Müfit YÜKSEL
Tarihi gerçekleriyle Bediüzzaman
Bediüzzaman Said En–Nursî El-Kürdî'ye, Bedîüzzaman lakabını hocası meşhur Allâme Molla Halil El-Es'ardî'nin (Vefatı:H.1257/1841) torunlarından Molla Fethullah bin Molla Ömer vermişti. Bediüzzaman "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi ve Divân-ı Harb-i Örfî" kitabını bir mukaddime ile basan Diyarbekirli Ahmed Ramiz'in dediği gibi bir "âteşpâre-i zekâ" idi.
R.1293/H.1295'te 87 yıllık zorlu ve çileli hayatının başlangıcı olan Bitlisi'n Hizan Kazasına bağlı Nurs (Nors) köyünde doğmuştur. İstanbul'da Dâru'l-Hikmeti'l-İslamiyye a'zâsı iken Meşîhata verdiği terceme-i hâl varakasına göre "Bir sülâle-i ma'rûfeye nisbeti olmayan" bu zamanın bedîi (harikası), neş'et ettiği Kürdistan mıntıkasında harika hafızası ve fırt-ı zekası ile kısa zamanda okuduğu medreselerde temayüz eder. Kendisine ders veren hocalarını/seydâlarını aşarak, onlara ders verir hale gelir. Bitlis, Siirt, Muş, Doğu Bayezid, Mardin derken diyar diyar dolaşır.
Zekası ve haşin tabiatıyla, cesaretiyle ele avuca sığmayan bu zata, artık çevresi dar gelmeye başlar, dışa açılmak ister. 1323/1907 yılında, devrin Bitlis Valisi İşkodralı Tahir Paşa'nın yazdığı tezkiye mektubu ve bir murûr tezkiresi ile İstanbul'a gelir. Bu arada "Ma'rifet Ve İttihad-ı Ekrâd" adı ile Türkçe-Kürtçe bir gazeteyi çıkarmak için 1498 numaralı bir arîza (dilekçe) ile teşebbüste bulunur. Volkan Gazetesi sahibi Derviş Vahdeti ve arkadaşlarının kurduğu İttihad-ı Muhammedî Cemiyetine girer, Volkan Gazetesinde makaleleri neşrolunur. Bunun dışında, Şurâ-yı Ümmet, Şark Ve Kürdistan, Kürd Teâvün Ve Terakki Gazetesi, İkdâm, Serbestî ve Sebilürreşâd gazetelerinde de makaleleri neşrolunur.
31 Mart Vak'ası ve Hareket Ordusunun İstanbul'a muvasalatının akabinde kurulan Divân-ı Harb-i Örfî (Sıkıyönetim)'de yargılanır. 1326/1910'da "Nutuk", 1327/1911'de de "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi Ve Divân-ı Harb-i Örfî" adlı eserleri neşredilir. Ardından "İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi" kitabı hakkında takibat ve toplatma kararları çıkar. Van'a geri dönerken hükümetçe tahsis edilen 2000 kuruşluk harcırahı kabul etmez, reddeder.
1911'de Van'dan Şam'a gider. Mart ayında Orada Emevi (Beni Ümeyye) Camii'nde ünlü Hutbe-i Şâmiyesini bir Cum'a Namazında irâd eder. Burada, İttihâd-ı İslâm fikri üzerine yoğunlaşır.1912'de Balkan Harbi arefesinde Sultan V. Mehmed Reşad'ın ünlü Rumeli/Balkan seyahatine padişahın maiyetinde katılır. Sonra Van'a döner, Medresetu'z-Zehra nâmı ile tesis etmek istediği medrese projesi kabul edilir ve para tahsis edilir. Van Gölü sahilindeki Edremit'te bu medresenin temelleri atılmışken, I. Dünya savaşının patlak vermesi ile proje gerçekleşemez.
Hizan'da, Pirmis nahiyesindeki medresenin devamında, Tah ile Norşin'de Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî'nin medreselerinde başlayan ve Doğu Bayezid'de Molla Muhammed-i Celâlî'den icâzet almakla sonuçlanan parlak bir medrese hayatı geçiren Bediüzzaman, Kürdistan'daki medreselerin zaman içerisinde sıra kitaplarına (Kitébin Rézi) hapsedilmiş olduğunu, iyice kaduk kalarak ihtiyaca cevap veremeyecek hale geldiğini farketmiş, yeni bir medrese sistemi arayışına girmiştir. Hatta 1907'de ilk İstanbul'a gelmesinin sebebi, bu fikrini hayata geçirme isteğidir. Ancak, İstanbul'da da, fen-fizik bilimlerinin de okutulduğu, özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde yaygınlaşan mekteplerin, batılı sistem ve müfredattan dolayı, pozitivizme meyleden, hatta ateistleşen kuşakların yetişmesine neden olduğu görülmüştür. Kürdistan'daki medreselerin durumunu bilen ve İstanbul merkezli yeni mekteplerin batılı, pozitif-modern bilim ağırlıklı müfredatla bol bol dinsiz-imansız kuşaklar yetiştirdiğini fark eden Bediüzzaman, Medresetu'z-Zehra projesini, Nizâmiye medreselerinin devamı ve son bakiyeleri olma vasfıyla, asil bir geleneğe sahip Kürdistan medreselerinin model alınarak geliştirilmesine yönelik bir proje olarak sunmuştur. Bedüzzaman'ın "Medresetu'z-Zehra" projesi başlı başına bir inceleme konusu olduğundan burada ihtisar ettik.
