İdris TÜZÜN
Tesadüf: Ateistlerin tanrısı
Hayatta zaman zaman tuhaf tesadüflerle karşılaşırız. Tesadüflerin varlığını, Allah’a inanan da inanmayan da kabul eder. Yalnız Allah’a inananlar bu tesadüflerin bizim açımızdan ve bize göre olduğunu, Allah’a nisbet edildiğinde tesadüf zannedilen her şeyde bir hikmet olduğunu, onların yine belli bir ölçü ve kurala göre gerçekleştiğini kabul ederler. Bu yüzden tesadüf değil de tevafuk kelimesini tercih ederler.
Tesadüfler vardır, fakat ateistler bu tesadüfleri aşırı derecede abartmışlar ve tesadüfü Allah’ın yerine koyarak meydana gelen her şeyi tesadüfle izah etmeye çalışmışlardır. Evrim felsefesi de tesadüf üzerine oturtulmuştur. Varlıkların tesadüfen ve belli bir gayeyi takip etmeden değiştiği iddia edilmiştir. Yapılan izahlar akl-ı selim sahibi bir kimseyi ikna edecek derecede değildir. Bu konu abartıldığı için ister istemez konuyu biraz uzunca ele alacağım.
1-Evrim ve tesadüf
Evrim haricinde hiçbir bilim dalında tesadüflerden bahsedilmez. Bilimsel olduğu iddia edilen evrim bu konuda bir istisna teşkil eder. Nitekim bir evrimci de buna dikkat çekerek: “Darwinizm’in diğer önemli bir özelliği de şansın rolünü daha önceki bilimsel teorilerin yapmadığı bir biçimde kabul etmesidir" demiştir. (Dünü Ve Bugünüyle Evrim Teorisi, 159.)
İlk defa Darwin evrimin izahında tesadüflere yer verdiğinde çağdaşları tarafından tenkit edilmiştir. Bir evrimci bu yüzden “Darwin rastlantıyı devreye sokarken birçok çağdaşını hayrete düşürmüştür” demiştir. (Charles Devillers - Henri Tintant, Evrim Kuramı Üzerine Sorular, 39)
Bütün evrimciler de hayrete düşürücü izahlarıyla Darwin’i takip etmişlerdir. Örneğin evrimci profesör Ali Demirsoy şöyle diyor: “Evrimsel çizgi boyunca, özel koşullara uyum yapmak için farklı birçok yol, evrim çizgisinin her noktasında etkisini göstermiştir. Yolların seçiminde şans rol oynamıştır. Bu, devamlı çatallaşan bir yolda insanların yürümesi gibi bir şeydir. Her kavşak ayrı bir sonucun başlangıcıdır. İnsan oluncaya kadar da birçok kavşaktan geçilmiş ve her defasında belirli bir şans rol oynamıştır. Tekrar bu şansın yaşanması ve bilmeyen için her zaman aynı yolun izlenmesi olanaksız görülmektedir.” (Kalıtım ve Evrim, s, 701.)
Bütün fen bilimleri konularını gözlem ve deneylere dayalı isbatlarla ortaya koyarlar. Hepsi ortaklaşa tabiattaki kanunların varlığından bahsederler ve hiç biri tesadüften bahsetmez. Evrimin dünyanın güneş etrafında dönmesi gibi isbat edildiğini savunan evrimciler ise, gözlem ve deneyin mümkün olmadığı konularda, problemi çok basit ve ucuz bir şekilde tesadüfle açıklayarak işin içinden çıkmışlardır. Üstelik bir takım felsefi izahlarla (demagojiyle) bazı insanlara fikirlerini kabul ettirmeyi de başarmışlardır. Tesadüflerin isbatı yoktur. İsbata dayanmayan bu tür izahların tamamen reddedilmesi gerekirken bilimsel olduğu iddia edilen kitaplarda yer alması büyük bir talihsizliktir.
