Tercüman, Ceylan ve Bediüzzaman

Tercüman, Ceylan ve Bediüzzaman

Tercüman Gazetesindeki dizi yazısı devam ediyor. Bugünün konusu Bediüzzaman'ın talebelerinden Ceylan Çalışkan...

Sırrı Yüksel Cebeci'nin yazısı:

Daima doğru olacaksın yalan söylemeyeceksin

Bediüzzaman Sait Nursi’nin, 14 yaşında iken babası tarafından kendisine getirilen Ceylan Çalışkan’a ilk öğüdü bu sözlerle olmuştu. Ancak Çalışkan, genç yaşta hayata veda etti

Evet, bir Ceylan Çalışkan vardı. Soyadı gibi çalışkandı. Müthiş bir zekaya ve espri gücüne sahipti.
Emirdağ’da ilkokulu pekiyi dereceyle bitirmişti. Bütün öğretmenleri bu zeki çocuğun mutlaka okumasını istiyorlardı. Fakat o zamanlar Emirdağ’da henüz ortaokul yoktu. Ortaokulu Afyon'da yatılı olarak okumak zorundaydı. Babası tarafından Afyon’a götürülüp ortaokula kaydedildi. Orada da zeka ve çalışkanlığı ile dikkatleri üzerine çekti. Girdiği sınavlardan hep 10 (o zamanların not sisteminde en yüksek not) alıyordu. Kendisine "Neden derslerden hep 10 alıyorsun?" diye sorduklarında yine keskin zekasının ürünü bir cevapla karşılık veriyordu:
"Daha yüksek bir not yok da ondan!"

Ceylan Çalışkan, Mehmet Çalışkan ve Ayşe Hanım'ın ilk çocukları olarak 1929 yılında Emirdağ'da, dünyaya gelmişti. Küçük yaşta annesi vefat edince yetim kaldı. Fakat kendisinden başka Abdullah Çalışkan'ın yetim kalan 3 çocuğuna da kendi evlâdı gibi baktığı için yetimlerin annesi diye nitelendirdiği üvey annesi Fethiye Hanım’ın şefkati sayesinde yetimliğin acısını pek hissetmedi. Sait Nursi gibi o da evliliğe karşıydı. Evlenmemek kararındaydı. Fakat gün geldi, Talia Hanım’la evlendi. Rastlantıya bakın ki, aslen Rizeli olan Talia Hanım da asla evlenmemek kararındaydı. Hatta sık sık "Ya Rabbim! Bana evlilik nasip etme" diye yalvarırdı.

Yol haritası belli oluyor

Ceylan Çalışkan'la Talia Hanım'ın evlilikleri sadece 15 ay sürdü. Ceylan Çalışkan, 22 Ağustos 1963 günü Küçükçekmece’de bir alacağını tahsile giderken geçirdiği trafik kazası ile hayatını kaybetti. Cebinden çıkan kağıtta, Sait Nursi’nin el yazısı ile "Ceylan Çalışkan benim vekilimdir" yazıyordu. Ceylan Çalışkan hayata veda ettiğinde 33 yaşında, eşi Talia Hanım ise 3,5 aylık hamileydi.
Ceylan Çalışkan’ın kısa hayatı dolu dolu geçti. Henüz 14 yaşında iken, babası Mehmet Çalışkan onu Bedüzzaman Sait Nursi’ye götürdü. "Efendim, çocuk çalışkan ve zeki, onu yüksek mekteplere vermek istiyorum. Fırsat düşmüşken çocuğun mektep işini danışmak istedim" dedi.
Sait Nursi, bir çocuğun yüzüne baktı, bir de babasının... Sonra, şunları söyledi:
"İyi! Zeki ve çalışkan olduğu için evvelâ benden iman dersi alsın, sonra yüksek mektebe devam etsin."
"Tamam" dedi Mehmet Çalışkan.
Sait Nursi, Ceylan Çalışkan’ın gözlerinin içine bakarak, öğüt vermeye başladı:
"Daima doğru olacaksın. Hiç yalan söylemeyeceksin. Sana bir milyon lira verirler, sen bana ihanet edebilirsin, fakat ismin ebediyen kötü anılır."
Ceylan Çalışkan’ın yol haritası belli olmuştu. Ömrünü Bediüzzaman’ın hizmetinde geçirecekti. Ama kısacık ömrünü...

