Türkiye’de ilk dersane-i Nûriyeyi o açmıştı

Türkiye’de ilk dersane-i Nûriyeyi o açmıştı

Nazilli’nin ilk Nur Talebesi Hacı Mustafa Öztürk 25 sene önce bugün vefat etmişti

Risale Haber-Haber Merkezi
 
Nazilli İlçesi Risale-i Nur’un erken dönemlerde parladığı yerlerden birisidir. Bu şirin ilçenin ilk Nur Talebesi de Hacı Mustafa Öztürk’tür. Mustafa Öztürk geçen asrın tam başında, 1900 tarihinde Nazilli’nin Yazırlı Köyünde doğmuştur. 1943’de Risale-i Nurları tanımakla şereflenmiş olup, büyük hizmetlere vesile olmuştur… Nazilli’de saffı evveldir… Cesurdur… Kahramandır… Korkusuzdur… Muhlistir… Hazırcevaptır… Türkiye’de ilk dersane-i Nûriyeyi Nazilli’de açanlardandır…
 
Bediüzzaman Hazretlerini üç defa ziyaret etmiştir. Üstad Hazretlerinin son devirlerinde Ankara’ya yaptığı ziyaretleri sırasında kaldığı evin kirasını Hacı Mustafa göndermiştir. 1960 ihtilalında çok sıkı takip edilen, aranan Bayram Yüksel ağabeyi üç ay müddetle Nazilli’de himaye etmiştir. Hapse düşenleri, mahkemesi olanları da hep kol kanat gererek korumuş, kollamıştır.
 
mustafa_ozturk.jpgMustafa Öztürk uzun ve bereketli bir hizmet hayatından sonra 31.08.1989 tarihinde tam 25 sene önce bugün 89 yaşında iken vefat etmiştir. Mezarı Nazilli kabristanındadır. Anadolu’nun fazla tanınmayan, saklı kalmış bu kahraman evladını rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz…
 
BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARET
 
Bediüzzaman’a ilk ziyaret: “Yazırlı’da Polis Mehmet Bey vardı. Demokrat Partili ve nur talebesi… Köyün muhtarı ise Halk Partili… Muhtar, Halk Parti’ye rey verelim diyor. Polis Mehmet Bey ise, ‘Demokrat Parti...’ diyor. Sonra, ‘En iyisi Üstada soralım’ deyip, hep beraber Üstada gittik. Ben daha konuşmadan, bir şey sormadan Üstad kalbimizi okudu, hemen ağzımı kapattı ‘Demokrat Parti dost, Halk Partisi düşmandır…’ diyerek, Demokrat Parti’ye işaret etti.”
 
O Hem Gavs-ı Azam’dır, hem Kutb-u Azam’dır, hem Ferd-i Azam’dır, hem de Mehdi-i Azam’dır.
 
İkinci ziyaret: “Ankara’ya gitmiştim. Orada Üstadın çok eski dostlarından eski Alay Müftülerinden Osman Nuri Efendi vardır. İşte O Osman Nuri Efendi, dedi ki: ‘Siz Üstadın makamını bilmezsiniz. Bediüzzaman’da dört makam vardır; O Hem Gavs-ı Azam’dır, hem Kutb-u Azam’dır, hem Ferd-i Azam’dır, hem de Mehdi-i Azam’dır.’  ‘Ben Üstadın yanına gideceğim’ deyince. ‘Ben sana bal vereyim Üstada götür. Kimseden almaz, ama benden alır’ dedi.”
 
“Üstada gittiğimde Osman Nuri’nin selamını söyledim. Hediyeyi verdim. Üstad: ‘Sana Külliyatı veriyorum, parasını verme…’ dedi. ‘Benim param var Üstadım’ dediysem de Üstad katiyen almadı. Bir kuruş almadan, bir bohça kitap verdi Üstad bana.”
 
“Otobüsle Nazilliye döneceğiz... Kitapları otobüsün rafına koyarken, kravatlı bir beyefendi Risaleleri gördü. ‘Ne bunlar?’ dedi. ‘Risale-i Nur’ dedim. ‘Siz azsınız, onları pek okuyan yok’ dedi. Ben dedim ki: ‘Güneş kaç tane? Bir tane, Ama bak dünyayı aydınlatıyor.’ Ben böyle deyince adam bir kitap aldı benden.”
 
BU SUNGUR VAR YA…
 
Üçüncü ziyaret: “Anam olmasa ben daha çok imana ve Kur’ana hizmet ederdim. Anam bana mani oluyor…” diye düşünüyordum. Bunu Üstada soracaktım… Gittim. Üstad dedi ki: ‘Kardeşim herkes ruhunu feda eder; anasını, babasını feda edemez. Bu Sungur var ya hem anasını hem babasını feda etti. (Onları razı etti) Ananı bahane etme…’  Bu şekilde Üstattan dersimizi aldık.”
 
ÜNİVERSİTE TALEBELERİYLE SOHBET
 
“Bir gün Nazilli Büyük Parkta oturuyordum… Orada bazı gençler vardı.
−‘Siz kimsiniz?’ dedim.
−‘Biz üniversite talebeyiz hacı amca’ dediler.
−‘Siz nasıl üniversite talebesisiniz, hem buradasınız?’
−‘Biz burada ders çalışıyoruz Ankara’da, İstanbul’da imtihana giriyoruz…’ dediler. Sonra:
−‘Ben de talebeyim…’ dedim.
−‘Hacı amca sen nasıl talebesin? 75 yaşında talebe mi olur? Hem sen nerde okuyorsun? Nerede imtihan oluyorsun?’ gibi sorular sormaya başladılar. Onlara dedim ki:
−‘Biz şöyle imtihan oluruz; biz de toplanır bir araya geliriz… Kur’an ve tefsirini okurken; Polisler gelir bize baskın yaparlar. Ertesi gün tekrar derse gelenler veya gelmeyenler olur… İşte bizim imtihanımız da böyle olur’ dedim.”
 