Evrimin tesadüfle izah edilmesi pek çok eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Karmaşık (kompleks) fakat harikulade bir düzene sahip canlı varlıklar nasıl oldu da tesadüfen meydana geldi? Bu soruya evrimciler bir takım ihtimallere dayalı değişik izahlar getirmeye çalışmışlardır. Bu tür izahların çoğu gözleme ve deneye dayanmayan akıl sınırlarını zorlayan son derece can sıkıcı spekülatif izahlardır. Tesadüfe dayalı bu izahlar bazı evrimcileri de rahatsız etmiş olmalı ki konuyu şöyle müdafaa etmek zorunda kalmışlardır “Peki tüm bunlar ve çok daha fazlası bir seferde mi oldu? Yani her şey, “bir kasırganın bir hurdalığa girmesi sonucu rastlantısal bir şekilde bir Boeing-747’nin oluşması” gibi ya da “rastgele dökülen boyaların Mona Lisa tablosu oluşturması” gibi ya da “şempanzelerin rastgele tuşlara basarak Hamlet’i yazması” gibi bir anda mı oluvermiştir? Asla! Evrimsel Biyoloji asla böyle bir iddiada bulunmamıştır ve bulunmayacaktır da.” (Çağrı Mert, Evrim Kuramı Ve Mekanizmaları, 40, 50) Yazara göre her şey bir anda değil yavaş yavaş fakat yine tesadüfen olmuştur.
Evrimin bir anda değil de yavaş, yavaş olduğu iddiası da problemi çözmeye yeterli değildir. Şöyle ki; Washington Üniversitesi'ndeki mühendislerin tahminine göre normal bir insan hücresinde 1014 civarında, diğer bir deyişle 100,000,000,000,000 (100 trilyon) atom bulunmaktadır. (İlginç bir şekilde, insan vücudundaki hücrelerin sayısı da tahminlere göre hücredeki atomlar kadardır.). (https://www.thoughtco.com/how-many-atoms-in-human-cell-603882 (erişim: 12.02.19)
100 trilyon atom yavaş, yavaş fakat tesadüfen biraraya gelerek hücreyi nasıl oluşturdu? Bu tesadüfen oluşum ne kadar zamanda oldu? Evrimle ilgili kitaplarda maalesef bu sorunun akla uygun, tatmin edici bir cevabını bulamıyoruz.
2-İhtimal hesapları ve tesadüf
Burada tesadüfün, olasılık (ihtimal) hesapları açısından durumunu ele alalım:
Elimizde 1’den 10’a kadar rakamlanmış pullar olsun. Bu pulları bir torbaya koyup rastgele çektiğimizde 1 rakamının gelme ihtimali 10’da birdir. Fakat pulların birden ona kadar sırayla çıkma ihtimali ise 10 milyarda bir ihtimaldir. (10.000.000.000) Üstelik bu bir ihtimaldir. Yani 10 milyar defa pulları çekme işini tekrarladığımız zaman, 10 milyara geldiğimizde bu pullar sırayla muhakkak çıkacak diye bir kural da yoktur.
Eğer yalnızca 1’den 10’a kadar pulların sırayla çıkması 10 milyarda 1 ihtimal ise, 100 trilyon pulun belli bir düzene göre dizilmesi kaçta kaç ihtimaldir. Çünkü yaşadığımız bu âlemde 100 trilyonu kat kata geçen pullar –örneğin hücredeki atomlar- sırayla dizilmiş bir vaziyetteler ve tesadüfü yalanlıyorlar.
