Torunu, Tahiri Mutluyu anlatıyor-ÖZEL
Bediüzzaman Said Nursinin yakın talebelerinden Tahiri Mutlunun torunu Emine Boyacı ile yaptığımız röportaj...
Nurettin Huyut'un röportajı...
* Öncelikle kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Isparta Atabey de doğdum, daha bir yaşındayken babamın işi nedeniyle Burdura gelmişiz o nedenle ilkokulu Burdur da okudum. O günkü şartlarda ancak ilkokulu okuyabilmiştim. Ev kızı olarak her çocuk gibi evleninceye kadar hayatım evde ve aile içinde geçti. Sabahattin Boyacı ile evlendik ve dört çocuğumuz oldu.
Ben Tahiri Mutlu’yu çocukluk yıllarımda gördüm. Evde ağabeylerimle beraber kaldığımızda dedem ayrı bir evde kalırdı, yani biz babaannemle beraber kalırdık; o ise Atabey de ayrı bir evde kalırdı. Biz ağabeylerimle onu ziyarete giderdik, birlikte namaz kılardık, arkasında cemaatle kılardık, namaz sonrası bize bisküviler verirdi bizimle ilgilenirdi ve biz eve gelirdik. Bazen sabah namazında seccadesini alır bize yani babaannemin evine gelirdi. Orada bizi kaldırır hep beraber namaz kılardık, bize namaz kıldırırdı. Sabah namazında her zaman Yasin süresini okurdu. Namazdan sonra bize ders yapardı.
Bilhassa İstanbul’a gittikten sonra her gelişinde bizden sık sık Risale-i Nurları okumamızı isterdi. Anneme “Komşularınızı toplayın iki üç kişi de olsanız mutlaka ders yapın” derdi. Sürekli tavsiyelerde bulunurdu.
* Sizlere nasıl davranırdı?
Bizlere, hatta herkese şefkatli davranırdı, o celalli görüntüsünün altında çok yumuşak bir davranış şekli vardı. Nasihat ederken, “Risale-i Nurları okuyun” derken hep yumuşak davranırdı, şefkatle muamele ederdi. Adeta yalvararak, “ne olur?” der gibi bir yaklaşımla söylerdi.
Mesela ben kendisine bir defasında “Hafız olmayı çok istiyorum” demiştim, bana yumuşak bir ifade ile “sen” dedi “Risale-i Nurun hafızı ol”, o derecede de Risale-i Nura bağlı ve onun öğrenilmesini yayılmasını isteyen bir şahsiyetti. Hâşâ! Kur’ana nazire olsun diye değil, bu eserler Kur’anın hakiki tefsiri oldukları için, Kur’an’ı ezberlemekten çok manasını öğrenmenin daha önemli olduğuna inanırdı ve bize de öyle telkin ederdi.
Yoksa Kur’an’ı Kerimede çok önem verir okurdu. Hatta 71 de Burdur depreminde Burdur’da bizim yanımızdaydı, ben Kur’an’ı biliyordum ama bazı eksiklerim vardı, bana okutup yeniden öğretmişti. En az Risale-i Nur kadar Kur’anın okunmasına da önem verirdi, sadece “ezberlemek istiyorum” deyince benim göstereceğim o gayreti manasını öğrenmek için göstermemi istemişti.
Bunun üzerine benden 20. Mektubu ezberlememi istedi o zaman ben 13-14 yaşlarındaydım.
* Ezberlediniz mi?
Evet ezberledim. Kendisi İstanbul’daydı her mektubunda bana hatırlatırdı, “geldiğimde dinleyeceğim” diye yazardı, yani rica ederdi, emreder gibi söylemezdi, sonra geldiğinde okumuştum, çok sevinmişti, etkilendiğini söylemişti.
* Tahiri Ağabey size geldiğinde abdest nasıl alır? Namazlarını nasıl kılardı? Hiç şahit oldunuz mu?
Abdesti özellikle hasta olduğu zaman biz aldırıyorduk, suyu biz dökerdik o abdest alırdı, O’na bu anlamda hizmet ettiğimden dolayı bugün Rabbime çok şükrediyorum ki, öyle bir insana hizmet etmeyi nasip etti.