Ceylan Çalışkan, askerlik çağına gelmişti. Vatani görevini Urfa'da yapmak üzere yola çıkmadan önce Sait Nursi ile vedalaştı. Bediüzzaman ona, "Benim Şark’taki dostlarıma selam olsun" yazılı bir not verdi. Askerlik görevini başarıyla tamamlayıp Emirdağ'a dönen Ceylan Çalışkan, bir gece evinde kaldıktan sonra Sait Nursi'nin yanına gitti. Babası ile birlikteydi. Bediüzzaman’ın Mehmet Çalışkan’a bir teklifi vardı:
"Bak kardaşım, senin çok evlâdın var; bunu da bana ver."
Heyecanlanan Mehmet Çalışkan, "Üstadım, biz Ceylân'ı daha evvel size vermiştik" dedi.
Ceylan Çalışkan, o gece yatağını topladı ve gidip Sait Nursi’nin yanına yerleşti. Hem üstadına hizmet edecek, hem de ondan ders alacaktı.
Sait Nursi ise, çok sevdiği bu genç talebesine yol göstermeye ve öğüt vermeye devam edecekti:
"Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına aldanma, kapılma! On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir. Bunu kat'iyyen bil ki, senin hizmet ettiğin hakikatın sana vereceği hem dünyada, hem âhirette menfaate mukabil dünyada hiçbir şey gelemez. Tâ ki, bir elmas hazinesini şişe gibi çabucak kırılacak fâni dünya lezzetleriyle kaçırma. Çocukluk kulağıyla cin, ins şeytanlarının vesveselerine kapılma."

Dede-torun ilişkisi gibi

Sait Nursi, Ceylan Çalışkan’dan çok memnundu. "Ceylân kabiliyetli bir genç. Dünya işini de yapar, ahiret işini de. Fakat onu dünyaya vermeyeceğim", babası Mehmed Çalışkan'a ise, "Bu oğlunun iyiliği, babanın sana ettiği dualarının neticesidir" diyordu.

İrfan Atasoy, Nesil Yayınları arasında çıkan "Ceylan Çalışkan ve Çalışkanlar Hanedanı" adlı biyografi-otobiyografi kitabında şunları yazıyor:
"Ceylan Çalışkan, Üstad Bediüzzaman¥ın hizmetine girdiğinde on dört yaşındadır. Ama adeta "büyümüş de küçülmüş" gibidir. Zekidir, cevvaldir, ataktır, hazırcevaptır, nüktedandır, yeteneklidir. Üstad'ın ifadesiyle yaşı küçük, ama on kişinin işini yapabilecek bir kabiliyete sahip’tir. Hükümet yetkilileriyle Üstad adına görüşmekten tutun, mektupları çoğaltıp postalamaya, yazılmış eserlerin dağıtılmasına, gelen misafirlerin karşılanıp Üstad'la görüştürülmesine kadar, hatta günlük ihtiyaçların temininden kırlarda gezdirilmesine kadar, Ceylan her an emre hazır bir nefer gibidir. Küçük yaşta kaderin kendisine yüklediği bu büyük sorumluluğun idraki içinde vazifesini hakkıyla yapar.Ceylan Çalışkan, Üstad'la hoca ve talebeden çok, dede-torun ilişkisi içindedir; onun manevi bir evladı konumundadır. Ona kimsenin yapmaya cesaret edemeyeceği latife ve şakaları yapar. Böylece onun sıkıntılarla örülü dünyasını bir nebze de olsa ferahlatır. Ona tebessümler ettirir."

