Murat ÇİFTKAYA

Murat ÇİFTKAYA

Tarikat ve cemaatlerin ayakta kalmasının sırrı

“Modern Türkiye’de nasıl oldu da dinî cemaatler ve tarikatlar canlı kalabildi?" Türk sosyologların cevabı çoktan hazırdı....

Yıllar önce, sosyal bilimcilerin “dinî uyanış”ı tartıştıkları bir paneli izlemiştim. Şu anda CHP milletvekili olan bir kadın sosyal bilimci, irticanın ne kadar ileri gittiğini, filan yerde neler olduğunu, falanca kişinin ne dediğini söyleyerek neredeyse ağlamaklı bir ses tonuyla dindarlardan şikâyet ediyordu.  Onun arkasından söz alan, fakültede derslerine de girmiş olduğum bir sosyal bilimci “Arkadaşlar yapmayın! Gazete kupürlerinden yola çıkarak sosyal analizler yapılmaz. Bu söyledikleriniz hangi araştırmaya, gözleme ya da incelemeye dayanıyor?” diye çıkışmıştı.

Modern Türkiye’de sosyologların en az anlayabildiği şey, herhalde din ve dini tezahürlerdir. İnsan düşmanı olduğu şeyi nasıl anlayabilir ki? 19. yüzyıl pozitivisit zihniyetin esaretinden kurtulamayan cumhuriyet sosyologları dini geçmişe ait, zayıflaması gereken ve olumsuz bir olgu olarak gördüler.  Kendilerini tepeden inmeci ve zorba laikleştirici devlet aygıtının hizasına geçip,dine ve dindarlara kalıplaşmış seküler pencerelerden baktılar.

1950’ye kadar ne rahattı! Ceberrut devlet din eğitimini yasaklamış, tekke ve zaviyeleri kapatmış, bir çok camiyi ahıra ve depoya çevirmiş, ezanı Türkçeleştirmiş, din adamlarının üzerinden silindir gibi geçmişti. Kadınlar çarşaflarından çıkarılmış, önce mantoya sonra da döpiyese ve nihayet mayoya doğru yönlendiriliyordu. Kur’an eğitimi, zikir ve sohbetler gizli ve jandarma korkusuyla yapılabiliyordu. Evet, “Galiba başardık!” diye düşünmüş olmalı devletli sosyal bilimciler.

Ama ne zaman ki göreceli özgürlük dönemi başladı ve dindarlar üzerindeki cendereler gevşedi, o zaman dini tezahürler toplumsal hayatta görünmeye başladı. Türkiye’nin  sosyal bilimcilerinin yapmadığı şeyi dünyanın öbür ucundan Muslim World gibi dergiler ve araştırmacılar yapmaya çalıştı. “Modern Türkiye’de nasıl oldu da dinî cemaatler ve tarikatlar canlı kalabildi?”

Türk sosyologların cevabı çoktan hazırdı. Araştırmadan, incelemeden, bilimsel yöntemleri uygulamadan kolay açıklamayı buldu: “Siyasetçiler yüzünden!” Onlara göre, oy avcılığı yapan siyasetçiler dinî cemaatleri eskiden olduğu gibi ezmek yerine onların önünü açıyor, destekliyorlardı. O yüzden Kemalist sosyal bilimciler 1950’yi bir milat olarak gördüler hep. “1950’den önce ne güzeldi. Ne olduysa 1950’den sonra oldu” dediler. Devlet gibi onlar da insanların devlet zoruyla “modern”leştirilmesinden yanaydı zira. Anlamak yerine karşısında olmak, araştırmak yerine şekillendirmek, gözlemlemek yerine yaftalar yapıştırmak tercih edilegeldi.

