Toplumdaki huzursuzluk adaletsizlikten çıkıyor
Sincan Belediye Başkanı Doç. Dr. Mustafa Tuna ile röportaj…
Röportaj: Dursun Sivri - RisaleHaber
Giriş:
Sincan Ankara’nın merkez ilçesi büyük bir banliyö semti. Sincan’ın demografik yapısı Türkiye’nin bütün etnik ve kültürel özelliklerini taşıyan bir yerleşim merkezi. Genelde Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen dar ve orta gelirli insanların, yine aynı sosyal statüye sahip çalışanların ikâmet ettiği bir kent. Gecekondudan planlı şehir yapılanmasını tamamlamış bir semt. Anadolu’nun her rengini barındırıyor. Yirmi bin çalışanı olan Ankara’nın en büyük organize sanayisi aynı bölgede yer alıyor. Başlı başına büyük şehir çapında bir ilçe olan Ankara Büyükşehir Belediyesi kapsamında bulunuyor.
28 Şubat 1997 öncesinde belediyenin düzenlediği “Kudüs gecesi” ne İran Büyükelçisinin katılması, programda Filistin İntifada hareketinin sembolik olarak canlandırılması büyük bir skandalmış gibi zamanın merkez medyasının abartılı haberleri halen hafızalarda. Ertesi gün malum tankların Sincan’dan yürütülmesi ve ardından gelişen olaylar hatırlanıyor. Sık sık ekranlara geliyor. Filistin konusunda yetkili ve sorumluluk mevkiinde bulunanlar tarafından daha sert beyanları da herkesçe biliniyor.
O dönemin zorlama, manüplasyon ve toplum mühendisliği ile Türkiye’nin maddi mânevi büyük kayıplarının olduğu da işin cabası.
Biz de şu an görevde bulunan belediye başkanı sayın Doç. Dr. Mustafa ile bir röportaj gerçekleştirdik. Doç Dr. Mustafa Tuna’nın başarılı bir akademik geçmişi var. Lisans eğitimi inşaat mühendisliği olmakla beraber, ihtisas alanı çevre konuları, atık suların arıtılması gibi konularda bilim dünyasında saygınlığı olan bir isim. 2002-2007 döneminde Milletvekilidir. 2009 Mahalli seçimleri ile de Sincan belediye başkanlığı görevini yürütüyor.
Aslında röportaj konumuzda 28 Şubat süreci ve sonuçlarını analiz ettirmekti. Sayın Tuna, Sincan’ın 28 Şubat süreci ile ilişkilendirilmesini özellikle istemediğini beyan etti.
Belediyecilik konuları ile beraber bir vesile bularak 28 Şubat ve sonrası ile ilgili sorularımızı sorduk. Yüzeysel de olsa temas etti, Türkiye’nin meselesi bağlamında bir değerlendirmede bulundu.
Şimdi o röportajı ilgi ve bilgilerinize sunuyoruz.
Neden belediyecilik? Bilim adamı yönünüz daha ağır basıyor. Ve neden Sincan? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Burada temelde hadise şu: yöneticilik başka bir şey… Yani yöneticilik, günlük yapılması gereken rutin işlerin içinde boğulup kalmak değildir. Esas yöneticilik orta ve uzun vadede doğabilecek problemleri, sıkıntıları önceden öngörüp, o sıkıntıların çözümlerini üretmektir. Günlük yapılması zorunlu işlerden temizliktir, parktır, bahçedir, kaldırımdır, yoldur… Bunları mecbursun, yapmazsan olmaz zaten.
