Mehmet Selim MARDİN
Tarihçe-i Hayat'ta yapılması gereken tashihler
Bedîüzzamân Said Nursi hayatta iken, bazı risaleler ile mektup ve müdafaaların bir araya getirildiği Tarihçe-i Hayat adlı eser, 1950 yılı ortalarından itibaren üniversite Nur talebeleri tarafından yapılan çalışmalar neticesinde, başta Hukuk Fakültesi öğrencisi Atıf Ural olmak üzere, Zübeyir Gündüzalp’in himmetleri ile hazırlandı. Baskı aşamasına gelen eser Nur talebelerinden vaiz Said Özdemir ile Dr. Tahsin Tola tarafından 1958 yılında Ankara’da basıldı.
1958 yılında Ankara’da basılan Tarihçe-i Hayat’ın ilk baskısı
“Ayet’ül Kübra” ve “Münacat” gibi risalelerin yer aldığı eserde ağırlıkla olarak Risale-i Nur hizmeti ile ilgili mektuplara yer verilmiştir.
Bedîüzzamân Said Nursi’nin biyografisine çok az yer verilerek, nazarlar Risale-i Nurlara ve hizmete çevrilmek istenmiştir. Bediüzzaman’ın ilk hayatı anlatılırken, Abdurrahman Nursi’nin Tarihçesinden yararlanılmıştır. Önsözü Ali Ulvi Kurucu yazmış olup, son bölümde ise mahkeme müdafaaları ile basında Risale-i Nurlar lehinde çıkan bazı makaleler iktibas edilmiştir.
Tarihçe-i Hayat’ın basıldığı dönemde çok dar ve kısıtlı imkânlar göz önünde bulundurulunca, bazı istenilmeyerek meydana gelen bilgi eksiklikleri ve yanlış anlamaya yol açan ifadelere müsamaha ile bakılması gerekir. Eserde tashih edilmesi gereken bazı konulara veya tabirlere Bediüzzaman’ın hatırası diye yıllardır dokunulmak istenmemiştir. Ancak günümüzde Risale-i Nurları tenkit etmeye yeltenenlere açık kapı bırakmamak adına, ayrıca akademik çalışmalar yapmak isteyenlere sağlıklı bilgi sunulması için tashih konusu ihtiyaç haline gelmiştir. Bu konuda Tarihçe-i Hayat eserini basan yayınevlerine büyük görevler düşmektedir. Bir araya gelip tashih konusunu görüşmeleri ortak bir çözüme gitmeleri gerekir.
Sadece örnek olması açısından tespit edebildiğimiz tashih gerektiren meseleleri maddeler halinde sıralayalım. Gözden kaçan meseleleri de konuyu merak edip araştıranlara havale ederiz.
1. Bedîüzzamân Said Nursi’nin doğum tarihi eserin ilk baskılarında H.1290 - M.1873 diye geçer. Daha sonra yayınevlerinin çoğu R.1293 tarihini tercih etmeye başladılar. Zaten Abdurrahman Nursi ile Müküslü Hamza’nın 1919 yılında kaleme aldıkları Tarihçe’de 1293 tarihi geçiyordu.
2. Bediüzzaman’ın ilk hayatının anlatıldığı bölümde, Miran aşireti reisi Mustafa Paşa’nın Molla Said’e hitaben, "Benim Cezire'de çok âlimlerim var. Eğer hepsini ilzam edebilirsen senin dediğini yaparım. Eğer ilzam edemezsen seni Fırat Nehrine atarım" cümlesinde geçen nehir kelimesine nasıl olmuşsa ”Fırat” ilavesi yapılmış. Aslında eski tarihçelerde nehir adı belirtilmeden yazıldığı halde, bir sehiv neticesi “Fırat” ilavesi getirilmiş. İlla nehir ismi yazılması gerekiyorsa bunun doğrusunun ”Dicle” olması gerekirdi.