3-Maymunlar ve tesadüf
Yukarıda evrimci bir yazarın “şempanzelerin rastgele tuşlara basarak Hamlet’i yazması gibi tesadüfen varlıklar meydana gelmiştir demiyoruz” şeklinde sözünü alıntılamıştım. Her ne kadar yazar böyle bir şey söylemiyoruz dese de böyle bir iddiada bulunan ateistler var idi. Örneğin Emile Borel, 1913 yılında yayınlanan bir makalesinde klavyenin tuşlarına rastgele basmakta olan bir maymunun yeterli zaman verildiğinde Shakespeare’in bütün eserlerini yazabileceğini iddia etmişti. İngiliz hekim Arthur Eddington’da 1927 yılında Edinburgh Üniversitesinde ders verdiğinde “Parmaklarımı daktilonun tuşları üzerinde tembelce gezdirirsem bu çabamın sonunda “belki de” ortaya anlaşılır bir cümle çıkabilir. Bir maymun ordusunu daktilonun tuşlarını tıngırtatıp durursa belki de Britanya Müzesindeki bütün kitapları yazabilirler” demişti. (https://www.matematiksel.org/rastlantilar-sonsuz-maymun-teoremi/)
Bilim adamları bu iddianın doğru olup olmadığını test etmek için İngiliz Ulusal Sanat Konseyi’nde altı maymunun olduğu bir kafese, bilgisayar koydular. Bir ay boyunca maymunlar bilgisayar tuşlarına rastgele vurdu. Bir ay sonra maymunların rastgele yazdığı elli sayfa çıkarıldı. Yazılar kontrol edildi. Elli sayfa içinde anlamlı tek bir kelime bile yoktu. İngilizcede bilindiği gibi “I” tek bir harftir ve “Ben” anlamına gelir. Fakat bu harften önce ve sonra boşluk varsa, bu bir anlama gelmektedir. Maymunların elli sayfalık yazılarında bu bile yoktu. (Antony Flew, Yanılmışım Tanrı Varmış, Profil y, İst, 2008, s, 80.)
Elli sayfalık yazıda tesadüfen anlamlı, mantıklı bir kelime bile olmazsa, bir maymunun Şekspir’in bir eserini veya eserin bir sayfasını tesadüfen yazması ne kadar mümkündür. Kâinattaki her canlı varlık, hatta bu canlıların hücreleri bile Şekspir’in eserlerinden daha harika özelliklere sahiptir. Bu konuda Carl Sagan “Basit bir hücrenin bilgi muhtevasının Britannica Ansiklopedisinin yüz milyon sayfasına eş değer bir bilgi ihtiva ettiği tahmin edilmektedir” diyor. (Selahattin Çelik-Hüseyin Kılıç, Evrim Teorisinin Çıkmazları, (I. Uluslar Arası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresi), Şanlıurfa, 2018, s, 767.) Sagan’ın bu sözünü, her cildi 1000 sayfa olan 100 bin kitabı içeren bir kütüphane diyerek tarif etmemiz mümkündür. Bir kelime bile tesadüfen meydana gelmiyorsa, bir kütüphane nasıl tesadüfen meydana gelebilir? Bu yönüyle canlı varlıkların tesadüfen meydana gelmesi delilsiz bir iddia olmaktan öteye gidemez.
4-Kompleks Yapılar Ve Evrim
Tesadüf genelde basit bir şeyin oluşmasına sebep olabilir. (Tabii bu da tartışmaya açık). Fakat kompleks yani oldukça karmaşık, bununla beraber oldukça düzenli intizamlı bir varlığın vücuda gelmesine vesile olamaz. Üstelik komplekslik arttıkça tesadüf ihtimali de o nisbette azalır. Nitekim Darwin’de bunu kabul ederek Türlerin Kökeni adlı kitabında şöyle diyordu “Şayed ard arda gelen sayısız, yavaş ve ufak değişimlerle oluşması mümkün olmayan kompleks bir organ keşfedilebilirse benim teorim çökecektir.” (John Lennoks, Aramızda Kalsın Tanrı Var, s, 170.)
Ard arda gelen sayısız, yavaş ve ufak değişimlerle oluşması mümkün olmayan kompleks bir değil pek çok organ keşfedilmiştir. Böylelikle Darwin’in ifadesine göre evrim teorisi çökmüştür. Fakat bu evrimciler tarafından hâlâ kabullenilememiştir.