Sincan, Türkiye’nin her yerinden göç alan bir yer. Çok hızlı büyüyen ve gelişen, çok farklı kesimlerin, farklı kültürlerin buluştuğu bir mozaik… Bu durum sizin belediyecilik çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Hiç olumsuz bir tarafını görmedim. Sincan İlçemizin nüfusu yaklaşık 500 bin civarında. Biz 500 bin vatandaşımızla el ele vererek şehrimize daha güzel hizmetleri kazandırmak için gayret ediyoruz. Bizim amacımız hep beraber el ele vermek. Bir kişi ile beş kişi ile bu işler olmaz. Heyecanla bir sinerji ile bütün vatandaşlarımızın da bu konuda katkıları var, hakikaten duyarlılar. Sincan’da yaşayan vatandaşlarımız hakikaten en güzel hizmetlere layık ve yapılan hizmetleri de takdir eder, yapılan çalışmaları da takdir eder. Kendisi için yapılan çalışmaları da bilir. Sağduyulu, feraset sahibi insanların hakikaten ben bu nedenle Sincan gibi bir yerde belediye başkanlığı yaptığım için de ayrıca mutluyum.
Türkiye’nin makro düzeydeki o sorunları burada iz düşüm olarak yaşanıyor mu? Yani etnisite olarak, kültür olarak çok farklılıklar var. Bu durum Belediyecilik çalışmalarınızda zorluklara neden oluyor mu?
Hayır, hiç öyle bir şey olmuyor. Burada Sayın Kaymakamımızın da hakikaten çok büyük katkıları var. O da çok değerli bir insan. Diğer bütün birimlerle, diğer bütün kurumlarla, Büyükşehir Belediyesi ile Bakanlıklarla, Başbakanlıkla, Hükümetle, herkesle bizim iyi münasebetlerimiz oluyor. İyi diyaloglar güzel hizmetlere vesile olunca vatandaşlar da bu diyalogların iyiliğinden ve birlikte hareketten tabii ki olumlu etkileniyor.
Mesela sizden az önce gelen ziyaretçiler bir mahallede bir sitenin yöneticileriydi. O sitenin içindeki alanın güzelleşmesi noktasında ortak hareket ettiler. Biz de destek olduk. Teşekkür için gelmişler. Neticede şehrimiz güzelleşiyor. Biz bütün vatandaşlarımızla el ele vererek bir sinerji oluşturduğumuz için ayrıştırıcılık gibi bir şey söz konusu bile olamaz.
Yani Niğdelisi de bizim zenginliğimiz Elazığlısı da, Malatyalısı, Diyarbakırlısı, Hakkârilisi, Çanakkalelisi; hepsi. Her vilayetimizden insanımız var Sincan’ımızda. Hakikaten öyle bir etnisite veya herhangi ayrıştırıcılıktan kaynaklanan bir vaka yaşamadık. Böyle bir şey zaten söz konusu bile değil. Huzurlu bir ortamımız var.
Huzursuzluk neden çıkar?
Adaletsizlikten çıkar. Ailede de böyledir. Her yerde, iş yerinde de böyledir. Toplumlarda da böyledir. Yöneticiler adaletsiz olursa huzursuzluk çıkar. Toplumların, ülkelerin huzursuzluklarının temeline adaletsizler söz konusu olmuştur. Devletler neden yıkılmıştır? Adaletsizlikten yıkılmıştır.
Sincan’ın isminin Türkiye’de duyulmasıyla Türkiye’nin demokratik ve siyasi tarihinde bir kırılma yaşandı. Bu, daha önce 60 ihtilaliydi, 70’di, 80’di. Bir de 28 Şubat süreci var. 28 Şubat süreci arefesinde, buradaki bir sosyal faaliyet bahane edilerek tankların geçişi var. Fakat ondan sonraki siyasi tablodaki gelişmeler o tankları yürütenlerin istediği gibi gerçekleşmedi. Bu konudaki değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Ben, bu konu ile ilgili olarak Sincan’ı ilişkilendirmeyi doğru bulmuyorum. Eğer böyle bir şey olacaksa bu konu Ankara’nındır. Bu 28 Şubat sürecinin getirileri, götürdükleri Türkiye’nin kayıpları ve kazanımları olarak değerlendirmek lazımdır. Ayıpları da Türkiye’nin ayıplarıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin dünya nezdindeki itibar kaybıdır 28 Şubat sürecindeki gelişmeler. Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili ayıplarıdır. Dolayısıyla burada 28 Şubat’ın Sincan ile bütünleşmesini ben doğru görmüyorum.
