Ahmet AKCAN
Terakkiyi Kayıtlayan Unsurlar
Halık-ı Kâinat Rahman’ın hitabına muhatap olmak, bütün mahlûkatın gayr-i şuuri yaptıkları tesbihat ve tahmidatın farkına varmak üzere yüksek bir istidat ile donatılan insan, ilim ve dua ile terakki etmek, gaibane bir ubudiyetten hazırane bir münacata yükselmek üzere yaratılmıştır.
“Et’tehiyyat, El’mübarekat, Es’selavat, Vet’tayyibat” kelimatıyla bütün mahlûkatın ubudiyetini Rahman’a takdime müstaid bir kumandan-ı azam keyfiyetinde yaratılan insana ehemmiyetli vazifeleri yerine getirecek, külli manaları zevkedecek, hadsiz mertebeleri kat’edecek istidatlar ruhunda vedia bırakılmıştır...
Seyr-i fikrî ve zevk-i kalbi ile hakikatin arşına yükselmeye kabiliyetli bu abd-i aziz, mütenevvi berzahlara takılmakta, muhtelif ifsadatlar ile istidatlarını kayıtlamakta, fıtratına dercedilmiş latife ve cihazlarını açma yerine kapamaktadır...
İnsanın ilim ve marifet cihetiyle vukufiyetine, iman ve itikad cephesiyle rusuhiyetine, amel ve ibadet cephesiyle hulusiyetine mani olan unsurlar ahir zamanda gittikçe artmaktadır. Bu makalede bu unsurların bir kısmı nazarlara sunulmaktadır.
1. Yüksek Bir Hedefin Yokluğu
Evet, insanın terakkisi için her şeyden önce yüksek bir hedefi bulunmalı, o hedefe ulaştıracak bir irade, lakaytlıktan uzak bir ciddiyet, sebat ve istikrar olmalıdır.
Nurlu külliyatta geçen “gaye-i hayal olmazsa yahut nisyan basarsa ya tenasi edilse elbette zihinler enelere dönerler. Etrafında gezerler” cümlesi bu manaya dikkat çekmektedir.
İster hayra, isterse şerre medar hakikatli veya hakikatsiz gayelerin ilk çıkış noktası bir cihetle validesi hayal olduğu gibi gaye denilen hayatın mayası validesi de hayaldir. Evet insan hayaline getirmediği, düşünce dünyasına misafir etmediği manaların peşine düşemez.
Müsbet bir gaye-i hayalleri bulunmayanlar, yani insanlık semasına çıkma hedefleri olmayanlar, kısa bir dünya ve basit zevkler ile mutmain olanlar, hayvani, nefsani, şehvani ve şeytani duygularına mağlup olarak yaşayanlar hakiki terakkiden mahrum bir şekilde ömürlerini zayi etmektedirler...
2. Akılların Yoğunluğu Kalplerin Hakikate Tokluğu
Ahir zamanda artan maddi meşgaleler ile akılların yoğunluğu, dünyevi talep ve arzuların çokluğu, muhabbet-i dünya seline kapılan kalplerin hakikate karşı tokluğu gibi saikler terakkiyi, hakikatten istifadeyi sınırlamaktadır.
3. Model İnsanların Yokluğu
Her nakıs, fıtri olarak kendini tekmil edecek bir mükemmil arar. Her küçük tabii olarak kendine en yakın büyük bildiklerini taklide ve takibe çalışır. Model alınacak kemalat ehli insanların yokluğu, maddi hedeflerin çokluğu, manevi kökleri ile irtibatı kopuk bir nesli doğurmaktadır...
4. İfsada Medar Esbabın Çokluğu
Ahir zaman taşıdığı şartlar itibarıyla hayrı ifaya müsaadesiz, yaşanılan mekânlar beşerin istidatlarını ifsada ve tahdite medar bir vaziyet almıştır. Evet, muazzam ve muhteşem bir çınar ağacı olmaya namzet bir çekirdeğin, iklimin müsaadesizliği veya bulunduğu mekânın darlığı maddi inkişafını kayıt etmesi gibi ahir zamanın şartları ve mekânların ifsada müsait olması manevi terakkimize mani olmaktadır.
5. İstidatların Noksanlığı
Maddi büyüme gibi manevi büyümenin de en mühim şartı neşv ü nemaya müsait ve müstaid bir fıtrat-ı selimedir. Her istidatın bir nokta-i kemali vardır ve onu geçmesi gayr-i kabildir. Mesela, hamsi balığının maddi cesameti itibarıyla bir balina kadar büyümesi, kendine takdir edilen fıtrat kanunlarının sınırlarını ihlal etmesi mümkün değildir.
Hazreti Bediüzzaman; mahlûkatın Feyyaz-ı Mutlak’tan aldığı nasibi, cüz-ü ihtiyarînin sarfına, ihtiyaç derecesine, kabiliyetin müsaadesine, hâkimiyet-i esmanın nizam ve tekabülüne bağlı olduğunu söylemektedir. (Mesnevi, 181)
6. Kaderin Müsaadesi Rahmetin Muaveneti
Evet her nimet madem Mün’im olan Zat’tan gelir. Ve madem kader, her şeye bir mikdar ve o mikdara göre bir kalıp vermiştir. Mahlûkatın aldığı maddi ve manevi mesafe o kalıba ve kadere göredir. O halde manen istifade edip büyümenin sahib-i insan ve kâinatın malikinden müstakil olduğunu tevehhüm etmek mümkün değildir.
Elhasıl; bütün bu manilere rağmen hakikate (talim-i esmaya) hamil olarak yaratılan insan öncelikle büyük bir gayeye teveccüh etmeli, cami istidatlarını keşfetmeli, melekler de dâhil bütün mahlûkata tercih edilen hilafet rütbesini fark etmeli, ruhunu kirleten fısk û fücurdan, gurur, kibir ve riyadan manen temizlenmeli, vazife-i insaniyet olan marifetullaha, muhabbetullaha, ibadetullaha fiili olarak teşebbüs etmelidir...
Hakiki terakki; sırr-ı ihlas toprağı altında havf ile recayı tevlid ile beraber nefsin tezkiyesini, kalbin tathirini, aklın inkişafını, ruhun inbisatını, vicdanın tekemmülünü intaç edecektir. Sıfatlarda büyüme gerçekleşmezse şöhret ve teveccüh-ü nas gibi manevi zelzeleler insanın manen yıkılmasını kolaylaştıracaktır...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.