Bu kompleks yapılara hücre, göz ve insan vücudu örnek olarak verilebilir. Sırayla ele alalım:
5-Hücre
Kıymetli arkadaşım!
Oda manasına gelen hücre, canlı varlıkların yapı ve görev bakımından en küçük parçasıdır. Bu küçük odacıklardan oluşmuş bir buğday filizi, kule; küçük hayvanlar, odalardan müteşekkil bir saray; insan ve diğer büyük canlılar ise, büyük bir hücre şehri gibidir.
Bir hücrenin genişliği ortalama 0.02 mm olup, gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Bununla beraber sanat yönünden harikulade bir büyüklüğü vardır. Bir hücre 100 bin kere milyon atomun bir araya gelmesiyle oluşmuş; mükemmel şekilde dizayn edilmiş binlerce girift moleküler makine içeren, gerçek bir mikro minyatür fabrika gibidir. (John Lennox, Aramızda Kalsın Tanrı Var, s, 167.)
Yalnız şunu da unutmayalım; atomlar hücrede çuvalın içinde duran patatesler gibi durmuyorlar, daima hareketli ve faal olarak çalışıyorlar. Bu trilyonlarca atomlar arasında harikulade bir irtibat ve faaliyetlerinde mükemmel bir uyum var. Bütün bu faaliyetleri yazmaya kalktığımız zaman da insanı idraktan aciz kılacak bir bilgi yığınıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Sorulması gereken soru şu: Hücre kendiliğinden veya tesadüfen oluştuysa bu nasıl oldu? Bu konunun -demogoji yapmadan, bir takım mantık oyunlarına sapmadan- bizi ikna ve tatmin edecek mantıklı bir izahı var mı?
a-Hücre ve tesadüf
Bir canlının genetik yapısı hücre içerisinde kromozomlarda şifrelenmiştir. Kromozomların yapısında da DNA vardır. DNA’lar da proteinlerden meydana gelmiştir. Proteinler de amino asitlerden hâsıl olmaktadır. [Yani: Hücre –Kromozom – DNA – Protein – Amino asit]. Bir protein ortalama 450 amino asitten meydana gelmektedir. 20 çeşit amino asit bulunduğuna göre, 20450 kombinasyon söz konusudur. Bu da 10400 ihtimalde bir ihtimaldir. Yani bir rakamının önüne 400 tane sıfır koyacaksınız. İşte bir proteinin tesadüfen meydana gelme ihtimali 1’in önünde 400 sıfır olan bir değerde bir ihtimaldir. Bunun manası da bu kadar kombinasyon içinde bir seferde şans eseri belli bir proteinin meydana gelme ihtimali matematik olarak sıfırdır. (https://sorularlaislamiyet.com/paul-davisin-proteinlerle-ilgili-hesaplamasina-karsi-cikan-bilim-adami-yok-mudur)
Profesör Nevzat Tarhan şöyle diyor: “DNA zincirimizde Telomer adında bir protein molekülü vardır. Telomer, DNA’nın ömrünü yani kaç defa bölünebileceğini belirler. Matematikte olasılık hesaplarına göre 1050 imkânsız kabul edilir. Telomerin kendi kendine rüzgâr ve şimşeklerle dizilme olasılığı 10652’dir. Yani olasılık hesaplarına göre 1050’nin çok üstündedir ve bu da tesadüfî varoluşun imkânsız olduğunu göstermektedir. DNA’nın tek bir protein molekülünün bile bu derece ince bir hesaba dayanması, evreni de tesadüfî varoluşla açıklamanın imkân dışı olduğunu gösterir.” (Nevzat Tarhan, İnanç Psikolojisi, Timaş y, 2009, s, 36.)
