Abdulkadir MENEK
Tillo’dan Cizre’ye (1)
Tillo, bir ilim ve irfan merkezi idi. Bu büyük vazife yüzyıllardan beri hiçbir kesintiye uğramadan devam ediyordu. Bu belde, bağrında taşıdığı ve yaşattığı değerlerle; milletin inancını, ahlakını, güzelliklerini ve sağlam duygularını terennüm ediyordu. İsmail Fakirullah’ın dergâhı, nice büyük değerlere beşik olmuş, İbrahim Hakkı gibi büyük şair ve mutassavıfları bu milletin hizmetine armağan etmişti.
İşte siz de böyle bir manevi tasarruftan yararlanmak ve bu mümbit topraklardan tefeyyüz etmek için Kubbe-i Hasiye’ye kapanmış, ilim, tefekkür ve tezekkür ile meşgul oluyordunuz. Medreselerde kullanılan çok meşhur bir lügat olan Kamus-u Okyunus’u ezberlemeye başlamış ve Sin harfine kadar da bunu başarmıştınız. İcazetinizi kısa bir süre önce almış, ancak ilme, okumaya, tefekküre doyamamıştınız. Bu büyük aşk ve iştigaliniz vefatınıza kadar devam edecekti.
Bir gün Kardeşiniz Molla Mehmed’in getirdiği çorbanın tanelerini karıncalara vermiş, ekmeğinizi çorbanın suyuna batırıp yemekle yetinmiştiniz. Niye böyle yapıyorsunuz diyenlere de şu ilginç cevabı vermiştiniz: ‘’Bunlarda hayat-ı içtimaiyeye malikiyet ve fevkalade vazifeşinaslık ve çalışma bulunduğunu müşahede ettiğim için, cuınhuriyetperverliklerine mükâfaten kendilerine muavenet etmek (yardım) istiyorum"
Yine bu Tillo’da bulunduğunuz ve Hasiye kubbesinde istirahat ettiğiniz bir sırada Gavs-ı Geylani rüyanıza girmiş ve size şöyle hitap etmişti: "Molla Said! Mîran aşîreti reisi Mustafa Paşaya gidiniz ve kendisini tarîk-ı hidayete davet ediniz; yaptığı zulümden vazgeçerek, namaza ve emr-i marufa müdavim olmasını tavsiye ediniz. Aksi takdirde öldürünüz."
Bu çok ilginç bir rüya idi. Siz zaten her haliniz ve her sözünüzle zulme karşı dikilmiş ve daima hakkı haykırmıştınız. Çocuk denecek bu yaşta bile zulme ve baskıya boyun eğmediğinizin çok sayıda olayını bizzat yaşamış ve bu vasfınız ile büyük şöhret kazanmıştınız.
Evet, siz sadece Allah vergisi ilminiz, hafızanız ve zekânız ile değil, aynı zamanda fıtri cesaret ve kahramanlığınız ile de bölgede büyük bir tesir bırakmıştınız. Fakat bu Mustafa Paşa’nın şakası yoktu. Zulmü ile Botan bölgesini inin inim inletiyordu. Öldürdüğü ve ölümüne sebep olduğu insanların haddi ve hesabı yoktu. Kendisine bağlı iki Hamidiye Alayı olan bu paşa, zulüm ve acımasızlığı ile büyük nam salmıştı.
Hele Mustafa Paşa âlimlerden hiç hoşlanmıyordu.Özellikle ilim adamlarını küçük düşürmek ve onlarla eğlenmek gibi çok kötü bir alışkanlığı da vardı. Bir gün istediği fetvayı alamadığı bir âlimin elbiselerini soydurmuş, üzerine bal dökerek güneşte uzun süre bekletmiş, sineklerin konması ile âlim zatta meydana gelen rahatsızlığı arkadaşları ile birlikte büyük bir zevk alarak seyretmişti.
Mustafa Paşa’nın zulmü ayyuka çıkmıştı. Kendisine bağlı askerleri köylere baskına gönderiyor, bölgesinden gelip geçen herkesten haraç alıyordu. Arazi sahiplerine çok ağır vergiler koymuştu. Halk bu durumdan çok şikâyetçi ve adeta bizar olmuştu. İnsanların İstanbul’a yaptığı şikâyetler neticesiz kalıyordu.