3. Gerek Abdurrahman Nursi’nin gerekse Müküslü Hamza’nın yazdıkları Tarihçelerde maalesef Bediüzzaman’ın doğum tarihi dışında hiç bir tarih bilgisi kaydedilmemiş. O yüzden ilk kaynak olarak faydalanılan bu eserlerden “Tarihçe-i Hayat’a” iktibas yapılırken tarih bilgisine rastlayamıyoruz. Mümkünse konu ile ilgili hadiselere dipnot olarak tarih düşümü yapılırsa, akademik araştırmalar için çok faydalı olunacaktır. Örnek verecek olursak; Bedîüzzamân Mardin’e gelir, dipnot 1895 veya Van’a gider dipnot 1897 gibi.
4. Eski tarihçelerden yapılan bazı iktibaslar aynen olduğu gibi aktarılmadığından maalesef yanlış anlaşılabilinecek manalar ortaya çıkmıştır. İşte o cümlelerden biri:
“O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazen öldürülüyordu. Bediüzzaman'ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere "Bunlara ilişmeyiniz" diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlâkına hayran kalmışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istilâ ettiklerinde, fedâi komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek âdetini bırakıp, "Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz" diye ahdettiler. Molla Said, bu suretle o havalideki binlerle mâsumların felâketten kurtulmasını temin etmiş oldu.”
Bu cümlelerde geçen karşılıklı çocuk kesme ve öldürme hadiseleri iktibas yapılan tarihçede geçmemektedir. Abdurrahman Nursi’nin Tarihçesinde şöyle geçer:
“Ermeni çetelerinin taarruzunu işitir. Bu def‘a vatanına yani esas meskat-ı re’sine giderek fedâîlere karşı müdâfaa eder. Ermenilerin âile ve ma‘sûm çocuklarını toplayarak bunlara dokunmak şer’an câiz olmadığından ahâlîyi men eder. Ve mezkûr çoluk-çocukları Ermeni fedâîlerine teslîm ettirmek için gönderir. Ermeni fedâîleri bu hâlden memnûn olarak, “Mâdem ki siz bizim âilemize dokunmuyorsunuz, biz de muhâriblerinizden başka kimseye dokunmayız.” diye cevap gönderirler.”
Yanlış anlaşılmalara yol açabilecek ilaveli iktibaslardan vazgeçilip, cümlelerin aslını olduğu gibi aktarmak gerekir.
5. Bedîüzzamân Said Nursi’nin Rusya’da esir kampında iken, Rus Çarı’nın amca tarafından akrabası olan Rus Başkomutanı Nikola Nikolaviç’e ayağa kalkmama hadisesi, tarihçede Ehli Sünnet mecmuasında yer alan şekliyle iktibas edilip, bazı düzenlemeler ilave edilerek yer almıştır. Bu hadise Ehl-i Sünnet mecmuasının 1948 tarihli 2. cilt 46. sayısında Abdurrahim Zapsu’nun kaleme aldığı, ”Bediüzzaman’ın akıllara hayret veren bir seciyesi” başlığı altında, kampta esir olan bir yüzbaşının hatırası olarak yayınlanmıştır. Ancak hatırada geçen Bediüzzaman’ın Sibirya’ya götürülme meselesi tashihe muhtaçtır. Çünkü Bedîüzzamân Sibirya’ya gitmemiş, esaretini Kologriv, Poshekhonye ve Kostroma’da geçirmiştir. Mecmuadan yapılan alıntı yanlış anlaşılmalara sebep olabilir. Maalesef bu yanlışlığı Tarihçeyi hazırlayanlar da bilmeyerek sürdürmüşler.
Ayrıca mecmuanın Bediüzzaman’ın Başkomutanı tanıdığını ifade ederken, çarın dayısı olduğunu belirtmesi de yanlıştır. Çünkü başkomutan, çarın amca tarafından akrabası olur. Rusça’da amca ve dayı sadece dayı olarak tercüme edildiğinden, mecmua bir tercüme hatası yapmıştır.
6. Tarihçe-i Hayat’ta Bediüzzaman’ın esaretinin büyük bir kısmını geçirdiği kent, “Kosturma” diye geçer; fakat doğru yazılışı “Kostroma” olması gerekir. Bu isminde tashih edilmesi daha gerçekçi olur.