POLİSLER BİZİ GÖTÜRMEKLE ASLINDA BİZİ DEĞİL SİZİ KORKUTUYORLAR
 
“Bir bahane ile neredeyse her gün bizi mahkemeye götürüyorlardı… Birisi bir gün sordu:
−‘Hacı amca sizi her gün polis götürüyor, siz korkmuyor musunuz?’ Ben dedim:
−‘Yok, biz korkmuyoruz. Zaten polisler de bizim korkmayacağımızı bilirler.’
−‘Peki, o zaman niye sizi götürüyorlar hep böyle?’
−‘Maksatları sizin bize yaklaşmanıza mani olmak, onlar aslında sizi korkutuyorlar…’ dedim.”
 
BAKKAL MÜŞTERİSİNİ TANIMAZ, AMA MÜŞTERİ BAKKALI TANIR
 
“Bir gün beni savcılığa çağırdılar. Savcı dedi ki:
−‘Bir Hasan Atıf Hoca var. Onu tanımıyor musun?’
−‘Tanıyorum savcı bey’ dedim. Savcı hayretle:
−‘Biz bu Atıf Hocaya Nazilli’de Mustafa Öztürk var, tanıyor musun?’ Dediğimizde, ‘Tanımıyorum’ demişti bize?’
−‘Efendim, o bakkaldır… Bakkala Ankara’dan, İstanbul’dan, Konya’dan müşteri gelir. Bakkal onları tanımaz, ama müşteri bakkalı tanır.’ Diye cevap verdim.”
 
TRENLE GİDERKEN CEVŞEN OKUYORDUM, BİR YÜZBAŞI İTİRAZ ETTİ
 
“Bir gün trenle giderken Cevşen okuyordum. Bir yüzbaşı bunu gördü:
−“Sen bunun manasını anlıyor musun ki okuyorsun?” dedi. Ben de, o sırada dışarıda traktörle çift süren bir çiftçiyi göstererek dedim ki:
−Çifti süren traktörün imalatından değil, neticesi olan tarlanın hazırlanmasından anlar. Sen bunu biliyor musun, bu Cevşen’dir. Peygamberimizin duasıdır ve vahiyle gelmiştir. Harpte iken peygamberimize ‘zırhını çıkar bunu oku’ diye Allah tarafından gönderilmiştir. ‘Bunu oku’ diyor. İşte biz de okuyoruz, o kadar. Yüzbaşı bu misale karşı:
−‘Öyle ise bir Cevşen de bana ver’ dedi.
 
TÜRKİYE’DE İLK DEFA NAZİLLİ’DE DERSANE AÇILDI
 
Nazillili merhum Teyp Tahir Gürdere ağabey anlatıyor: Sene 1955. Benim Risaleleri tanıdığım sene. Üstattan Nazilliye bir mektup geliyor. “İlk defa dersane açmak size nasip oldu, tebrik ediyorum…” diye. O zaman Camcı Ahmet Ağabey vardı. Onun camcı dükkânının üzerine dersane açıyorlar. Zannedersem Türkiye’de ilk defa Nazilli’de dersane açıldı.
 
ÜSTADIN ANKARA’DA KALDIĞI EVİN KİRASINI MUSTAFA ÖZTÜRK GÖNDERMİŞTİ
 
Teyp Tahir Gürdere anlatıyor: Üstad Hazretleri Ankara’da kısa müddetler ile kalırken dairenin kirasını Mustafa Öztürk ağabey gönderiyordu. Hali vakti iyiydi…
Zübeyir Ağabey bana hep tembih ederdi; “Mustafa Efendiyi sık ziyaret edin. O gelemezse bile siz yanına gidin, mutlaka arayın onu” derdi. Bir gün ben: “Niye ağabey bu kadar çok tembihliyorsunuz?” diye sordum. Zübeyir Ağabey şunları söyledi o zaman: “Kardeşim! Çünkü Mustafa Efendi böyle bir zamanda Üstada sahip çıkmıştır. Hatta Üstad Ankara’ya gittiğinde, kaldığı evin kirasını göndermişti O” demişti Zübeyir Ağabey. Bekir Berk Bey de Nazilli’ye mahkemeler için geldikçe aynı şekilde söylemişti. Mahkemelerin masrafını da Mustafa Efendi karşılardı. Hacı Mustafa Öztürk bana: ‘Sen müspet şekilde herkesle konuş. Menfi hareket etme. Hiç kimseyle küsme” diye tembih ederdi.  Ben de öyle yapmaya çalışıyorum.
 
HACI MUSTAFA YOL MASRAFLARIMI KARŞILAR “BUNU BİR SEN, BİR DE ALLAH BİLSİN” DERDİ
 
Senelerce Risale-i Nur’u bavullarla Anadolu’ya taşıyan, dağıtan merhum Muzaffer Arslan Anlatıyor: “Nazilli’de Hacı Mustafa ağabey vardı, bana: ‘Arkadaş! Sen kimseden bir kuruş isteme, şarka çıkacağın zaman benim yanıma gelirsin, ben senin yol paralarını karşılarım, ama bunu kimseye de söyleme. Bir sen, bir de Allah bilsin’ dedi. İşte 1960’a kadar kimseye arz-ı hacet etmeden, bu şekilde her sene 5-6 ay şark’a gidiyordum. Hacı Mustafa’nın bir oğlu vardı, hâkim. Ertuğrul’un babasıdır, bir çırçır fabrikası kurdu, imkânları arttı.”
 
Derleme: Ömer Özcan, Ağabeyler Anlatıyor-2
 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.