Abdesti çok çok ağır hareketlerle alırdı, her azasını yıkadığında o aza ile ilgili duayı okurdu, üzerine havlu sererdi ta ki, su üzerine sıçramasın. Hatta yarım saatte ancak alırdı gibi hatırlıyorum, o kadar yavaş alırdı. Bir törene hazırlanır gibi… Hiç musluktan abdest almazdı önüne leğen koyardı, ibrikten biz dökerdik o da abdestini alırdı.
Namazlarını da tadil-i erkanla kılardı, ona çok dikkat eder, arkasından tesbihatı mutlaka yapardı. Sonra da kendisi ders yapardı veya bize okuturdu.
* Dedem Latince yazılı Risale-i Nurlardan okumazdı
Malum o günlerde Risale-i Nurların matbaada basılması için elle yazmak gerekiyordu ve basılan eserlerin tamamına yakın kısmını Tahiri Ağabey yazmıştı. Siz hiç yazarken şahit oldunuz mu?
Hayır ben hiç görmedim, çünkü yazıldığı dönemde ben yoktum annem bile çok küçükmüş, o nedenle bize geldiğinde yazmıyordu, hep okuyordu veya okutuyordu. Ama annemden dinlediğim kadarıyla Tahiri Abi teyzelerimle beraber yazarmış, annem de yazılan sayfaları kuruması için seriyormuş. Annem küçük olduğu için yazamadığından o da serme işini üstlenirmiş. Ayrıca, dedem hiç Latince yazılanlardan okumazdı, okumadı da… Çünkü, Üstad ona müsaade etmemişti, o nedenle hep Osmanlıca yazılı olanlardan okurdu. Ama bize “Siz de Osmanlıcasından okuyun” demezdi, bize hiç öyle bir telkinde bulunmadı. O nedenle biz Latince olanından okurduk.
"Üstad dedemin hastalandığını babama rüyasında söylemişti"
* Bizim sormadığımız ama sizin hatırladığınız sizi etkileyen bir hatıranız var mı?
Ondan hatırladığım en belirgin özelliği sabah namazlarını cemaatle birlikte kılardık, her seferinde Yasin süresini okuyarak kıldırırdı. Yani, birinci rekatta yarısını okurdu, ikinci rekatta da tamamlardı.
O günlerde yani son geldiği dönemde artık televizyon çıkmıştı, televizyona çok kızıyordu, rahmetli babam eve bir televizyon almıştı, fakat annem bundan rahatsızdı, dedem gelir görürse kızar, üzülür diye istemiyordu. O nedenle dedem geldiğinde üzerini örtmüştü. Ama, dedem görünce tahmin etmiş olmalı ki, abim Ekreme sormuş “Burada ne var?” diye o da “Bilmiyorum belki sandık gibi bir şeydir” demiş. Fakat açıp bakınca televizyon olduğunu görmüş çok üzülmüş hatta anneme giderken “Bu televizyon burada kalırsa ben bir daha bu eve gelmem” demiş. Ama zaten o gelişinden sonra bir daha gelmek nasip olmadı.
Babam da Üstad ile çok görüşmüştü, babamı çok severdi. Fazla dindar olmadığı halde yine de babamı severmiş, hatta dedeme “Senin küçük damadını çok seviyorum” dermiş. Üstad, dedemin mahkemesinden dolayı Atabey’e geldiğinde babam onu gezdirirmiş, Çayırlı Mescide götürürmüş. Gezerken Üstad babamın elinden tutar “Buraları Nursa benzetiyorum, o nedenle buraları çok seviyorum” dermiş. Babam da Üstadı çok sever ve sayar ona hizmet edermiş.
Hatta bir defasında dedem hastalanınca Üstad babama Rüyasında Tahirinin yanına git demiş, yani o günün şartlarında haberleşme zayıf olduğundan Üstad rüyada haber veriyor.
Bir defasında da bana 20. Mektubu okuturken pencere kenarında olduğumuzdan dışarı görünüyordu, o esnada okul dağılmış öğrenciler geçiyordu, ben dışarı bakınca okuyacağım yeri unuttum, ne yaptımsa aklıma gelmedi ki, devam edeyim. O zaman bana döndü “bak” dedi “bu okuduğun Nurdur az bir dikkatsizlik kaçmasına neden olur, onun için bu eserleri okurken çok dikkat etmek gerekir” demişti. Yani, hikaye gibi veya gazete okur gibi okumamızı istemiyordu. Dikkatle okuyup dikkatle dinlememizi istiyordu.