Bu ihtimaller hücrenin içindeki sayısız protein moleküllerinden biriyle ilgili ihtimallerdir. Hücre ve hücrelerin birleşmesiyle oluşan organlar için durum daha farklıdır. Vücudumuzdaki yalnızca bir proteinin bile tesadüfen oluşması imkân dışı olursa hücre, organ ve sistemlerin durumu ne olur, bir düşünelim.
b-Çaresizlik, Önyargı Ve Ateizm
Bu karmaşık yapıya sahip hücreyi ve hücrenin alt bileşenlerini ilim, irade, kudret sahibi bir zatın yaratmış olması mı akla uygundur, yoksa bütün bunların tesadüfen olması mı akla uygundur? Evrimciler hücrenin tesadüfen oluştuğunu söylemişlerdir, fakat bunun nasıl olduğunu şimdiye kadar açıklayamamışlardır. Bu konuda bir evrimci olan Prof Ali Demirsoy şöyle diyor:
“Özünde [hücredeki] bir sitokrom-c'nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık eğer belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluşacak kadar az olasılığa sahiptir denebilir. Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O zaman birinci varsayımı irdelemek gerekir.” (Kalıtım ve Evrim, s, 61.) (Sitokrom-c: Hücrelerdeki solunum işlevinin bir parçası olan mitokondrilerde oksijeni bir yandan öbür yana taşıma görevini yüklenen moleküldür. Ali Demirsoy’un bu konuda başka bir izahı için bkz: https://evrimteorisionline.com/2011/05/12/sitokrom-c/)
İşte burası önyargının devreye girdiği yerdir. İlim, irade ve kudret sahibi doğaüstü bir gücü kabul etmek bilime aykırı değildir. Fakat önyargılı olmak bilime aykırıdır. Sayın profesör hücrenin değil, hücredeki bir stokrom-c molekülünün bile kendiliğinden meydana gelmesinin imkânsız olduğunu kabul ediyor, “burada doğa dışı bir etken devreye girmiş olmalıdır” demesi gerekirken tam tersine önyargısından dolayı “Allah’ı kabul etmektense bu saçma fikri kabul etmemiz gerekir” demek istiyor.
Bu tür anlayışta olanlara bakın merhum Bosnalı lider Ali İzzet Begoviç ne diyor:
“Şu paradoks [çelişki] nasıl izah edilebilir: Arkeolojik kazılar esnasında karşılıklı bir münasebet içinde bulunan veya bir gayeye uygun bir şekilde düzenlenmiş iki taşa rastlandığında, bunların çok eski bir zamanda yaşamış insanların bir eseri olduğu kanaatine varılır. Fakat bu taşların yanında bir insan kafatası bulunursa -ki bir aletle yapılan taştan namütenahi daha mükemmeldir- o zaman kafatasının şuur sahibi bir varlığın [yani Allah’ın] eseri olduğu tasavvuruna yanaşmak bile istenilmez. O kadar mükemmel bir şekilde yapılan kafatası ve iskelet, aklın veya şuurun aracılığı olmadan kendiliğinden veya tesadüfen oluşmuş! Allah'ı inkâr etmekte insan ne kadar inatçıdır, değil mi?” (Aliya İzzet Begoviç, Doğu Batı Arasında İslâm, 75.)
Yani resim kendiliğinden ve tesadüfen meydana gelemez, fakat ondan daha harika olan ressam kendiliğinden ve tesadüfen oluşmuştur. Bu tür bir akıl yürütme ister istemez ateistlerin düşünce esnasında çifte standart uyguladıklarını ve önyargılı olduklarını göstermektedir. Hâlbuki onlar her fırsatta Allah’a inananları bağnaz ve önyargılı olmakla itham edegelmişlerdir.
c-Darwin’in kara kutusu: Hücre
Bütün bilim adamları Ali Demirsoy gibi önyargılı değil elbette. Onun doğaüstü gücü reddettiği yerlerde doğaüstü bir gücün olması gerektiğini kabul eden bilim adamları da sayılamayacak kadar çok. Onlardan birisi Michael Behe.