Herkes, bu büyük zulmün sona ermesi için Allah’a iltica etmeye başlamıştı. Siz de bu vazifeyi yerine getirmek için Cizre’ye doğru yola çıktınız. Yolda, yayladan dönen Mustafa Paşa ve adamları ile karşılaşmış ve görevinizi bir an önce ifa etmenin heyecanını yaşamaya başlamıştınız. Fakat Mustafa Paşa ortalıkta görünmüyordu. Çadırına buyur edilmiş ve istirahat halinde zalim Paşa’yı beklemeye başlamıştınız.
Biraz sonra Paşa çadıra gelmiş ve orada bulunan herkes telaş ile ayağa kalkmıştı. Fakat siz yerinizden bir kımıldamamıştınız. Mustafa Paşa bu duruma hayret etmiş ve bu durumu O’nu tanımadığınıza bağlamıştı. Ne için geldiğinizi sormuş ve sizden O’nu adeta çileden çıkaran bir cevap almıştı. Siz de kendinizden gayet emin bir şekilde şu cevabı vermiştiniz: ‘’Sizi doğrun yola davet etmeye geldim. Namazı kılıp zulmü terk edeceksiniz. Aksi halde sizi öldüreceğim.’’
Mustafa Paşa beklemediği ve bugüne kadar da karşısında kimsenin söylemeye cesaret edemediği bu sözler karşısında çileden çıkmış ve çadırda asılı duran kamanızı işaret ederek ‘’bu pis kılıçla mı’’ diye öfkeyle sormuştu. Siz bu sefer de ‘’kılıç kesmez, el keser’’ cevabını vermeniz üzerine çadırdan dışarı fırlamıştı.
Aslında O’nun düşüncesi dışarıda iken, orada bulunanlar tarafından ikaz edilmeniz ve sözlerinizi geri almanız beklentisiydi. Bir müddet sonra yeniden içeri girmiş ve sorusunu tekrarlamıştı. Fakat sizin tavrınız ve üslubunuz değişmemişti.
Bunun üzerine Paşa zevahiri kurtarmak için vaziyeti kurtarmanın yollarını aramaya çalışmış ve şakayla karışık olarak şu sözleri sarf etmişti: ‘’Benim Cizre’de çok âlimlerim var. Oraya gittiğimizde onlarla münazara ediniz. Eğer onları mağlup ederseniz, sizin dediğinizi yapacağım. Eğer onları mağlup edemezsen seni Dicle nehrine atacağım’’ teklifinde bulunmuştu.
Bunun üzerine siz tavizsizlik ve kararlılığınızın bir ifadesi olarak şu cevabı vermiştiniz.’’Bütün âlimleri mağlup etmek benim haddim olmadığı gibi, beni de nehre atmak senin haddin değildir. Fakat sizden bir mavzer istiyorum. Eğer sözünüzü tutmazsanız, sizi o mavzerle vuracağım.’’
TAZİYE: Çarşamba günü elim bir trafik kazası sonucu vefat eden ve hizmetini tamamlayarak ücret ve mükâfat diyarına giden aziz dostum İsmail Kayan’ı, dün ebedi istirahatgahına, kalabalık bir dostlar grubu ile birlikte yolcu eyledik. Aziz dostuma Rabbimden gani gani rahmet niyaz eder, aynı kazada yaralanan değerli kardeşlerim Cüneyt Gökçe, Ekrem Bektaş ve Abdullah Yıldırım’a da acil şifalar temenni ederim.
DAVET: Kısmet olursa bugün saat 13.00-18.00 saatleri arasında Malatya 2. Kitap Fuarı’nda, Nesil Yayınları Standında, aziz dostlarımız ve kardeşlerimiz ile bir araya gelip kitaplarımızı imzalayacak ve sohbet edeceğiz. Değerli okuyucularımızı ve kitap dostlarını bekliyoruz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.