Toplumun manevi hayatını devam ettirmeye çalışan uzuvlar
Diyarbakır Kültür Merkezinde (DKM) yapılan ; üniversiteye hazırlık ve üniversite öğrencilerin katıldığı semineri bu hafta Tıp Fakültesi öğrencisi Muhammed ÖZBEK sundu.
Risale Haber - Haber Merkezi
Cemaat Nedir?
Seminerine cemaat kelimesinin tarifiyle başlayan Özbek, “Cemaat” Arapça bir kelime olup, toplamak, derlemek, bir araya getirmek manalarına gelen cem kökünden türetilmiştir. Sözlükte ise cemaat; İnsan topluluğu, bir fikir ve inanç etrafında toplanmış kimseler manasına gelir. En geniş anlamıyla ise “cemaat”; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tırlar ve bu cemaatin ana özelliği, aynı rabbe aynı peygambere yani aynı tevhit dinine inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Bu tanımdanda anlaşılacağı gibi Dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, bütün müslümanlar İslâm cemaatinin birer üyesidirler.” dedi.
Cemaat Kavramının önemine değinen Özbek, “Cemaat; rastgele, tesadüfen veya şartların bir araya getirdiği insanlar değildir. Cemaatin üyeleri de yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir. Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir ve ehli dalaletin itham ettiği gibi kuru kalabalık, yani kitle (cemadât) değildir. Kitle, şartların bir araya topladığı, Yolu ve hedefi belli olmayan, Asgari müşterekleri bile olmayan, Belki bir çıkarın, belki etkili bir rüzgârın, belki gözü açık bir propagandacının bir araya topladığı bir sürüdür. Bu sürüyü ise akıllı ve gözü açık çobanlar istediği gibi sürükleyip götürürler. Sonuç olarak cemaati oluşturan temel unsurları bir araya getirdiğimizde; ortak bir amaç, ortak bir inanç, ortak bir metot, ortak prensipler ve İşbirliği yapan bir topluluktan bahsedebiliriz.” dedi.
Cemaat ve cemiyet kavramlarının farklılığına dikkat çeken Özbek, ”Sözlük anlamı “cemiyet” kelimesiyle hemen hemen aynı olsa da her iki sözcük arasında belirgin farklar vardır. Cemâate mensup kişiler arasında yoğun bir bağ vardır. Bu bağ manevi duygulardan ibarettir. Cemâat ilişkilerinde ‘ben’ düşüncesinden öte ‘biz’ düşüncesi hâkimdir. Kişiler herhangi bir maddi çıkar gözetmeksizin birlikte olur, duygu ve düşüncelerini paylaşır ve birbiriyle kaynaşırlar. Oysa cemiyette ilişkilerde manevi yön çok zayıf olmakla birlikte bazen hiç yoktur. Cemiyete mensup kişiler ‘ben’ duygusuyla hareket ederler ki, bu durum cemâatle aralarında olan en belirgin farktır. Cemaat, bir “şahs-ı manevi”, cemiyet bir Şahs-ı Hükmidir. Cemaat, inançlar gibi en yüksek konuda birlikteliği, cemiyet ise daha dünyevi ve siyasi konular olan alt düzeyde birlikteliği hedefler. Cemiyet, çoğunluk içinde azınlık hareketidir, cemaat ise çoğunluktur. Cemaat, çoğulculuk, katılımcılık ve demokratik yapılanma konusunda cemiyete göre daha müsait bir zemin hazırlar. Cemaat, İslam’da tavsiye, hatta emredilen bir hayat tarzıdır. Fakat İslam’da cemiyetçilik gibi bir hayat tarzı yoktur.
Eğer cemiyet kelimesinin topluluk demek olan lügat mânâsı alınırsa, İslâm kardeşliği cihetinde uhrevî kardeşlik bağları ile bira raya gelen insanlar topluluğu mânâsında cemiyet denmesi mümkün olur. Bu mânâda Risale-i Nur Talebelerine cemiyet demenin bir zararı olmadığını yine üstad risale-i nurda göstermiştir:
"Evet, biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon (şu anda 1,5 milyara yakın) dâhil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar; kudsî proğramıyla birbirinin yardımına, dualarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz, bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efrâdındanız ve hususî vazifemiz de, Kur'ân'ın imânî hakikatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî, berzâhî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyâsî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medâr-ı ithamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münâsebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz." dedi.