Sait Nursi, bir yanlışlığa kızarak, küçük bir kulunç değneği vurduktan sonra, talebelerinin gönlünü almak için, "Size baklava alacağım" deyince, Ceylan Çalışkan espriyi patlatmış:
"Ben oklava yedim üstadım!"
Nur talebelerinden Abdullah Yeğin’in babası, oğluna sürekli özlem mektupları yazıyordu. Yine Nur talebesi olan Zekeriya Kitapçı, Sait Nursi’nin yanına gelmesi için Abdullah Yeğin’e mektup yazdı. O da Urfa’dan kalkıp Emirdağ'a, Sait Nursi’nin yanına geldi. Sait Nursi, Abdullah Yeğin’in durup dururken yanına gelmesine sinirlendi. Havayı yumuşatan espri ise, yine Hüseyin Ceylan’dan geldi:
"Zekeriya’nın dolmuşuna binmiş üstadım!"
Sait Nursi, Kuran ve iman hizmetini anlatırken, "Size yirmi huri de verilse, yine bu hizmetten vazgeçmemeniz gerekir" dedi. Ceylan Çalışkan, ayağına gelen böyle bir fırsatı kaçırır mı? Ciddi bir tavırla şöyle deyiverdi:
"Bana bir tanesi yeter üstadım!"

Yassıada’ya hacet kalmadı

27 Mayıs 1960 darbesiyle, Demokrat Parti iktidarının tüm ileri gelenleri Yassıada’ya tıkılmış ve kurulan olağandışı mahkemede yargılanmaya başlamışlardı. Darbeden bir yıl sonra, Nur talebeleriyle birlikte Ceylan Çalışkan da birinci şubede gözaltına alındı. Bu gözaltının sorumlusu olan Sait Özdemir, bir fırsatını bulup firar etmişti. Nur talebeleri 23 gün gözaltında kalınca, Ceylan Çalışkan şu mısraları yazdı:
"Ağustos'un dördüncü haftası / Said ve çantası / Birinci şubeden bırakıp kaçtı / Başımıza sevaplı belâlar açtı.
Harbiye’de sabahleyin kapılar geç açılınca, içerde sıkışıp kalan Ceylân Çalışkan bu kez de satırları yazacaktı:
“Herkes hacetini içerde görür / Hacetim var demeye hacet kalmadı / Burası bir sivri adadır / Yassıada' ya gitmeye hacet kalmadı.”
Ceylan Çalışkan’ın şiir yazma yeteneği de vardı.

Mermi dilini parçalamış ve ensesinden çıkmıştı

Sait Nursi, Afyon Savcısı’nın suçlamalarına şöyle cevap vermişti:
"Bu yirmi sekiz senede bir tek vukuatı gösterebilir misiniz? Madem gösteremediniz, nasıl bu ithamı ileri sürüyorsunuz? Yalnız, 600 bin talebeden küçük bir talebenin başka bir meseleden küçük bir vukuatından başka hiçbir vukuatları olmadığını kat\'i ispat eder."
Sait Nursi’nin "küçük talebe" dediği, henüz 19 yaşındayken Nurculuk suçlaması ile zindana atılan Ceylan Çalışkan idi, ancak vukuatı pek de küçük sayılmazdı. 1975 yılında vefat eden Nur ağabeylerinden Hakkı Yavuztürk, o ìküçük vukuatîı şöyle anlatmıştı:

