk tutan bir projeksiyondur.
29- Risale-i Nur, kadın üzerine kurulu bir şefkat ve üretkenlik zekasına dikkat çeker. Risale-i Nur’un dört esasından biri olan şefkati, en iyi yaşayacak ve yaşatacak olanları "şefkat kahramanları kadınlar" olarak belirtir.
“…Kadınlar şefkat kahramanı bulunmasından, hattâ en korkağı da kahramancasına ruhunu yavrusuna feda eder.”(Emirdağ Lahikası, 416)
Bu, aynı zamanda anne, eş, evlat gibi sorumlulukları olan kadının ailenin çekirdeği olma vasfıyla birlikte toplumu inşa edecek evlatlarında rahmi/yuvası/şefkati/kucağı olan bir anne meziyetidir.
“Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder-tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler.”(Sözler, 550)
Ayrıca kadınların İslam terbiyesi ile medeniyetin zararlarından ve gayr-i meşru hallerinden kurtulmalarının yönünü gösterir, ikaz eder ve tehlike sinyallerini verir.
Bir de medresesinin adını Zehra koyarak, Medresetüzzehra ismiyle, öğrenme ve ilim iklimine bir hanım ismi vererek onların hem doğurgan, hem müşfik hem de yuva kurma vasfının bir karargahı olarak ilim iklimini tarif eder.
“Câmiü’l-Ezher’inkızkardeşi olan, “Medresetü’z-Zehrâ” namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz.”(Münazarat, 126) der.
Oldukça munis, yumuşak, özgürlüğü yaşayan, evladına karşı sevgi dolu bir anne gibi algılamak mümkün ilim ortamını ve üniversal bahçeleri/ortamları/kampüsleri/külliyeleri.
Aradığı böylesine sıcak, sevgi ve şefkatle bezenmiş, doğurgan/inovatif ve kuşatıcı bir öğrenme alanıdır.
30- Toplumun katmanlarından biri olan ve en çok saygıyı, vefayı ve desteği hak eden ihtiyarlar için ayrı bir risale yazar ve onların gündemini, kendi hayatının çileli ve bir o kadarda ihtiyarlatan örnekleri üzerinden verir.
“Bu ihtiyarlıklar içinde dünyadan firak ve sevdiklerimden iftirak zamanı yakınlaştığından, ihtiyarlık beni ziyade sarstı.”(Lem’alar, 355)
İmanla kabre hazırlayacak ve ölümün mahiyetini doğru bilecek ve ihtiyarlığına sevinip, yalnızlığına merhem olacak ve çevresiyle birlikte sabır ve şükür içinde ibadet ve huzurla geçecek tevekküllü bir hayatın farklılıklarından bahseder.
“Hâlık-ı Rahîmimizin rahmeti, bu ihtiyarlığımızda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadır. Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahmân’a intisap etmek ve ferâizi kılmakla Ona itaat etmektir.”(Lem’alar, 356) der.
Onlara teselli verir. Manevi destek olur.
“…Acz ve zaafın tam zamanı da ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbul bir şefaatçi olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır.” (Lem’alar, 362) diyerek farklı bir bakış açısı geliştirir.
Günümüzde yaşlılarla ilgili gelişmelerin ve kamu birimlerinin daha yeni yeni kurulduğu düşünülürse, bir çok evladın büyüklerine/yaşlılarına ve ebeveynlerine karşı sınavını geçemediği bu endüstriyel çağın bunaltıcı havasında ihtiyarları düşünmek, onları gündem yapmak ve kendi hayatıyla özdeşleştirir gibi yüksek bir aidiyet ve empati/diğergamlıkla çerçeveler oluşturmak başlı başına incelenmeye değer bir konudur. İleride herkesin karşılanacağı bir durak olacağı için şimdiden hazırlanmanın şuurunu vermektedir.
31- 1892'de Bediüzzaman ilmi ünvanını alan Said Nursi, 2014'e dek gelen 122 yıllık yürüyüşünde Risale-i Nur ile en başından beri çağın temel özelliğini/karakterini/beklentilerini/gerçeğini hürriyet ve hürriyet etrafında oluşan insani bir hayat ve eşitlik, teşebbüs, hak ve hukuk sistemini dikkate verir.