Bediüzzaman, 1. Dünya Savaşı'nda Rusların hududu tecavüzle Şark vilâyetlerini işgale başlaması üzerine, Şark cephesindeki savaşa alay müftüsü ve gönüllü kumandan sıfatı ile, talebeleriyle birlikte katılır. Muş'taki Rus saldırılarında, ric'at eden askerlerin bıraktığı sekiz topu kurtarmak için gönüllü kuvvetlerin başında, çetin muharebelere girişir, topları kurtarıp Bitlis'e getirmeyi başarır. Bitlis'teki muharebelerde düşman askerlerini yardığı bir sırada bir çayın içine düşer, yaralı ve ayağı kırılmış vaziyette Ruslar tarafından esir alınır. Böylece 2,5 sene süren bir esaret hayatı başlar. Van, Culfa ve Tiflis yolu ile Tataristan'ın kuzeyinde Sibirya'ya yakın Kosturma kasabasındaki esir kampına götürülür. Önceleri sıkı bir eziyete maruz kalır. Sonra, oradaki Tatar Müslümanları ile irtibat kurmasına izin verilir. Ve kasabadaki bir camiye gidip gelmesine müsaade edilir.
Üstad bu sürgün hayatında, kendini uzlet, ibadet ve nefsini muhasebeye verir. Burada iken önceki hayatını sıkı bir muhasebeye tâbi tutar. Bu dönem, Bediüzzaman'ın maceralı-siyasi hayatı bırakıp,manevi kemalata, Ma'rifetulllah hayatına yönelmesinin, daha İkinci Said devresinin başlangıcını teşkil eder. Burada uzlette iken yaşadığı istihâle-i ruhiye ve muhasebe neticesinde, bu esaretten kurtulduğu takdirde kendini uzlet ve ibadet hayatına vakfedeceğine dair söz verir. (Bediüzzaman, bu sözünü 1923 Martında Ankara'dan Van'a gidip uzlete-ibadet'e çekildiği zaman yerine getirmiş olur.)
Nihayet Bolşevik Devrimi ardından, Allah'ın (C.C) bir lutfu sonucu bu esaret hayatından kurtularak Almanya ve Sofya üzerinden İstanbul'a avdet eder. İstanbul'a vardığı haber alındığında, Musul Valisi Memduh Bey İstanbul'a telgraflar çekerek, Bediüzzaman'ın savaşta gösterdiği yararlıklardan bahisle taltifini ve ilmiye rütbelerinden bir rütbe ile taltif edilmesini talep eder. 4 Zilkâde 1336/12 Ağustos 1334 tarihinde resmi açılışı yapılan, Şeyhülislâmlık bünyesinde kurulmuş olan Dâru'l-Hikmeti'l-İslâmiyye (Yüksek İslam Şurası) a'zâlığına seçlir. 18 Zilkâde 1336/26 Ağustos 1334 tarihli Sultan VI. Mehmed Vahîduddîn'in İrâde-i Seniyyesi ile de kendisine ilmiye rütbelerinden "Mahrec Pâyesi" verilir. Bu müessesede, Bediüzzaman Hazretlerinin yanısıra, Mehmed Akif Ersoy, Urfalı Şeyh Safvet, Haydarizâde İbrahim (Sonradan Şeyhülislâm), Arapgirli Hüseyin Avni, Bergamalı Cevdet gibi ünlüler de yer almıştır. Bediüzzaman, Kosturma'daki esaret hayatında maruz kaldığı istihale-i ruhiye'den dolayı birkaç kez tebdil-i hava için izin alır. Üstad Hazretleri, Dâru'l-Hikmeti'l-İslâmiyye a'zası iken, Nüfus Umum Müdürlüğü'nün Osmanlı coğrafyası için hazırladığı etnografik haritanın Bitlis vilayeti kısmı için bilirkişi de tayin edilir. Üstad'ın bu azalık dönemine ait evrak ve kayıtlar halen İstanbul Müftülüğü bünyesinde yer alan Şeyhülislâmlık arşivinde bulunmaktadır.
Dâru'l-Hikmeti'l-İslâmiyye Ankara hükümetinin İstiklâl savaşında galip gelmesi ve saltanatın lağvi akabinde dağılır. Bedîüzzaman eski Van ve Erzurum Valisi Tahsin Bey'in (Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi kitabının yazarı) daveti ile Kasım 1338/1922'de Ankara'ya gider.
Bu konuya devam edeceğiz.
Not: Bediüzzaman Said-i Nursî'nin 1923'e kadar ki, hayatı, yetiştiği muhit ve eserleri ile ilgili, vesikalara dayalı kapsamlı kitap çalışmamız Allah (C.C) izin verirse, yakında yayına hazır hale gelecektir.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.