1944 yılı yaz ayı sonlarında Denizli\'den Emirdağ\'a sürülen Bediüzzaman Said Nursi, burada geniş bir aile olan 'Çalışkanlar hanedanı'na hem komşu, hem de onların kiracısı olur. O tarihlerde 14-15 yaşlarında olan aynı aileden temiz fıtratlı Ceylan Çalışkan isimli çocuk da, Üstad Bediüzzaman\'ın hizmetine verilir. Henüz bir ortaokul talebesi olan Ceylan Çalışkan\'ın gayet safiyane ve cesurane hizmette bulunması, bazı gizli münafıkları kızdırıp hiddete getirir. Bunlar, bir müddet sonra da gayet çirkin iftiralarda bulunmaya başlarlar. İzzetli bir Anadolu delikanlısı olan Ceylan\'a, bu iftira ziyadesiyle dokunur. Gider o müfteriyi önce ikaz eder. Böyle iftiralar uydurmaktan vazgeçmesini ister. Ancak, o münafık Ceylan\'ı tersler; onun izzetini, gururunu kırmaya çalışır. İzzet-i nefsi ikinci kez rencide olan Ceylan, bunun üzerine gider babasının tabancasını alır ve o münafık herifi takibe başlar. Nihayet, onu yalnız ve tenha bir yerde kıstırır ve atak bir hareketle tabancayı ağzına doğrultarak şöyle seslenir: 'Alçak! Aç ağzını!' Neye uğradığını şaşıran müfteri adam, mecburen ağzını açar... Ceylan, hiç tereddüt dahi göstermeden tetiğe basar. Mermi, o münafığın dilini, dişini parçalayıp ensesinden çıkar. Müfteri münafık, yaralı halde hastaneye kaldırılarak tedavi edilir. Ancak, ne gariptir ki, failin, yani kendisini vuranın ismini vermez: Zahire göre, ilk vurulduğunda, dili dönüp konuşamadığı için, sonradan da utancından dolayı Ceylan\'ın ismini veremez.

Çalışkan’dan minibüsçü Teşkilatlandırması

Abdullah Yılmaz, Zaman Gazetesi’nde 24 Mart 2008’de şunları yazıyordu:

Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ'a geldiği günlerde bir şeyini kaybetmiş gibi, yanına gelenlere "Bana Ceylan'ı bulun" der. Abdülkadir Geylânî Hazretleri'nin o civarda bir makamı bulunduğu için Ceylan (Geylânî) ismi çok yaygındır. Onun için getirilen "Ceylan"lar için "Benim aradığım bu değil." der. Belli ki, manevî âlemde işaret edileni aramaktadır. Sonunda asıl adı Abdülkadir olan bir çocuk huzuruna getirilir. Onu görür görmez "Tamam benim aradığım Ceylan işte budur." der. Ondan sonra Abdülkadir ismi unutulur, hep Ceylan olarak anılmaya başlar. Üstad Hazretleri ona "Ceylan! Senin hayatın Nurlara aittir. Seni dünyaya vermeyeceğim. Eğer sen dünyaya dönersen, senin hayatın pek kısa olacaktır!" der. Nitekim bir gün Üstad'la Isparta'dan Barla'ya giderken bir şantiyeye uğrarlar. Ceylan bir ara gözden kaybolur. Hemen greyderlerden birinin üstüne çıkar, sürücüsünü de ikna ederek koca aracı kullanmaya başlar! Bu manzarayı gören Üstad: "Fesübhânallah! Ceylan, seni dünyaya vermeyeceğim!" der. Üstad'ın vefatından sonra Ceylan Çalışkan, himmetini ticari alana kaydırır ve İstanbul'a gelir, "Bu zamanda i'lâ'yı-kelimetullah maddeten terakkiye bağlıdır." sözüne uyarak, bol kazanıp, hizmeti ve hizmet ehlini muhtaç durumdan kurtarmak emelindedir. Bu maksatla iş hayatına atılır. Hatta bazı yakınlarını organize edip, imkanlarını seferber eder. İstanbul'da, minibüsçüleri ilk defa teşkilatlandıran odur. Kısa zamanda büyük gelişme sağlar. Aldığı hatlı bir minibüsün borcunu öderken, ikincisini satın alarak çalıştırmaya başlar. Âdetâ Ceylan Çalışkan'ın her tuttuğu altın olmakta, işleri hızla ilerlemektedir... Bu arada evlenir, dünyaevine girer. Fakat altı ay gibi kısa bir zaman sonra, doğacak biricik kızını dahi göremeden dünyaya vedâ eder! Böylece, geleceği hakkında Üstad'ın "Ceylan senin hayatın uhrevîdir, dünyevî olsa pek kısadır!" sözünü doğrulamış olur. Dünyanın kendisine gülmeye başladığı bir anda, tam cennet yaşı olan "otuz üç"ünde bu âlemden ayrılır...