Mehmet SILAY
Tanıdığım Prof. Muhammed Hamidullah
İçeride Peygamber aşığı bir ilim adamı vardı.
Mevdudi‘nin ve İkbal‘in hemşehrisi, Hindistan-Haydarabad bölgesinden Muhammed Hamidullah.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi‘ne henüz kaydımı yaptırmıştım fakat Cağaloğlu‘nda işçi olarak çalıştığım Yağmur Yayıneviyle de bağlantım kesilmemişti. İkindi serinliğinde gelen iki misafirle salon aydınlanıverdi.
Onu ilk defa ve yakından görmenin mutluluğunu ve heyecanını yaşıyordum. Yağmur Yayınevi‘nin kurucusu ve sahibi İsmail Bey, onları nezaketle karşılamıştı.
Ismarlanan çayları masanın üzerine usulca bırakıyordum.
“Efendim ‘Bedir Savaşı’ kitabınızı okuyan Nureddin Topçu Bey sizi takdir ediyor” dedim.
“Kendileri subay mıdır?” diye sordu.
“Hayır efendim Felsefe öğretmenidir.”
Hoca sustu. Uyumayan bir araştırmacı; Nureddin Topçu Kurmay subay olsaydı Hamidullah’ın danışacakları ve soracakları vardı.
Hamidullah, “Hz. Peygamberin Savaşları”nı yazarken yalnız kütüphanelere kapanıp, kaynak araştırmaları yaparak ve retrospektif çalışmalarla yetinmemişti. İnceleme konusunu güncelleştirmiş ve olayın yaşandığı coğrafyaları adım adım dolaşmıştı.
Savaş sanki bugün cereyan etmiş gibi, Bedir Kuyularıyla Mekke arasında, merkep sırtında defalarca gidip gelmişti.
Çarpık yapılaşmaları görmemezlikten gelerek, yamaçları, meydanı ve Bedir kuyularının etrafını tekrar tekrar incelemiş. Hayber kayalıklarında Haydar-ı Kerrar kesilmiş ve Uhud tepelerini böğründen yaralı Seyyid-i Şüheda Hamza gibi mahzun ve inkisar dolaşmıştı.
Aramızda ince bir sunta var.
Anadolu‘dan gelen siparişleri karşılıyorum. Poşetlere yerleştirdiğim kitapların dışına da adres etiketlerini usulca yapıştırıyorum.
Ziyaret kısa sürüyor.
Hamidullah’ın tavırlarında güven var, ciddiyet var. Önceden kalkıp kapıları açıyorum.
- Allah‘a ısmarladık!
- Güle güle efendim, Allah‘a emanet olunuz!
Çakmak bakışlarıyla yine göz göze geliyoruz. Onları uğurlamak düşüyor nasibimize.
Aynı hafta ona Veznecilerde rastlıyorum. Yol ortasına düşmüş iri bir tuğla parçasını, görmez de üzerine basıp zarar verir, diye eliyle eğilip alıyor ve kaldırımın arkasına atıyordu.
***
Hamidullah’tan İlk Ders
Zaman hızla akıyor, değişen mevsimlerle köprünün altından çok sular geçiyor.
Koltuğumun altında bütünleme sınavına kaldığım Biyokimya kitabıyla, Beyazıt Meydanından Devlet Kütüphanesine doğru yürüyorum. Bu imtihanı da atlatırsam klinik başlayacaktı.
Rahmetli Emin Işık beyin sesiyle geriye dönüyorum.
- Memet, gel buraya!
- Buyur abi!
İşi çok acele…
Merhabalaşmaya, hal-hatır sormaya bile vakti yok.
- Hamidullah hoca bugün Edebiyat Fakültesinde halka açık ‘Dinler Tarihi‘ dersine başladı. Bak, haber vermedi deme!
- Hemen geliyorum!
Koşar adım merdivenleri çıkıp anfiye dalıyor ve sessizce yerimizi alıyoruz. Ders henüz başlamış ve sıralarda öğrenciden çok sade vatandaşlar ve meraklılar vardı.
Yine Fransızcadan simultane tercümeyi Salih Tuğ Bey yapıyordu.
"Dinler tarihi insanlığın ortak tarihidir. Kur‘an-ı Kerim‘de sembolik bir üslup egemen. Bir kelime veya kısa bir Ayet-i kerimeyle insanlık tarihine damgasını vuran bir olay örnek olarak anlatılır..."
Sonra ancak kendi işiteceği tonda ve nefes alırcasına bir besmele çekiyor.
"Vet-tîni Vaz-zeytûni...Va Tûru Sinîne...Vahezel-Beledil-Emin!
"Andolsun incire ve zeytine... Ve Sina dağına ve emin beldeye..." Sureyi ayet ayet okuyup, açıklamaya başlıyor.
***
Buda’nın Memleketi Taxila’ya seyahat
İlginçtir; incir ağacının gölgesinde tefekkür halindeyken Buda‘ya vahyin geldiği bütün Hind menkıbelerinde ve Buda‘yla ilgili biyografik eserlerde vurgulanır.
