Ünal Tanık, yeni kitabını tanıttı
Gazeteci-Yazar Ünal Tanık, yeni çıkan ‘Derin Siyaset, Vesayetin Çöküş Süreci’ kitabını tanıttı
Risale Haber-Haber Merkezi
Gazeteci-Yazar Ünal Tanık, yeni çıkan ‘Derin Siyaset, Vesayetin Çöküş Süreci’ kitabını tanıttı.
Ünal Tanık, kitabında Ergenekon’un 1 numarası, Deniz Feneri Davası, 28 Şubat süreci ve Aydın Doğan başta olmak üzere Türkiye'nin önemli dönemeçlerine ait çarpıcı bilgilere yer veriyor.
İşte ‘Derin Siyaset’ kitabından çarpıcı iddialar ve olayların perde arkasında yaşananlar...
Ünal Tanık'ın kitabında, birtakım güçlerin sol kesim üzerinde kontrol kurma girişimlerinin, Profesör Mahir Kaynak’ın 1970’li yıllarda deşifre edilmesi ile su yüzüne çıktığını hatırlatarak, Demirel'in derin güçler tarafından sağdaki lider olarak nasıl sunulduğunu şöyle anlatıyor; "Mahir Kaynak, bir röportajında, “Eğer deşifre edilmeseydim, bakan, hatta başbakan bile olabilirdim” demişti. Mahir Kaynak’ı deşifre eden milli güçler, sağ kesimdeki isimlerinin ortaya çıkmasına razı olmadılar.
Her dönemde, ‘görülmez bir el’ tarafından bir yerlere getirilen Demirel, siyasi hayatı boyunca, ‘antidemokratik uygulamalara muhatap olmuş bir demokrasi mağduru’ rolü oynamasını çok iyi becerdi.
‘ERGENEKON’UN 1 NUMARASI EMEKLİ İŞADAMI”
Ünal Tanık kitabında Ergenekon’un 1 numarasını ise şöyle tarif ediyor; “En tepedeki isim, çok kuvvetle muhtemel asker bağlantıları güçlü bir işadamı olmalı. Devletle iç içe büyüyen, devletin her türlü gücünden yararlanan bir grubun en önemli ismi olmalı bu kişi. Bugün artık aktif olarak iş hayatının içinde olması da gerekmiyor. Bu tür yapılanmalara daha fazla zaman ayırabilmiş olmak için de grubunun en tepesinden ‘zamanından erken’ kendini emekliye ayırmış biri olması da kuvvetle muhtemel.
Ünal Tanık'ın bu tarifine uyan işadamı ise tanınmış bir işadamını işaret ediyor. Holdingin yönetimini oğluna devrederek kendisini emekliye ayıran bu işadamı daha önce de benzer iddialarla gündeme gelmişti. Ancak bu iddianın siyaset ve ekonomi alanlarındaki çevre ve birikime sahip bir isim tarafından dillendirilmesi iddiayı daha önemli hale getiriyor.
“28 ŞUBAT’IN MEYVESİNİ AYDIN DOĞAN TOPLADI”
Ünal Tanık kitabında 28 Şubat’ta yaşananlarla ilgili de çarpıcı iddialarda bulunuyor.
28 Şubat’ın en çok Aydın Doğan’ın işine yaradığına dikkat çeken Tanık, şu iddialarda bulunuyor;
“Biraz toz duman inince anladık ki devletin sırtına kırk beş milyar dolar yük yüklenmiş. O dönemki etkili isimler hortumcuların bankalarına yönetim kurulu üyesi olmuş.
Aydın Doğan, bu organizasyonda toplum mühendisliği işinin kamuoyunu oluşturma görevini yürütüyordu. 28 Şubat sürecinin meyvesini, o dönemde devlet kredisi ile Petrol Ofisi’ne sahip olmakla topladı.”
VERGİ BORCU REJİM TEHLİKESİ BAŞLATTI”
Grupla Maliye Bakanlığı arasındaki görüşmeler aylar sürdü. Maliye Bakanlığı, 1.2 milyar liralık vergi borcunu tahsile hazırlanınca Türkiye’de rejim tehlikeye başladı. Cumhuriyet rejimi, ‘ha yıkıldı, ha yıkılacak’ tehlikesi yaşadı. Neyse ki, 10 Mayıs 2007’de Maliye Bakanlığı Petrol Ofisi’nin borçlarını, 1.2 milyar liradan 275 milyon liraya indirdi de rejim yıkılma tehlikesinden kurtuldu.”