Michael Behe, çocukluk ve gençlik yıllarında evrimin bütün meseleleri hallettiğini zannediyordu. Yani bir evrimciydi. Fakat üniversitede moleküler kimya alanında derinleşmeye başladıktan sonra evrimin her şeyi hallettiği iddiasının boş bir slogan olduğunu, hakikatte evrimin hiçbir şeyi halletmediğini gördü. (Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü?) Yazmış olduğu “Darwin’in Kara Kutusu” adlı kitap Darwinciliğe yönelik en önemli eleştiri olarak kabul edilmektedir. Behe kitabında şöyle diyor:
"Modern biyokimya son kırk yılda hücrenin sırlarını çözmüştür. Bu ilerleme kolay olmamıştı. On binlerce gönüllünün, yaşamlarının en güzel dönemlerini sıkıcı laboratuar çalışmalarına vermesi gerekmiştir. Hücreyi -yani yaşamın moleküler seviyesini- incelemek için harcanan bu kümülatif çabaların sonucu, yüksek sesli, net ve delici bir çığlıktır: “Tasarım!” [yani Allah.]
Sonuç gayet açık ve önemlidir. Öyle ki bilim tarihindeki en büyük başarılardan birisi sayılmalıdır. Bu buluş Newton ile Einstein, Lavoisier ile Schrödinger, Pasteur ve Darwin’e muhalefet etmektedir. Yaşamdaki akıllı tasarımın keşfi, dünyanın güneş etrafında döndüğünün, hastalıklara bakterilerin sebep olduğunun ya da radyasyonun kuantumdan yayıldığının keşfi kadar önemlidir. Yıllarca süren yoğun çabaların ardından elde edilen bu zaferin büyüklüğü, dünyanın her tarafındaki laboratuarlarda şenlikler yapılması gerektiğini düşündürmektedir. Hep bir ağızdan “Eureka! Eureka!” [Buldum! Buldum!] diye bağırılmalıydı, insanlar sevinçle ellerini çırpmalıydı.
Ama olmadı. Hücrenin belirgin karmaşıklığı karşısında etrafı meraklı ve utangaç bir sessizlik kapladı. Durum açıklandığı zaman ayaklar dolaşmaya, nefes alıp vermeler zorlaşmaya başladı, insanlar kendi başlarına biraz daha rahattı, çoğu gördüğünü açıkça kabul etti. Ancak daha sonra yere bakıp başlarını sallayarak işi oluruna bıraktılar.
Bilim dünyası bu sarsıcı keşfi benimsemekte neden isteksiz davrandı? Tasarım neden entelektüel bir perspektiften ele alındı? Çelişkinin sebebi, filin bir tarafında akıllı tasarım yazarken diğer yanında da Allah yazmasıdır. (Behe, Darwin’in Kara Kutusu, 269 vd.)
Kısaca hücre hakkında yapılan bilimsel araştırmalar, onun karmaşık fakat düzenli yapısını göstermiş, bu da ister istemez hücrenin kendiliğinden olamayacağını, bunu doğa üstü bir gücün yani Allah’ın yaratması gerektiğini ortaya koymuştur. Fakat bilim adamları bunu sessizce geçiştirmişlerdir. Bu durum delillere rağmen bilim adamlarının Allah’ın varlığını kabul etmek istemediklerini göstermektedir. Diğer ifadeyle “Aramızda Kalsın Tanrı Var” adlı kitabın yazarı John Lennoks’un dediği gibi “Bugün bilim Allah’ın varlığını gösteriyor. Fakat bazıları bunu kabul edecek durumda değil.”
6-Göz Nasıl Oluştu?
Hücre karmaşık fakat harikulade düzenli yapısıyla tesadüfen oluşmadığını göstermektedir. Canlı varlıklardaki pek çok organın bu konuda hücreden farkı yoktur. Örneğin gözün yapısı da karmaşık ve düzenlidir. Yavaş, yavaş, tedrici olarak tesadüfen oluşması mümkün değildir. Başta Darwin olmak üzere pek çok evrimci bu konuyu izah etmekte zorlanmışlardır. Örneğin Darwin şöyle diyor: “Gözün odağını farklı uzaklıklara uydurması, içeri bırakılacak ışık tutarını ayarlaması, küresel ve renksel sapmayı (aberration) düzeltmesi gibi eşsiz düzenlenişlerinin tümünün doğal seçmeyle oluşabildiğini düşünmenin pek saçma göründüğünü açık yürekle itiraf ederim.” (Darwin, Türlerin Kökeni, 105.)
