Himmet UÇ
Şura’lar ve Feto’lar
Eleştirmenler ve macera heveslileri mizaçları gereği her örgütte her kurulu düzende aksak yönleri görürler. Onlar her ne kadar mükemmelin, eksiksizin olmasını, uygulanmasını isteseler de yine de varlıklarını devam ettirmek için aksaklıkların, arızaların, hantallıkların eksikliklerin devamını isterler. Onların feveranı, “biz de varız” demeleri devlet çarkında, din örgütlenmesinde, milli eğitimde tenkid edilecek, bağırılacak şeylerin olmasıdır. Bu yüzden zahiren onların olmamasını isterlerse de onların derdi, gündemde olmaktır. Sanki eleştirmenlerle, ihtilalcilerle, gayri memnunlarla, münekkidlerle bu işlerin teori ve uygulamasını yapanlar arasında gizli bir iletişim ağı vardır. Eksik yapar ta ki eleştirilsin, bundan çok huzursuzluklar çıksın.
Bizde sistemin, devlet çarkının değişmesini, halkın temsil hakkının farklı biçimlenmesini isteyen ilk grup Tanzimatçılar, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi kimselerdir. Tabi bunlar karihalarının yetmezliğinden eğitim sistemini revize edip yeni bir bakış açısı getirmek gibi uzun ama verimli bir yolu tercih edememişler. Üstadları Fransız ihtilalcileri ve Filozofları. Jan Jak Ruso, Diderot, Dalamber gibiler. Bu yüzden bir ihtilalci grubuyla yenileşmeyi sağlayacaklarını zannederler ama devlet bunu farkeder. Kimi hapsedilir, kimi sürgün edilir.
Namık Kemal’in, “Ne mümkün zulm ile bidad ile imhayı hürriyet/Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten” meşhurdur.
Acaba Osmanlı’nın yürürlükteki hürriyeti bunlara yetmiyor muydu, yoksa başka şeyler mi kastediyordular. Biraz da değişim zaman isteyen bir şey. Henüz meşruti idareyi bile becerememiş bir devlette batı tarzı bir yönetim biçimi biraz da muhali taleb etmek.
Bediüzzaman, “Muhali taleb etmek kendine fenalık etmektir” der. Bu büyük bir sözdür. Siyasette de caridir. Bediüzzaman siyasi istikrarı bozan küçük partilere “Ben öyle adamlara anarşist gözüyle bakıyorum” diyor. Çünkü onlar mümkün hükümetin hangi suretini görse, daha iyi düşüncesiyle istikrarı mahveder. Bizim siyasi tarihimiz böyle daha iyi temennisiyle meclisin bir kenarına sıkışmış sözde idealistlerle doludur. Bediüzzaman bu yüzden siyasi istikrarın, her türlü istikrarın temeli olduğunu bilir. Kulübe, partiye gitmeden siyasi düşünceye basiret verir, ayar getirir.
Bir Milli Eğitim Şurası yapıldı. Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur misali toplantılar bitti. Büyük yansımaları olmadan geçti gitti birkaç günlük fasıldı. Birkaç gazete yazısı ile anıldı. İz bırakıp bırakmadığı tarihe kalmış, hayırlı olsun. Fetullah Gülen okullar açmış, dershaneler açmıştı. Diyarbakır’da iken sınıfın büyük bir kısmı bu okullardan ve dershanelerden gelmiş çocuklardı. Risalelerin sadeleştirilmesinden memnundular. “Hocam neden kızıyorsunuz artık anlıyoruz” dediler. Ben birşey demedim, onların anlayacağı bir iş değildi. Gülen, bu okulları ve dershaneleri açmakla Anadolunun en ücra köşelerine disiplin götürdü, fakir fukaranın çocukları okudular fakat ne zaman ki hareketin bir üst harekete, devleti dizayn etmeye geçmek için bir ön hazırlık olduğu ortaya çıkınca okullar da hocalar da idealleriyle birlikte kayboldular.
Bizde düzene çekidüzen vermeye çalışanlardan başarılı yok. Batıda da yok ama işin püf noktası bu okullar ve dershaneler milli eğitimin çocuklarına gereken disiplini, idealizmi, dindarlığı veremediği iddiasıydı. Fetullahçılar bu eksiği okulları ile tamamlamaya çalıştılar ama idealleri devlet açısından muzır olarak telakki edildi, zaten de öyleydi. Kırkıncı Hoca Fetullah Gülen’e “okul açma” demiş. Basiretli bir tutum takınmış ve geleceği görmüş. Bediüzzaman’ın cami cemaati telakkisinden çıkmayışı da bu yüzden. “Organize hareket eden bir cemaat illa bir şeyi hedeflemiştir” dediği çıktı, bir çok zayi oldu.
Yeni Milli Eğitim Şura’sı bitti ama milli eğitime yine manevi ve milli açıdan yeni bir program ve uygulama getirmedi, eleştirildi. Şimdi böyle Fetö hareketinden ders alıp onun gibi değil devletin denetiminde bir yenileşme, yeni programlar ve uygulamalar olmasa yarın bir aklı evvel çıkar yeni bir meto olmayı düzenler. Demek ki Şuraların asıl gayesine hizmet edip, tarihten ders alıp kendini yenileyen bir milli eğitim tarzı getirmeleri iyi olur.
Bediüzzaman “Ben şapkaya izin verdim, yoksa yirmi tane daha Şeyh Said çıkardı” diyor. Siz böyle giderse bileşik kaplar deneyi gibi çok fetolar çıkar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.