DENİZ FENERİ’NİN PERDE ARKASI
Kitabında uzun süre tartışılan ve mahkeme süreci halen devam eden Deniz Feneri davasına da değinen Ünal Tanık, suçlamaların hedefi haline gelen Kanal7’de o dönemlerde çalışan biri olarak çarpıcı bilgilere yer veriyor…
Tanık, Deniz Feneri davasıyla ilgili o günlerde yaşananları kitabında şöyle anlatıyor…
“Türkiye’de Ergenekon zanlılarının evinden veya işyerinden alınmasına tahammül edemeyen, gayri insani bulanlara bir çift sözüm var. Hatırlayın bugüne kadar hiçbir Ergenekon sanığı çıkıp ‘’Polis bana kötü davrandı’’ demedi. Dahası, hepsi de polisin nezaketinden dolayı teşekkür etti.
Alman polisinin Deniz Feneri e.V’nin de bulunduğu Kanal 7 INT’in Frankfurt’taki merkezine Nisan 2007’de yaptığı baskında ellerinde otomatik silahlar bulunan 340 polis, topu topu dört-beş dairenin bulunduğu binayı kuşattı. Açık kapıları kırıp içeri girdi. Masasında çalışan insanları yere yatırıp ellerini bağlayıp saatlerce yüzüstü beklettiler. Polis, saatler süren aramadan sonra binayı terk ettiğin de ortalık savaş alanına dönmüştü.”
İhtilal örgütlenmesi yapanlara karşı Türkiye’de inanılmaz şefkatli davranan çevreler, Almanya’daki baskına karşı alkış tutmadılar mı? Alman emniyetinin yaptığı insanlık dışı eylemi ‘’suç merkezine polis baskını’’ diye alkışlayarak sunmadılar mı? Hala programlarda iddialarının haklılığını belgelemek amacıyla her fırsatta göstermiyorlar mı?
‘DOĞAN MEDYASI BİRİLERİNİN LİNCİNE KARAR VERİYORSA HERŞEY DEĞİŞİYOR’
Deniz Feneri e.V davası ile ilgili suçlama yöneltilen kişilerin Almanya’daki avukatları, Alman mahkemesine başvurdular. ‘’Müvekkillerimiz hakkındaki dosyayı görmek istiyoruz’’ dediler. Alman savcılığı, ‘’Dava hakkında gizlilik kararı var.Veremeyiz’’ cevabını verdi.
Aradan tam iki gün geçti. Suçlanan kişilerin avukatlarına verilmeyen dosya Milliyet gazetesinin Almanya’daki muhabiri İrfan Ergi, günlerce dosyayı tefrika etti. Dosyada adı geçenlerin açık ev adreslerine varıncaya kadar yayınladı.
Söz konusu Türkiye’den birileri ve hele de Doğan medyası işbirliği ile lincine karar verilmiş kişiler oluyorsa her şey değişiyor; çünkü Alman yargı sistemi suçu kesinleşmemiş olanlar bir yana, ceza alsalar bile kişilerin bırakın açık adreslerini; isimlerinin açık yazılmasına bile müsaade etmiyor.
‘ALMAN BÜYÜKELÇİSİ DOSYAYI YARGIYA GİTMEDEN VATAN GAZETESİ’NE YOLLADI’
Aslında Doğan medyası-Almanya işbirliğini anlatacak en çarpıcı olay daha başka. Vatan gazetesi 24 Nisan 2009’da ‘’Deniz Feneri’nde bir skandal daha’’ diye haber yaptı. Bu kez Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği devredeydi. Haber yapılmadan bir gün önce dosyanın içeriği Vatan’ın Ankara Haber Merkezi’ne ulaştırıldı. Vatan muhabiri, dosyanın geldiğini biliyordu. Dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e dosyanın gelip gelmediğini sordu.
Bakan Şahin kendinden emin, ‘’Gelmedi henüz. Bekliyoruz’’ anlamında açıklama yaptı. Ertesi gün çıkan Vatan’da bakanın dosyadan habersiz olduğu ve dosyayı sümenaltı ettiği yazıldı. Alman Büyükelçiliğinin dosyayı teslim ettiği gün 24 Nisan. Teslim saati ise 11.15. Sorunun sorulduğu ve Bakan Şahin’in, ‘’Cuma günü geldi’’ açıklamasını ise utanmaz bir şekilde ‘’Bu ne tesadüf Bakan Bey?’’ diye ayrı bir haber yapabildi.