Bu ana akım yaklaşımın istisnası sayılabilecek tek örneği Şerif Mardin’den geldi. Said Nursî hakkındaki kitabı, Türkiye’deki laik bilim camiasını hayrete düşürdü. Çünkü içinde ne dine, ne Said Nursi’ye doğrudan saldırı, eleştiri veya yaftalama sayılabilecek türden ifade bulunmuyordu. Okuyanlar bilir, kitapta aslında Nursi’nin akıl sağlığına ilişkin “ince” şüpheler, onun güya mekanik bir evren anlayışına sahip olduğu iddiası vs. gibi eleştirilecek çok şey vardır. Ama bunlar vulgar ve saldırgan bir üslupla yapılmaz. Bir taraftan bilim camiasını diğer taraftan da kitabı yazmak için yıllardır görüştüğü cemaati küstürmemeye çalışan bir üslup sezilir kitapta. Yine de, Şerif Mardin alışılmış tavırdan saptığı, dinî tezahürleri arkaik ve çağdışı olarak yaftalamadığı için Türk sosyal bilimcilerini o kadar rahatsız etti ki, onu TÜBA denilen kuruma kabul etmediler.

Gelgelelim, aynı Şerif Mardin bir süredir ince üslubuyla dinî gelişmelere ilişkin tesbitlerde bulunuyor. Dindarların baskıcı olduğunu iddia eden “mahalle baskısı” terimi, meselâ, Mardin tarafından ortaya atıldı. Yine, Taraf gazetesinden Neşe Düzel’le yaptığı görüşmede ilginç şeyler söylüyor Şerif Mardin. Mardin’in “ince” üslubu kimi zaman yerini korkutucu bir dile bırakıyor

Mardin İslâmî dirilişten bahsederken Cuma’ya gidenlerin sayısının artmasını örnek olarak verirken sözü hemen bu insanların yaptığı para bağışına ve “sahtekârlık” konusuna getiriyor. Uluslar arası alanda  tanınmış bir sosyal bilimcinin Türkiye’deki dinî gelişmeleri ele aldığı çerçeve işte bu. Dindarlaşma sahtekârlığı arttırır!

“İslamiyet’teki bu diriliş ve enerji artışı toplumun hayatına nasıl yansıyor peki?” sorusuna cevabı ise “Yasaklar!” şeklinde. Mardin hızını alamayıp TV programlarındaki dinî tonun artışından şikayet ediyor, Başbakan’ın üç çocuk tavsiyesini İslâmî bir tavsiye olarak niteliyor. Dinî dirilişi ise bir takım odakların dinî merakı kışkırtmasına bağlıyor.

Ama Mardin’in Türk sosyoloji tarihine geçecek asıl sözleri hemen sonra geliyor. Yabancı bir antropologun Türkiye’deki araştırmalarından bahsedip “Tarikatlara canlılık veren şey, bizim hiç üzerinde durmadığımız ve önemsiz bulduğumuz bir şey” deyip heyecanla soruyor: “O şey ne biliyor musunuz?” Ve heyecanla cevabı veriyor: “Sohbet!”

Acar bir muhabirin zamanında yaptığı “Bu sene Kurban Bayramı Hacca denk geldi!” türünden haberiyle yarışacak bir tesbiti yılların sosyologu böyle aktarıyor. Hem de bir Batılı araştırmacının tesbiti olarak. Türkiye gibi şifahî kültürün hâlâ hakimiyetini koruduğu, İslâm’ın ilk günlerinden itibaren dinî hayatı şekillendiren sohbeti Mardin yeni keşfediyor! Tekrar edelim, kendisi araştırarak veya gözlemleyerek değil, yabancı bir bilim adamının dikkat çekmesinden sonra!

Devamında tarikatların “propaganda” ile geliştiğini söyleyecek kadar ileri giden Şerif Mardin’den daha fazla “bilimsel tesbit” aktarmayacağım, rahat olabilirsiniz! Ama sadece soracağım. Türkiye’nin parmakla gösterilen sosyologu böyle yaparsa, diğerleri ne yapmaz? Ya da şöyle soralım. Mardin, “günah” çıkartarak TÜBA’ya mı göz kırpıyor yoksa?

HABER7

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.