Cemaatin Önemi
İslamın tüm müslümanları tek yürek etmek için her türlü teşviklerde bulunduğunu ve bunu Kur’an-ı Kerim ve hadislerde görmenin mümkün olduğunu belirten Özbek seminerine şöyle devam etti:
“Ebu Hureyre (ra)dan Peygamberimizin(a.s.m) şöyle dediği rivayet edilmiştir: “İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Üç kişi iki kişiden hayırlıdır. Dört kişi üç kişiden hayırlıdır. Cemaat olmanız gerekir. Muhakkak ki, Allahın (yardım) eli cemaatle beraberdir. Allah azze ve celle ümmetimi ancak hidayet üzere cem eder, toplar.” Bilin ki, cemaatten uzak duran her kişi ateşe düşer. Ayrıca başka bir hadisi şerifte peygamberimiz efendimiz(a.s.m) şöyle buyurmuştur: Cennetin ortasında oturmak kimi sevindirirse, cemaatten ayrılmasın. Çünki şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden uzaktır.” dedi.
Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri kuddise sirruh buyuruyor ki; Eğer bir toplulukta, bir cemaatin içinde Allahu tealanın sevdiği beğendiği razı olduğu kabul ettiği bir tek kişi varsa Allahu Teâla o bir kişi hürmetine hepsini afveder.
Ayrıca Ağaçlar bile bir araya gelmekle orman olur ve ılahi rahmeti celbederlerse Ehli imanın cemaat olmasıyla Rabbimizin rahmeti o cemaati kuşatır inşaallah.
İslam’a göre cemaat olma o kadar önemli ki, iki kişi bir araya gelseler, hemen cemaat olmaları tavsiye edilir. Bu cemaatin gayesi de Allah’ın hükmüne daha güzel bir şekilde uyabilmektir. . Müslümanların cemaat olmalarının en güzel örneği beraber namaz kılmalarıdır. Cemaatle namaz, İslâmí cemaatin temelini atar, cemaat şuurunu kazandırır. Bu nedenle cemaatle kılınan namazın derecesi tek başına kılınana göre yirmi beş, veya yirmi yedi derece daha yüksektir.
Eski zamanda ehl-i iman hem çok hem kuvvetli, hem devlet ve kurumlar tarafından desteklendiği için, o zamanlarda böyle bir cemaat ve şahs-ı maneviyeye ihtiyaç duyulmuyordu. Şahsi ve ferdi hareket etmeye zaman ve zemin müsait idi. Ancak bu zamanda Müsbet bir cemaatin içine girmeyenler, menfi bir cemaatin içine farkında olmadan girme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirler.
Üstad Hazretleri risale-i nurda; Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur diyerek bu zamanda cemaatin önemine değinmiştir. Ayrıca Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir diyerek de cemaatteki vazifelerimizden birkaçını söylemiştir.
Bu asırda küfür, ahlaksızlık, günah ve günaha teşvik eden yollar bulaşıcı hastalıklar gibi çoğalmaktadır ve ehli imana her yerden hücum etmektedirler. Kafirler hak olan İslam’a kitlesel bir şekilde plan ve program dâhilinde hücum ediyorlar. Adeta bir tek müminin karşısına büyük bir küfür ordusu dikiliyor. Bu toplu hücuma bir müminin tek başına karşı koyması hem maddi hem de manevi olarak mümkün değildir. Öyle bir an gelir ki o mümin, dahi de olsa âlim de olsa bazen imanını, bazen şevkini ve bazen da ümidini koruyamayabilir. İnsanın şahsi ilmi ve gayreti ne kadar sağlam da olsa cemaatin kuvvetine yetişemez, bu yüzden cemaate muhtaçtır. Cemaat bu hususta fitili koruyan cam bir fanus gibidir. Fanus olmadan fitilin ateşi çabuk söner. Bu sebeple Kur’an ve iman hizmetkârlarının şahs-ı manevi haline gelip, küfrün şahs-ı manevisine mukabele etmesi zaruri bir ihtiyaç haline gelmiştir. İmanın korunması için ailenin içinde, arkadaş çevresinde ve nihayet manevi bir dua şirketi içinde bulunmak, elbette ki imanın muhafazası için çok önemli bir unsurdur.