Kendi okuyucusunu dahi kandıran, yakışıksız bir durum söz konusu…Bu kendi okuyucusunu aptal yerine koymaktır. Almanya-Doğan medyası işbirliğini bu kadar sırıtacak bir şekilde, bu kadar çirkin bir şekilde sergilemek de ancak onların tıynetine yaraşır.
‘CHP VE DOĞAN MEDYASI ALMAN YARGISININ KARARLARINI TARTIŞMASIZ GERÇEKLERMİŞ GİBİ KABUL ETTİRMEYE ÇALIŞIYOR’
Deniz Feneri e.V davası, Almanya’da Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini dinamitlemek amacıyla kullanılıyor. Eski Başbakan Gerhard Schröder döneminde, Türkiye’nin AB’ye üyeliğinde lokomotiflik görevini üstlenen Almanya, Merkel’in yönetimi devralması ile birlikte takoz görevi yapmaya başladı.
Türkiye’nin yargıya hiçbir şekilde inanmayan CHP ve Aydın Doğan medyası, Alman mahkemesinin verdiği kararları, ‘üzerinde tartışma kabul etmez gerçekler’ olarak bu topluma kabul ettirmeye çalışıyor.
‘AYDIN DOĞAN’IN YAPTIĞI TAM BİR UTANMAZLIK ÖRNEĞİ’
Aydın Doğan bütün bunlardan sonra ‘’Sayın Başbakan’a karşı kişisel bir husumetim yok. Bana göre o olay oldu, geçti, bitti… Kapandı gitti’’ dedi. Bu tam bir utanmazlık örneğidir. Nerede görülmüş, hakaret edenin, küfredenin ‘’Ben bu olayı unuttum’’ demesi. Hakaret eden, iftira eden ancak özür diler, nedamet gösterir. Bunu kabul edip etmeme kararı hakarete uğrayan kişiye aittir.
Aydın Doğan bu memleketin iplerini eline geçirmiş, bırakmaya niyeti yok. Bunu sağır sultan bile biliyor artık. Sen birine, ‘hırsız’ diyeceksin, ‘’ Yardım paralarını aldın, üstüne yattın’’ diyeceksin. Ondan sonra da kalkıp ‘’Sayın Başbakan’a karşı kişisel bir husumetim yok. Bana göre o olay oldu, geçti, bitti’’ deme pişkinliğini göstereceksin.
Dahası bu da yetmeyecek, kalkıp kızdığı zaman, ‘’ Ben Deniz Feneri olayını yazdığım için sen bana böyle kızıyorsun’’ deme cür’etini göstereceksin. Aydın Doğan’ın elindki gücün zemini kaydı, gidiyor. İşte durumu kurtarmak için bu kadar yanar döner oldu. Her kılığa girdi. Önce sürdüğü lekeyi büyütmeme yoluna gitti. Kendi kanalına çıktı, Mehmet Ali Birand’ın karşısına geçti, derunundakileri ortaya koydu. Baktı olmadı, sonra mesajını kamuoyuna yazılı verdi, esti gürledi, tehditler savurdu. Önüne çıkanı tehdit etti. Baktı bu kez pabuç pahalı, ‘höt’ demesiyle önceleri olduğu gibi yerine sinen siyasetçiler yok. En son ‘’Ben unuttumi sen de unut’’ demeye getiriyor.
"BAYKAL, AK PARTİ’YE ÇILDIRDI, KANAL 7’YE SALDIRDI
O dönem CHP Genel Başkanı olan Deniz Baykal’ın Deniz Feneri üzerinden muhafazakar camiayı vurmasını ise Tanık şöyle açıklıyor;
“Eski CHP liderinin asıl hedefi toplumda saygın bir yeri olan Kanal 7’ yi yıpratmaktı. Hatta esasına baktığında ise Kanal 7 de Baykal’ın ana değil, ara hedefi idi.
CHP liderinin asıl hedefinde AK Parti iktidarı vardı. AK Parti, 2002’de yönetime gelmiş, bir iktidar dönemi geçirmiş, ülkeye çok ciddi açılımlar yaptırmıştı ve hala seçmen AK Parti’den başka iktidara alternatif bir parti görmüyordu. Deniz Baykal’ı asıl çıldırtan bu idi. Deniz Feneri olayına bence bu kadar sarılmasının temelinde bu vardı. Bundan dolayı Almanya’da görülen Deniz Feneri’ne hiçbir ayrım yapmadan gözü dönmüşçesine saldırdı.