Nitekim savaşlar yüzyılı diyebileceğimiz 20. yüzyıl ve öncesi 19. yüzyılın tortuları ve çağın hala eşiğini tam yakalayamadığı temel hak ve özgürlükleri besleyecek iman ve ahlak inşası 21. yüzyılda da hala kalkınmış ve geri kalmış coğrafyaların önceliği ve çözüm arayan birinci gündemi olarak önümüzde duruyor.
Bunu sosyal, siyasi, kültürel, ekonomik, toplumsal veya bireysel talepler ile buna direnen veya statükosunu korumak isteyenlerin bunalım ve çalkantılarıyla oldukça değişken ve dinamik yakın siyasi tarihte daha fazla görmekteyiz.
Risale-i Nur ise, “… içinde bulunduğumuz asrın değiştirdiği hayat şartları ve yeni bir dünya nizamı ve görüşü karşısında îmanın tahkim ve takviyesi ile feveran eden hamiyet-i İslamiyenin manasıdır; …bu milletin mazisine mütenasip kahramanlığı, yüksek îman ve ahlakı izhar etmesi işaretidir.”(Tarihçe-i Hayat, 45)
Risale-i Nur, istibdadın yadigarı/evladı olan bu dayatma ve diktatörlüklerin ve gaspların irade ve akıl ve bütçeleri fakirleştiren talanların çözümü olarak hürriyet ve hürriyete vasıf kazandıran iman üzerinde durur.
“İmandan gelen hürriyet-i şer’iye iki esası emreder: …tahakküm ve istibdat ile başkasını tezlil etmemek ve zillete düşürmemek, ve zâlimlere tezellül etmemek... hürriyet-i şer’iye Cenâb-ı Hakkın Rahmân, Rahîm tecellîsiyle bir ihsanıdır ve imanın bir hassasıdır.”(Hutbe-i Şamiye, 36)
Kimlik, aidiyet ve coğrafi kültürlerin çatışma alanı olan ve sınıfsal kavgaların temelini teşkil edecek şekilde kurgulanan hegemonik sistem ve rejimlerin temelindeki toplumsal hafızanın özgürlük ve inanç içinde kabullenici standardına Batı medeniyetinin uygun olmayışı, İslam medeniyetinin de kendi miras yedileri yüzünden değerinin anlatılamaması/anlaşılamaması yeniden inşa süreçlerinin gecikmesine neden olmaktadır.
32- Risale-i Nur, Adetullah olan ilmi esaslar ve ilimle yapılan keşif ve öngörülerle kılavuzluğun, hayatı tanzim edici gelişme ve yeni buluşların kainat kitabından alınma birer şeriat kaidesi olduğunu belirtir.
“Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var: Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor. Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor;...”(Lem’alar, 316)
Allah'ın irade sıfatından gelen bu icat/inşa/ faaliyetleri ve yaratılış kanunları çerçevesinde fıtrata dayalı öğrenme ve keşfetme ile Allah'ın esma tecellilerini öğrenmiş oluyoruz.
Kelami olan ve kelam sıfatından gelen Kur'an'ın kainat ile beraber okunması ve birbirini beslemesi ve ilahi esasların şuur, kaide ve sınırlar/hadler ile uygulamada ilmin kaşif karakteri bir birini tamamlar.
“Bu kâinat nasıl ki kendini icad ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitap gibi, bir sergi, bir temaşagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkaşına delâlet eder…”(Şualar, 774)
Bu açıdan bakıldığında yer kürede müspet ve insani olan her şey İslami'dir. İslam'ın güzelliklerine dahildir. Onu onsuz düşünemeyiz.
Böylece kainattaki ve dünyadaki hiç bir olay ve gelişmenin iyi yönünü İslam'a alternatif ve kötü olanları da İslam'la özdeşleştirme takıntısına girmekten bizi koruyan bir İnsani-İslami perspektifi risaleden öğrenmekteyiz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.