Bu hususta az evvelde söylediğimiz gibi Üstadın bir “şirket-i maneviye” tabiri vardır. Bu iman ve Kur’an hizmetinde birlikte çalışan insanlar manevi bir şirket teşkil ederler. Bu şirkette en küçük paya sahip olan kişinin bile ehli dalaletin toplu hücumlarına karşı kale gibi kuvvetli bir sığınağı vardır. Bunu şuna benzetebiliriz; ticaretle uğraşan bir kişi büyük bir şirkete ortak olmadan da işini yürütebilir ancak şirketleşen büyük firmalar karşısında karı çok küçük miktarlarda kalır ve başkalarıyla rekabet gücünü kaybeder. Ferdi gayretler de cemaatle yapılan çalışmalar yanında işte böyle güçsüz kalırlar. Sonuçta hem imanımızı kurtarmak için hem de sel gibi akan günahlara karşı kendimizi muhafaza etmek için, iman ve takvanın şahs-ı manevisine dahil olmak bu zamanda elzem ve mecburidir. Cemaatin bizlere kazandırdığı başka bir faydasıda Cemaat halinde yapılan çalışmalarda fertlerin güzel ahlak ve seciyelerinin birbirlerine yansımasıdır. Ayrıca ders mütalaasında daha fazla feyiz ve zevk alıp birbirimizi tamamlamamızı sağlar. Risale-i Nur’da yine cemaatle bağdaştırdığım başka bir noktada üstad: Hayat-ı içtimaiyeye giren hangi şeye temas etse, ekseriyetle günahlara maruz kalıyor. Her cihette günahlar serbestçe insanı sarıyorlar. Bu kadar günahlara karşı insanın hususî ibadet ve takvası nasıl mukabele edebilir? Diye aklına takılan soruya cevap olarak: Risale-i Nur'un hakikî ve sadık şakirdlerinin mabeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i a'mal-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla herbir hâlis, hakikî şakird bir dil ile değil, belki kardeşleri adedince diller ile ibadet edip istiğfar ederek bin taraftan hücum eden günahlara, binler dil ile mukabele eder. Bazı melaikenin kırkbin dil ile zikrettikleri gibi; hâlis, hakikî, müttaki bir şakird dahi, kırkbin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata müstehak ve inşâallah ehl-i saadet olur. Risale-i Nur dairesinde sadakat ve hizmet ve takva ve içtinab-ı kebair derecesiyle o ulvî ve küllî ubudiyete sahib olur takvada, ihlasta, sadakatta çalışmak gerektir. İşte bu binler diller ile yapılan istiğfarlara ve ibadetlere ortak olmak ve bu büyük havuzdan istifade edebilmek için bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetimizi o havuza atıp eritmemiz lazımdır. Yoksa üstadımızın tabiriyle o buz parçası erir zayi olur, o havuzdan da istifade edilmez.
İslam Alemi Bir Cemaattir
İslam aleminde bizi birbirimize bağlayan ve bizi islam cemaati yapan belki de en önemli hususlar Üstadımızında risale de bazı yerlerde belirttiği gibi hepimizin Hâlıkı bir, Mâliki bir, Mabudu bir, Râzıkı bir Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir.. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği bence bizi islam cemaati yapan da bu bir birler.peki bizim bu kadar önemli ortak noktalarımız varken neden bizler farklı yollarda ve farklı isimlerle anılan cemaatlerdeyiz?
Sonucu ortaya çıkmış olay ve hadiselere kader canibinden bakmak, daha isabetli bir yaklaşımdır. Neticesi şer ise, tedbir almak; neticesi hayır ise, şükretmek düşer bize. Ve bu konuyla ilgili olduğuna inandığım bir hadistede “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” Şeklinde buyurulmuştur.
Müslüman olmanın ve imanı korumanın şartları Kur’an ve Sünnette belirlenmiştir. Bu şartların üzerine kimsenin yeni bir şart koyması mümkün değildir. Bunu şöyle de ifade etmek mümkündür: ‘Cenâb-ı Hakk’a vasıl olacak tarîkler yani yollar pek çoktur. Bütün hak yollar Kur’andan alınmıştır. Fakat bu yolların bâzısı, bâzısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor.’(1) Burada kastedilen hadis olduğu da ifade edilen şu düsturdur: ‘Allah’a giden yollar, yaratılanların nefesleri sayısı kadar fazladır.’
