Tesbîh edenlerden olmasaydı, insanların diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı

Tesbîh edenlerden olmasaydı, insanların diriltilecekleri güne kadar balığın karnında kalırdı

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Saffat Sûresi 133-148. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

133-Şübhesiz ki Lût da elbet peygamberlerdendir.

134-Hani (kavmini helâk ederken) onu ve bütün âilesini kurtarmıştık.

135-Ancak geride kalan (isyankâr)lar arasında bulunan bir kocakarı hâriç.

136-Sonra o diğerlerini helâk ettik.

137, 138-(Ey Mekkeliler!) Elbette siz de sabaha ulaşan kimseler iken ve geceleyin doğrusu onlar(ın harâb olmuş yerlerin)e uğruyorsunuz. Hiç akıl erdirmez misiniz?

139-Muhakkak ki Yûnus da elbette peygamberlerdendir.

140-Hani (o), dolu gemiye kaçmıştı.(*)

141-Nihâyet (gemidekilerle birlikte) kur‘a çekti de, kaybedenlerden oldu.

142-Derken o (kendi kendini) kınayan bir kimse olduğu hâlde balık onu yuttu.

143, 144-Fakat gerçekten o, tesbîh edenlerden olmasaydı, mutlaka (insanların) diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.

145-Bunun üzerine kendisi hasta bir hâlde iken onu (ağaçsız bir) alana attık.

146-Ve üzerine (gölge yapması ve ondan beslenmesi için) kabak (cinsin)den bir ağaç bitirdik.

147-Ve onu yüz bin (kişilik bir topluluğ)a veya (daha da) artmakta olanlara (peygamber olarak) gönderdik.

148-Sonunda îmân ettiler de onları bir zamâna kadar (dünya ni‘metlerinden) faydalandırdık.

(*) Hz. Yûnus (as) hakkındaki اَبَقَ ta‘bîri, “efendisinden kaçan köle” ma‘nâsındadır. Hz. Yûnus (as), kavmine hiddetlenip Allah’ın iznini beklemeden oradan uzaklaştığı için mecâzî olarak böyle tavsîf edilmiştir.
Bindiği gemi denizin engininde duraklayıp yüzemeyince, gemiciler o zamanki bir i‘tikāda binâen: “Bu gemide muhakkak efendisinden kaçmış bir köle vardır. Kur‘a atalım, onun kim olduğu meydana çıkar!” dediler. Nihâyet kur‘a çekildi ve çekilen kur‘a Yûnus (as)’a çıktı. Kabûl etmediler. Üçüncü kur‘a da kendisine çıkan Yûnus (as): “Efendisinden kaçan köle benim!” dedi ve denize atıldı. (Nesefî, c. 4, 46)