Evrimci Cemal Yıldırım’da şöyle diyor:
Kuşkusuz evrim kuramının bugün bile çeşitli noktalarda yetersizliği gösterilebilir. Bilindiği gibi, "canlı" dediğimiz organizma değişik işlevli organlarıyla koordine edilmiş bir bütündür. Bir parçasında oluşan bir aksaklık organizmanın tümünün işleyişini etkiler. Örneğin, görme işlevine ilişkin yapılaşmayı alalım. Görmek için çok sayıda düzeneğin işbirliğine ihtiyaç vardır: Göz ve gözün iç düzeneklerinin yanı sıra beyindeki özel merkezlerle göz arasındaki bağıntılardan söz edilebilir. Bu karmaşık yapılaşma nasıl oluşmuştur?
Biyologlara göre evrim sürecinde, gözün oluşumunda ilk adım kimi ilkel canlılarda deri üzerinde ışığa duyarlı küçük bir bölümün belirmesiyle atılmıştır. Ancak doğal seleksiyonda bu kadarcık bir oluşumun kendi başına canlıya sağladığı avantaj ne olabilir? Öyle bir oluşumla birlikte beyinde görsel merkez ile ona bağlı sinir ağının da kurulması gerekir. Oldukça karmaşık olan bu birbirine bağlı düzenekler kurulmadıkça "görme'" dediğimiz olayın ortaya çıkması beklenemez.
Darwin varyasyonların [farklılaşmanın] rastgele ortaya çıktığı inancındaydı. Öyle olsaydı, görmenin gerektirdiği o kadar çok sayıda varyasyonun organizmanın değişik yerlerinde aynı zamanda oluşup uyum kurması gizemli bir bilmeceye dönüşmez miydi? (…)
Darwinciliğin mekanik anlayışına karşı çıkan filozof Henri Bergson'da bu konuda şöyle diyor: “Nasıl olur da sonsuz denecek kadar çok birtakım küçük varyasyonlar, eğer bu varyasyonlar salt rastlantı ise, evrimin birbirinden bağımsız iki kolu üzerinde aynı planı izlesin? Evet, nasıl olur da tek tek alındığında hiçbir işe yaramayan birtakım varyasyonlar iki kolda da doğal seleksiyonla aynı sıra veya düzende korunarak biriktirilmiş olsun?”
Cemal Yıldırım, gözün tesadüfen ortaya çıkışıyla ilgili evrimcilerin bazı zayıf iddialarını zikrettikten sonra “Darwincilerin bu soruya doyurucu yanıt verip vermedikleri tartışılabilir” demektedir. (Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Bağnazlık, 20.)
Evrimci Ali Demirsoy’da şöyle diyor: “Üçüncü bir itirazada yanıt vermek oldukça zordur. Karmaşık bir organın yarar sağlasa da birden oluşması nasıl olmuştur. Örneğin omurgalılardaki gözün, merceği, retinası, optik sinir ve görmek için etkili olan diğer kısımları birden nasıl oluşmaktadır? Çünkü doğal seçme görme sinirinden ayrı olarak retina üzerinden seçici olamaz. Mercek oluşsa dahi retina olmadan anlam taşımaz. Görmek için tüm yapıların beraberce geliştirilmesi kaçınılmazdır. Ayrı ayrı geliştirilen kısımları kullanılmayacağı için hem anlamsız olacak, hem de belki zamanla ortadan kalkacaktır. Aynı zamanda hepsini birden geliştirmek de tahmin edilemeyecek kadar küçük olasılıkların bir araya gelmesini gerektirmektedir. (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s, 474.) Tam oluşmuş bir gözün meydana gelmesi (memeli gözü gibi) birkaç yüz milyondan, milyon yıldan daha eskiye uzanmaz. Bu kadar karmaşık bir organın bu kadar kısa sürede oluşması evrimsel bir mucize olarak kabul edilmektedir.” (Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, s, 161.)