Sincan toplumunun, burada yaşayanların refleksi nasıl oldu sizce?
Yani Sincan olarak düşünmeyin. Sincan’ı Ankara’dan ayrı da düşünmüyoruz, Türkiye’den de ayrı düşünmüyoruz. Türkiye’deki insanların refleksi nasıl olmuşsa -ki bunu zaten vatandaşımız önüne fırsat geldiği zaman gösterdi- Sincan’daki vatandaşımızda Türkiye’nin bir parçası olduğu için aynısıdır.
Belki sembol, bir isim olarak oldu ama o bir çağrışım nokta-i nazarından diyoruz. Tabii temel bir şey değil.
O olabilir. Ona benzer mesela 60 ihtilalinde de bir çıkış noktası yer olmuştur. Ankara Radyo evi, Sıhhiye Meydanı da 60 ihtilalının simgesi mi şimdi? Ankara Radyo Evi veya Meclisi o zaman askerler, cunta basmıştı vs. Yani ben olayı öyle düşünmedim. Ben o 28 Şubat dönemini Türkiye için düşünüyorum. Yani yerelde küçük düşünmek yöneticilere yakışmaz. Biz, Türkiye’nin meselelerini, dünyanın gidişatını; dünya giderken biz şurada duralım diyemeyiz.
“Dünya nereye gidiyor?” “Neler oluyor?” “Dünyada ülkeler neler yapıyor?” “Kimler neler yapıyor?” “Neler yapılmıyor?” Onları görerek biz ne yapmalıyız?” Nasıl davranmalıyız?” “Gelişmelere kendi kültürümüzü, değer yargılarımızı gelişmeler karşısında nasıl taşımalıyız?” Dünyadan ayrı bir uyduda yaşamadığımıza göre ben olayı bir bütün olarak düşünüyorum. Sincan üzerinde yerelde kalmak bize yakışmaz. Akademik anlayışıma da hiç yakışmaz.
Tabi Türkiye’nin düşünce yapısında bir akademisyen, gerek siyasi yönünüz, gerek idari yönünüz olması hasebiyle görüşlerinizi önemsiyoruz. O bakımdan Türkiye’nin gerek sosyal yapısı, gerekse mahalli yapısı genel yapıdan ayrılmadığını söylediniz. Ama sonuçları itibariyle ne gibi sonuçlar çıkartılabilir?
Ülkemizde insanlarımız neyin ne olduğunun artık çok iyi farkında. 20 sene 30-40-50 sene önceki şartlar çok değişti. Vatandaşlarımız şimdi dünyada olup bitenleri anında haber alabiliyor. Neyin nasıl olduğunu, arka planlarında neler olabildiğini artık görebiliyor.
Kolay yönlendirilmiyor.
Eskiden öyleydi. Eskiden bu kadar değildi. Vatandaşımızın sağduyusuna, ferasetine ben her zaman itibar etmişimdir. Bunu da vatandaşlarımız seçim zamanında gösteriyor. Her seçim sonucunu analiz ederseniz hepsinin ayrı bir anlamı var. Ben basit bir misal vereyim.
Mesela 1999 seçimlerinde birinci parti olan parti 2002 seçimlerinde barajda kaldı. %1,5 oy aldı. Yani vatandaşımız her şeyin farkında. Dolayısıyla vatandaşımız artık neyin ne olduğunu biliyor. Gelişmelerde insan hakları, demokratikleşme, temel hak ve hürriyetlerin kullanımı noktasında vatandaşımız artık çok şuurlu. Ve bunlar da kullanıldıkça da ülkenin daha hızlı gelişeceğinden hiç endişem yok.