7. Barla hayatının anlatıldığı bölümde, Bediüzzaman’ın 1925-1926 senelerinde nefyedildiği ifade edilir. Doğrusu ”1926’da Mayıs ayından sonra önce Burdur’a sonra 1 Mart 1927 tarihinde Barla’ya nefyedilir” olması gerekir.
8. Bediüzzaman’ın Kastamonu hayatının anlatıldığı bölümde hiçbir tarihi bilgiye rastlanmıyor. Kastamonu’da geçirdiği dönemle ilgili tarihi bilgilerin dipnot olarak kaydedilmesi isabetli olacaktır.
9. Tarihçe-i Hayat’ın son bölümünde, 1950 sonrası basında Risale-i Nur ve Bediüzzaman ile ilgili çıkan yazılara yer verilmiştir. Bu yazılardan biride Eşref Edib’in Sebilürreşad mecmuasının 5. cilt 119. sayısında yayınlanan “Tahliller” başlıklı yazısıdır. Yazısının bir bölümü şöyledir:
“Sonra ben cemiyetin iman selameti yolunda ahiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var, ne cehennem korkusu. Cemiyetin; yalnız yirmi milyon Türk cemiyetinin değil, yüzlerce milyon bütün İslam cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun.”
Ancak yazı iktibas edilirken, “Sonra, ben cem'iyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Cem'iyetin, yirmi beş milyon Türk cem'iyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun” cümlesi ile eksik aktarılır.
Bu durumda Bediüzzaman’ın İslam alemi için cemiyetin iman selameti yolunda ahiretini feda etmesi Türk milletine münhasır kalmış oluyor. Bu eksik aktarımda yanlış manalara çekilebileceğinden tashih edilip doğrusunun yazılması gerekir.
Sonuç olarak; Bediüzzaman’ın çok ehemmiyet verdiği Tarihçe-i Hayat eserinin formatının azami bir şekilde korunup, yukarıda örneklemeye çalıştığımız sadece sehiv neticesi veya bilgi eksikliğinden kaynaklanan hataların tashih edilmesi için, basım yapan yayınevlerinin bir araya gelerek düzeltmeleri yapmak sureti ile basmaları zaruridir.
Bazı kaynaklarda Tarihçe-i Hayat adlı eserin, Bediüzzaman’ın tashihinden geçtiği ifade ediliyorsa da bu doğru değildir. Çünkü Bedîüzzamân yeni harfle okuma ve yazma olayına girmemiştir. Mahkeme müdafaalarını ve Nur hizmetleri ile ilgili gazete haberlerini devamlı talebelerine okutturmuştur. Tarihçe yeni harfle baskıya hazırlanırken kendisi bilgilendirilmiş, bu bilgilendirme sonucu düşüncesini beyan etmiştir. Hatta şimdiki tarihçenin üç misli büyüklükte hazırlanan tarihçeye onay vermemiştir. Çünkü nazarları şahsından ziyade Nur hizmetine çekmek istemiştir. Bedîüzzamân Said Nursi, Risale-i Nurları tashih ettiği gibi oturup tarihçeyi inceden inceye tashih etmemiştir. Bu nedenle meydana gelen eksiklikleri ve tashih gerektiren meseleleri, Risale-i Nurlarla ve Bedîüzzamân ile irtibatlandırmamız yanlış olur. Eksiklikler sadece tarihçenin biyografi bilgileri ile sınırlıdır.
Tasvibinden geçerek yayınlanan Tarihçe-i Hayat için Bedîüzzamân Emirdağ Lahikasında şu ifadeleri kullanır “Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecmua kadar fayda verdi, fütuhat yaptı. Şimdi bir parça ilişmelerine katiyen merak etmesin. Nazar-ı dikkati celb ettiği için, büyük bir ilânname hükmüne geçti. Şimdiye kadar nasıl ki yirmi senedir yirmi büyük mecmua perde altında intişar etmesiyle çok büyük fütuhata medar oldu. Tarihçe-i Hayat’ın da perde altında intişarı inşâallah aynı neticeyi verecek.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.