Allah’ı ve mucizeyi inkâr edenlerin, kendi düşüncelerini, felsefelerini mucizeyle açıklaması oldukça ilginç görünüyor.
7-İnsan Vücudu
Hücre ve göz karmaşık olduğu gibi pek çok organın bir araya gelip sistemleri, onların da insan vücudunu teşkil etmeleri daha karmaşık ve daha zordur.
İnsan vücudu bilindiği gibi sinir sistemi, solunum sistemi, sindirim sistemi, boşaltım sistemi gibi sistemlerden oluşur. Bu sistemlerden biri olmazsa veya sistemi meydana getiren organlardan biri olmadığında organizmanın var olması veya yaşaması mümkün değildir. Bir sistemdeki her hangi bir organ diğer organlara muhtaç olduğu gibi, her sistemde diğer sistemlere muhtaçtır. Çünkü biri olmadan diğerleri olmaz veya yapılacak faaliyet gerçekleştirilemez.
Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi “kubbeli yapılarda bulunduğu yerini muhafaza edebilmek için her taş diğer taşlara muhtaçtır. Biri olmadığında diğerleri yerlerinde duramazlar.” İnsan vücudunda da örneğin kalp, mide gibi bir organı aldığımızda insan vücudunun hayatı bitmektedir. İnsan vücudunun tesadüfi ve tedrici olarak meydana gelmesi mümkün değildir. Çünkü bir organ veya sistem diğerleri olmadan işe yaramadığı gibi varlığını devam ettirmesi de mümkün değildir. İnsan vücudundaki bütün organların ve sistemlerin beraber yaratılması ve hepsinin aynı anda olması zaruridir. Bu ise tesadüf ihtimalini ortadan kaldırır.
8-Şuurun Üzerindeki Tesadüf
Tesadüfen olan bir şeyin, akıl sahibi insanlar tarafından, daha güzel, daha sağlam yapılacağı herkes tarafından bilinir ve kabul edilir. Bu mantığa göre eğer hücre tesadüfen meydana geldiyse, bugün bilinçli insanların kast ve şuurla (gelişmiş bilim ve teknolojiyle) bir hücre yapması, hatta mevcut hücrelerden daha iyisini yapması beklenebilir. Fakat bu mümkün müdür? Tabii ki hayır!
Tesadüfen meydana geldiği iddia edilen insan vücudu, ölüm sonrasında, bütün malzemeler mevcut olduğu halde, onu hayata döndürmek mümkün müdür? Bunun cevabı da Tabii ki hayırdır.
Öyleyse bu tesadüf nasıl bir şeydir ki, insan aklının üzerinde icraatlar yapabilmektedir? Hatta insan aklının kapasitesinin çok çok üzerinde icraatlar yapmaktadır. Bütün bunlar nasıl tesadüf olabilmektedir?
Mütevazi ve selim akıllar önyargısız olarak konuya eğildiklerinde bütün bunların tesadüfen olamayacağını, bütün bunların arkasında harikulade ilim, irade ve kudret sahibi birinin olması gerektiğini ikrar ederler. Fakat konuya mantıkla değilde duygusal yaklaşan önyargılı insanlar, bütün bunlara “Acaba bu söylenenler doğru olabilir mi?” şeklinde ölçme, tartma, düşünme şeklinde değil de “Bu söylenenleri nasıl çürütürüm?” mantığıyla yaklaşırlar. Onlar, Kur’ân’da “Korkutsan da korkutmasan da birdir, onlar inanmazlar” (Bakara, 6.) buyrulduğu gibidir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.