Suad ALKAN
Tecdit-Rönesans ve Bediüzzaman'ın Muhakemat'ı
Üstad Bediüzzaman’ın Muhakemat isimli eserinde birinci makalenin üçüncü mukaddemesindeki “maksadım” cümleciği “Bu Muhakemat’tan maksadım” diye okunabilir.
Ayrıca Münazarat ve Muhakemat, Risale-i Nur’un iki kökü olarak düşünülebilir.
Münazarat, Rönesanstan sonra dünyada meydana gelen milletlerarası etkileşimin Ortadoğu coğrafyasında doğurduğu sorunların çözüm yollarının analizdir. Ve bir rejim meselesi olmakla, yegane hedefin, Van’da Medresetüzzehra’nın tesisinde temerküz ettiğini gösterir.
Muhakemat’ta ise, tamamen bir ilim meselesi olan zamanın beklediği bir tefsire işaret ediliyor. Her iki eserin telifi, yeni bir medeniyetin tesisinde gerekli temel meselelerin açıklanmasına bağlıdır.
Zira Müslümanlığın ilk kurumlaşmasında; acıması ve bağışlaması bol bir dinin ortaya çıkmasına bedel Hristiyanlık sade ve müsamahayı öğütlediği halde o aziz ve tatlı din, birtakım muhakemesiz gayretkeşin himmetiyle, dinlerin en merhametsizi ve en barbarı olmuştur.
Bu Hıristiyan medeniyetinin çöküşünü ifade eder.
Rönesans, bu çöküş karşısında düşünce ve sanatın yokluğa karşı direniş tecrübesidir.
Diğer yandan Müslümanlık kuvvetlenince güzel sanatlar ve şiirler o geniş ülkelere terbiye ve incelik getirdi.
Müslümanlığın birinci yüz yılından sonra Batı milletleri Müslümanlardan ders alıyordu. 16. yüzyıla gelindiğinde Avrupalılar her zaman Osmanlıların ayağına gelirdi, onlar bir defa olsun batıya gitmezlerdi.
Bu Avrupalıların ihtiyacının açık bir belirtisidir. Bütün Avrupa devletlerinin orada konsoloslukları vardır. Hepsinin Babıâli’de elçileri olduğu halde Osmanlıların Batıda bir tek temsilcileri yoktu.
16. Yüzyılda Rönesans’ı hazırlayan iki büyük sebep var:
1.Batı’da Hıristiyan taassubunun dayanılmaz noktalara sukutu
2.Doğu’da ise İslam düşüncesinin şeyhûhet dönemine yükselişidir.
Yani Batı, eleştirel düşünceye kavuşarak kilise havasından kaçarken, Doğu her fikrin tekrarı ile sanki kilise havasına sığınmak ister. 16 ve 17. yüzyıllarda durumu muhafazada Doğulu aydınlarla Batı skolâstikçileri müsavidirler. Çünkü Bizans İstanbul’u kaybetmekle, Osmanlı Devleti de Kara Mustafa Paşa bozgunuyla dünyanın başlarına yıkıldığını sanırlar.
Tarih dergilerine bakılırsa bu sadrazam, Viyana ve Macaristan’da sultana bağlı olmayan bir devlet kurmayı tasarlıyormuş. 4. Mehmet devri birbiri arkasından geçen başarısızlık ve bozgunlarla geçmiş.
Babası tahttan indirildikten sonra 7 yaşındayken tahta geçirildi. Babaannesi Kösem Sultan'ın elinden tutarak tahta oturtuldu. Devlet adamları tek tek önünden geçerken biat ederken kalabalıktan ürken yeni padişah ağlamaya başlayınca daha fazla rahatsızlık vermeyi önlemek için biat yeterli sayıldı.
Artık Osmanlı'nın talihi ters dönmeye başlamıştı.
Oradan buraya.
Üstad Bediüzzaman, Hıristiyan medeniyetinin çöküşü üzerine zamanın hükmünü, vakaları, toplumun yapısını, ilmin rehberliğini edinip şimdiki ve istikbaldeki çağlara Münâzarat ve Muhakemat ile bir İslam tecdidinin, yani Rönesans’ının programını sunmuştur. Bu programın kuruma dönüşmesi ise Medresetüzzehra ismini verdiği bir dünya üniversitesinin tesisine bağlıdır.
Kâinat bir laboratuvar oldu. Hücresine çekilen her fende mütehassıs insan kâinatın denge planlamaları uğruna uykusunu kaçırmaktadır. Bütün dengeli düşünce, dengeli duyuş, dengeli söyleyiş, dengeli yönelişler, ölçmeler, biçmeler, her meslek erbabına biri birisiz gerçek dengenin kurulamayacağını haykırıyor. İlim ve ihtisasın böbürlenmesi ve enâniyeti balon gibi sönüyor. İlim ilerledikçe ve fen inceldikçe daha doğrusu madde şeffaflaştıkça maddenin dengesini sağlayan kanunlar billurlaşıyor. Akıl sınırlarını zorladıkça kalbe yanaşıyor.
Dünya kültür dengelerinin bozulduğu yerde sosyal depremler baş gösteriyor. Fizyolojik denge psikolojik denge ile aynı çerçevede görünmek hakkını savunuyor. Yani ilim sırat-ı müstakimi, yani fıtratı, yani şeriatı arıyor.
Üstat Bediüzzaman gibi Prof. Remi Braque da diyor ki: “beşerin yaptığı kanunlar insanların vicdanını tatmin etmiyor.”
“Freud’den bu yana en tartışmalı psikanalist” olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr Jacques Lacan ise “Allah’ı kabul etmeyen insan her an etrafındaki her şeyi putlaştırmaya hazırdır.”
Yalan mı?
Bunlar Medresetüzzehra’nın kendi mesleklerinde dünya çapında iki mütehassıs ilim adamı adayıdır. Arkalarından yüzlerce ilim adamı sosyolog, psikolog ve iktisatçı geliyor. Prof. Şerif Mardin merhum onlardan biriydi. Türkiye’nin Galileo’si!
Bu çağımızın insanları sınırlara sığmayacak kadar incelmektedir. Hukuk prensiplerinin temel esaslarını anlamakla kendisine ve diğer insanlara yaklaşmakta merhamet ve muhabbetle; düşünmek ve sezmekle çağın buhranına karşı yeniden dirilmektedir. Rüçhaniyet ve ruhbanlık böylece İslâmiyet’e inkılap etmektedir. Astronomi ve fizikte, kimya ve biyolojide psikoloji, sosyoloji ve jeolojide, hele sanatta bütün çağdaş mahsuller derin bir teslimiyet içindedir.
Sınırlara teslim olmak ise Allah’a teslim olmaktır.
Zira her şey sınırlıdır insan her şeyin sınırını çağa sırtını dayayarak çiğnemiş, fen ve ilim ise teslim etmiştir.
Hıristiyan medeniyeti ile birlikte çağ göçmüştür.
Onun için insan münkir olsa bile ilim ve fen müslimdir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.