Fatma Mebrure ŞENLER
Tüketim canavarını durduralım
Tüketim toplumu; üretimin belli kişi ve ülkelerin elinde olması, bir üreticinin geniş bir kitleye hitap eden ürünler üretip, çeşitli baskılarla piyasaya hakim olmasıdır. Sanayi devrimi ile ortaya çıkan yeni teknolojiler yeni bir üretim ortamı ve yaşam biçimi meydana getirmiştir. Artık çok fazla eşya ucuz maliyetlerle üretilmeye başlamıştı. Bu çığır kısa zamanda Amerika ve Avrupa’yı seri üretim yapan fabrikalarla doldurdu. Üretmek güzeldi ama tüketim olmadıkça bir anlamı yoktu. Üretilenlerin tüketilmesi, bir başka ifadeyle tükettirilmesi gerekiyordu. Bunun için prensip olarak “İhtiyaçların sınırsız, arzuların doyumsuz olduğu” anlayışından yola çıkıldı ve bu doğrultuda çözümler arandı.
Derken zamanla bütün dünyayı ahtapotun kolları gibi kavrayacak bir formül bulundu:
“Tüketmek ve harcamak özgürlüktür. Mutlu olmak için çok tüket. Çok tüketmek için çok satın al. Çok satın almak için çok paran olmalı. Çok paran olması için çok çalış. Çok parayla daha çok tüket.”
Bu formülün uygulanması son derece kolay oldu. Çünkü çıkarılan her yenilik kısa bir zaman sonra yerini başka bir yeniliğe bırakıyordu. Ürünler tek ya da kısa vadede bozulacak şekilde üretiliyor, böylece tüketicinin ürünü uzun süre kullanmasının önüne geçiliyordu. Ayrıca yapılan reklam ve propagandalar yenilikleri takip etme üzerine kurulmuş, lüks üretim ve markalar sosyal statünün gereği olarak yansıtılıyordu. Böylece insanların arzularının tatmin dereceleri sürekli olarak yukarı çekiliyordu.
Televizyon, internet, tıpkı truva atı gibi kısa zamanda evlerimize girdi. Hayata giren ve hayatı istediği gibi yönlendiren cam ekranlarla birlikte, tüketim her geçen gün büyüdü ve bir canavara dönüştü. İnsanlar o canavarın kölesi oldular. Ünlü olan markalar insanların vazgeçemediği tüketim alışkanlıkları haline geldi. Hatta Avrupa da ünlü olan bir marka piyasadan çekilince hayranları bunalıma girip, protesto için sokağa dökülmüşlerdi. Bu protestolar şunu gösteriyor; insanlar bu firma veya marka isimleri ile özdeşleşmişler. Bir bakıma kendilerini o marka ile ifade eder hale gelmişlerdir. O malın üretimden kalkması “benliklerini kaybetme” anlamını taşımaktadır.
Tüketimden çok büyük kârlar eden üreticiler mutluluğun ölçüsünü “ne kadar tüketirsen” şeklinde koydular. Çünkü sonsuz ihtiyaçlar ve arzular sürekli tüketimle tatmin edilebilirdi.
Reklamın büyülü gücü kullanılarak insanlara “Sen de kral olabilirsin, sen de zirvelere çıkabilirsin” telkinleri yapılıyor. Durmadan harcayan ve en lüks gösterişli hayatı yaşayanlar örnek gösteriliyordu. İnsanlar bu yolla prestij yarışına sokuldu. İzlediğimiz reklamların bizleri nasıl etkilediği alışveriş çantamızdan anlaşılıyor. Alışveriş merkezlerinde insanların neler aldığını izlesek; çoğunun zorunlu insani ihtiyaçlarını oluşturmadığını gözleriz. Çoğu katkı maddeleri ile sağlığa zararlı hazır yiyecekler, meyve suları, aromalar ve abur cubur gibi bir sürü gereksiz ve zararlı gıdalar ile dolu paketler.
Sanki görünmeyen bir el, ilk önce çeşitli reklamlarla bizi tüketime sevk edip, çılgınca yaşam fikrine özendiriyor. Daha sonra da bunlara cevap veremeyen bütçemiz bizleri sıkıntı girdabına sokuyor.
Tüketim kalıplarımızı değiştirmeli, alışkanlıklarımızı incelemeli, her yaptığımız harcamada kendimizi sorgulamalıyız. Yaşamamız için zorunlu ihtiyaç olmayan ürünlerin fark etmeden nasıl zorunlu ihtiyaç haline geldiğini görmemiz gerekir. Çoğu alışkanlıklar reklam uyarısı ve gelenek belası tükettiğimiz mallar değil mi? Zannediyoruz ki o ürünleri almadan olmaz. Her akşam sofralarda asitli içecekler olmalı, hazır dondurmalar yenmeli, film izlerken soslu cipsler vs. yenmeli. Öyle ki tükettiğimiz bu abur cuburlar evde bittiği zaman, kapımıza kadar getiren firmalar bile var. Yeter ki biz düşünmeden tüketelim.
Peki bunun bize sağladığı fayda ne? Çoğumuz duygusal açlığımızı bu şekilde doldurmaya çalışıyoruz. Biz bu aşırı tüketim çağından önce daha mutlu, huzurlu bireylerdik. Az şeyle mutlu olurduk. Ama bize bu tüketim çılgınlığı öyle bir empoze edildi ki, olmazsa olmaz haline geldi. Haliyle tüm bu tüketim tuzaklarına yetersiz kalan gelirimiz dara girdikçe sinirleniyor, öfkeli, stresli, tükenmiş bir hale geliyoruz. Hiç düşündük mü? Belki bir çoğumuzun öfkesi, stresi, yapınca mutlu olacağımızı zan ettiğimiz tüketim çılgınlıklarını yapamadığımız için olabilir mi?
Tüketimin artması; strese, aile içindeki ve içtimai hayattaki rolleri yerine getirmede zaman darlığına, borçlanmaya, şişmanlığa, çeşitli hastalıklara ve çevre problemlerine yol açmakta hayat kalitesine menfi tesir etmektedir. Gelişmiş ülkelerde meydana gelen ölümlerin yüzde 50’ye yakın bir oranı damar ve kalp hastalıkları ile kanserden kaynaklanmaktadır. Bu hastalıkların gelişmesinde aşırı tüketimin, şişmanlığın ve dengesiz beslenmenin büyük rolü bulunmaktadır.
Bugün ülkemizde yaşanan aşırı fiyat artışlarına halk olarak “çok önemli gıda dışındaki ürünleri satın almamak” gibi bir tepki göstersek, fiyatlar elbette düşecektir. Halk olarak bilinçli hareket edersek büyük sermaye sahiplerinin oyunlarını bozabiliriz. Bu kadar hızlı tüketime alışan ve onun hazzından zevk alan halkımızın, iradesini kullanarak alışveriş çılgınlığını azaltması bayağı zor olacaktır. Olmazsa olmaz dediğimiz görenek belası tüketimlerimizi bırakmazsak, sermaye sahiplerine gereken cezayı kesmez isek, ekonomi daha da kötüye gidebilir. Hızlıca borçlanmalar artar. Halkımız bunun yerine piyasayı iyi takip edip, en uygun ürünü bulup gereksiz alışverişi keserek, ülkemize bu oyunu kuranların planlarını başlarına geçirebilir.
Toplu ve bilinçli bir davranışla, ülkenin başına kurulan bu tuzağı bozabiliriz. Dengeleri yerinden oynatıp, fiyatları eski haline getirmek bile mümkün olabilir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.