Dünyadaki birlik ve beraberlikleri bir gözden geçirelim. İnsanın her tarafı göz olsa faydasız olur. Farklı farklı uzuvlar bir araya gelmiş ve hayat denen mu'cize ortaya çıkmıştır. Şimdi göz dese: "Gelin hep benim gibi olun." Bu söz hem zarardır, hem de imkansızdır. O halde bütün organların “hedefimiz bir olsun. Herkes kendi gücü nisbetinde vücuduna ve hayatının devamına hizmet edelim,” demesi en uygunudur.
Her bölünme şer değildir. Zaten insan vücüdu da bir hücreden başlar ve daha sonra bölünmeler sayesinde kemale ulaşır. Bu bölünme elbette ki, mahza hayırdır. Bir anne ve bir baba ile başlayan aile hayatı, çocuklar büyüyüp evlenince, evlenenler evden ayrılmaya ve aile bölünmeye başlar. Bu ayrılmalar da netice itibarıyla hayırdır. Ayrılmamalarında ısrarcı olmak, sıkıntılara sebep olabilir.
Birlikte olmak elbette ki, daha güzeldir. Ancak, farklı hizmet düşünceleri zamanla yeni açılımlara sebep olabilir. Birbirinin aleyhinde olmamak şartıyla, zahiri bir ayrılmanın dışında çok şey kaybedilmiş sayılmaz. Yine hizmetler devam ediyor demektir. Bir merkeze bedel bir kaç merkezde himetin olması, hizmetlerin büyümesinin ifadesidir.
Gaye aynı olduktan sonra, ayrılıklar, insan vücudunun bölünmesi gibidir; zararlı değil, faydalıdır. Bütün askerlerimizin kara kuvvetleri olarak hep birlikte olmaları mı, yoksa birbirlerinden ayrılıp; kara, deniz ve hava kuvvetleri olarak hizmet etmeleri mi daha güzeldir? Elbette ki, ikincisi daha doğrudur. Yanlış bir şey varsa, o da hava, deniz ve kara kuvvetlerinin birbirlerinin aleyhinde olmalarıdır. Aynı gayeye hizmet ettikten sonra hiç bir zararı olmamakla birlikte, çok faydaları vardır. Aynı şeyi cemaatler için de düşünebiliriz.
Cemaat, tarikat farklılıkları da bunun gibi düşünülebilir. Hepsi vücudun farklı azaları gibidir. Ama tek amaçları olmalı: "Allah rızası için şu insanlığa hizmet etmek." Hedef bir olunca isimlerin farklı olması önemli değildir.
Cemaatler toplumun manevi hayatını devam ettirmeye çalışan uzuvlar gibidir. Hedefleri bir olduğu müddetçe ve bu zaviyeden bakacak olursak, fazla üzülmez ve ümitsizliğe de düşmeyiz. Tam tersine, "Çoğalıyor ve ihtisaslaşıyoruz." diye memnun oluruz.
Risale-i Nur Cemaati
Üstadı ve Risale-i Nuru kendine bu zamanda rehber kabul edenlere risale-i nur mesleğinin esaslarını yeniden hatırlatmak istedim. Bu nedenle bu esasları yine en iyi risale-i nur’dan anlarız.
1 - Müsbet hareket etmektir ki; yani kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adaveti ve başkalarının tenkisi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin; onlarla meşgul olmasın.
2 - Belki daire-i İslâmiyet içinde hangi meşrebde olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek...
3 - Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise: mesleğim haktır yahud daha güzeldir" diyebilir. Yoksa başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini îma eden, "Hak yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek.
4 - Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlahînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle...
5 - Hem ehl-i dalalet ve haksızlık -tesanüd sebebiyle- cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücumu zamanında; o şahs-ı manevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlub düştüğünü anlayıp ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı manevî çıkarıp o müdhiş şahs-ı manevî-i dalalete karşı, hakkaniyeti muhafaza ettirmek.
6 - Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için...
7 - Nefsini ve enaniyetini
8 - Ve yanlış düşündüğü izzetini
9 - Ve ehemmiyetsiz rekabetkârane hissiyatını terketmekle ihlası kazanır, vazifesini hakkıyla îfa eder.