Geçen sene İnsani Yardım Vakfı‘nın Kandehar‘daki mayın kurbanı mülteci ve muhacirlere tıbbi yardım programında görev alarak Pakistan‘a gitmiştim.
Kısa bir süre İslamabad‘da beklemem gerekiyordu. Bölge uzmanı Ahmet Nedim Han‘la birlikte, günübirliğine Buda‘nın bir şehzade olarak doğup yaşadığı ve mesajlarıyla halkı eğittiği Taxilla‘ya direksiyon kırdık.
Yeşilin baş döndürücü tonları içinde ve el değmemiş cennet misal, bakir bir tabiatla kuşatılmıştık. Buda konseptli devasa milli müzenin tıka-basa, çeşitli boy ve renkte mask-heykel ve büstlerle bir puthaneye dönüştüğünü esefle gördük. Tepede bağdaş kurup “semirmiş” temsili Buda heykelleriyle bezenmiş görkemli bir tapınaktı burası.
Tapınağa tırmanırken masmavi akan ırmak boyunca incir ağaçları, zeytin ve rengarenk zakkumlarla kendimi Hatay sahillerinde hissettim. Parlak güneş altında, karakteristik flora ve faunasıyla Taxilla‘da tam anlamıyla Akdeniz iklimi egemendi.
Keşmir cennetine doğru yükselen yaylada, Everest eteklerindeki incir bahçelerine Hamidullah‘ın nazarıyla bakmaya çalıştık. Görkemli tapınaklar, müzeler, yalnız heykel üreten imalathaneler ve iri gövdeli, geniş yapraklı Buda sembolü ağaçlar.
***
Hamidullah’ın Fransızlar Üzerindeki Etkisi
Avrupa Konseyi‘nde görevliyken gittiğimiz Paris‘te ve Sultan Abdülmecid‘in desteğiyle yapılan Arap Camii‘nde bir Cuma namazını Hamidullah ile aynı safta kılmıştık.
Hâlâ dinçti fakat biraz daha yaşlanmıştı.
Zarif revakların altında toplanan Cezayirli mü‘minler Hamidullah‘ı işaret ederek, binlerce Fransız kökenli Hıristiyan’ın "İslâm Peygamberi" kitabını okuyarak Müslüman olduklarını anlattılar.
***
Bediüzzaman’a Mektup Yazmıştı
Tarihçe-i hayat eserinin Isparta Hayatı bölümünde yer alan bir mektup Muhammed Hamidullah’a aittir. Mektup şu şekildedir:
Sorbon Üniversitesi İslâm ve Roma Mukayeseli Hukuk Kürsüsü Profesörü ve Paris İslâm Kültür Merkezi Fahrî Başkanının Üstad Bediüzzaman Hazretlerine Yazdığı Mektup
21 Cemaziyelahir 1377 / İslâmbol
Allah Yolunda Mücahid Muhterem Hazret-i Üstad,
Allah size uzun ömür ihsan eylesin. Göndermiş olduğunuz kıymetli hediyeniz olan kitabınızı ve selâmınızı alarak teşekkür ettim. Allah size selâmet versin. Kıymetli yüksek eserlerinizden istifadeye muvaffak kılsın.
Eskiden beri sizin yüksek vasıflarınızı ve büyük mücahedenizi işitirdim ve daima da işitmekteyim. Allah, birbirinden uzak olanları kavuşturucudur. Bizleri, sevgi ve rızasını kazanmakta muvaffak kılsın. Bu fakir ve zelil kul, yüksek ve aziz olan siz Kur'ân hâdimine teşekkürlerini arz eder.
Dr. Muhammed Hamidullah
***
Vefatı
O yıl Teksas‘ta konuştuğumuz Hamidullah‘ın en vefalı öğrencilerinden Merve Kavakçı hanımefendinin babası ve Dallas Camii imamı Prof. Yusuf Ziya Kavakçı, "Yakınlarını dahi tanıyamayacak kadar yaşlandı hoca!” diyordu. Hayırlı akıbeti bekleyip, Hakka yürüyeceği günü gözler olduk artık. Lakin o, eserleri ve Habibullah aşkıyla aramızda Yevm-i Kıyamete kadar yaşayacak!"
Alimin ölümü alemin ölümüydü. Bir ilim adamının vefatı insanlığın ortak kaybıydı.
Tarih 12 Aralık 2002 idi.
Yoğun kar yağışıyla Türkiye‘nin tamamı karakışa teslim olduğu günlerde, Dallas‘tan beklenen acı haber geliyordu. Onu uzaktan-yakından tanıyanlar, kitaplarını okuyanlar ve adını duyanlar dilhûn oldular. Bazı kasaba mescitlerinde bile gıyabi cenaze namazları kılındı. Ruhu şerifine Fatihalar, Yasinler ve Hatmi şerifler ikram edildi...
Amerika gurbetinde, hocasını gözyaşları içinde yıkayıp, cenaze namazını kıldırdıktan sonra, tüm defin hizmetlerini yerine getiren Yusuf Ziya Beyin duyguları yüreğimizde hazin bir çığlığa dönüşüyordu.
Şairin diliyle:
"Medet, Medet! Yıkıldı cihanın bir yanı!"
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.