Mustafa AKCA
‘Vaziyetimiz bir nevi müdafaadır’
Bediüzzaman Said Nursi, vefatından önce talebelerine verdiği son derste şöyle seslenir:
“Bizim vazifemiz
-müsbet hareket etmektir, menfi hareket tarzı değildir;
-rıza-yı ilahiyyeye göre
-sırf hizmet-i imaniyyeyi yapmaktır,
-vazife-yi ilahiyeye karışmamaktır.
-Bizler, asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde,
-her bir sıkıntıya karşı
-sabırla, şükürle mükellefiz.”
O, Nur mesleğinde bulunan ehemmiyetli kuvvetin ancak asayişi muhafaza için kullanılması gerektiğini belirtir.
Barla Lahikası, Müsbet Hareket’in çerçevesinin çizildiği merkez konumundadır. Burada Müsbet Hareket Fikri’nin
a)Adalet’in olabildiğince ortaya konulması, tebarüz ettirilmesi namına haksızlığa, zulme, tarafgirliğe, kin ve adavete sebep olacak her türlü menfi, yıkıcı, kırıcı hareket ve düşünceden kaçınmak;
b)Adüvv-ü ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emin olmak için; herkesin karanlığa, köşe-yi nisyana çekildiği vakitte, âlem-i islam mühmel kalmamak için, nurlu hakikatlerin iblağına çalışmak, ve bu iştiyakla hareket etmek;
c)Allah için muhabbet etmek olarak ortaya konulduğunu görürüz.
Müsbet Hareket, dâhilde böyle bir muhtevaya sahipken, harice çıkıldığında daireye yeni unsurların eklendiğini görürüz: İnsaniyetin tefessüh etmemiş unsurlarıyla, bilhassa Hıristiyanların dindar ruhanileriyle, dinsizliğe karşı ortak bir kelimede anlaşarak mücadele etmek gerektiği çeşitli vesilelerle Bediüzzaman tarafından serdedilir.
Dünyada, emniyet ve asayişe bu kadar ihtiyaç duyulduğunu düşünen ve emniyet ve asayişle oynayarak, anarşist fikir ve yaklaşımları gündemde tutarak kendini ayakta tutmaya çalışan sistematik bir ifsad düşüncesinin varlığından bahseden Bediüzzaman; Müsbet Hareket ve İman Hizmeti ile; Kur’an’da defaatle “Onlar için ne korku vardır, onlar üzülmeyeceklerdir de” şeklinde ifade edilen ve insan psikolojisinde bulunan iki temel duyguyu ve haleti istikrara kavuşturmak amacındadır:
1)Korku ve
2)Üzüntü.
Bediüzzaman, hizmet tarzı içinde;
Allah’a İman ile hayatı hususunda kendini emniyette hissetmeyen insanın içten içe duçar olduğu korkusunu,
Ahiret’e iman ile kaybolmuşluk, saçma ve hiçlik hissinden oluşan insanın derinlikli üzüntüsünü tedavi eder.
Bu iki duygunun teskin edilmesi ile beraber, insan hayatının düzenli ve sağlıklı bir zemine oturması için “amel-i salih” dairesinde yaşamak gerektiğini belirtir.
İşte bu üç meselenin insan hayatına aktarılması, Bediüzzaman’ın kavramlaştırması ile “Müsbet Hareket” olarak ifade olunur.
Bu iş, hakikat-i halde oldukça zor bir iştir. Bediüzzaman, Risale-i Nur’un telifine başladığında, bu cihanşümul hizmeti yüklenecek insanları “Isparta Kahramanları” olarak niteler. Çeşitli yerlerde “… şu şu şu işleri yapmazsan, Isparta Kahramanları’na eş olamazsın” diyerek Müsbet Hareket’in prototipleri olan bir halk gurubuna işaret eder. Bediüzzaman’ın serdettiği manada Kahraman “Zor işleri yüklenebilen, elini taşın altına koyabilen, güç vazifeleri başaran” kişi demektir. Üstada göre “menfi hareket acizlerin işidir; kahramanların işi değildir”; bu sebeple, böyle bir zamanda, bu kadar güç şartlarda Kur’ani bir projeyi yüklenen kişiler ancak “kahraman” olarak tavsif edilebilirler.
Emir Ebu Ferras el-Hamdani, Bediüzzaman’ın gönlündeki kahraman karakterini şöyle şiire döker:
Biz öyle insanlarız ki,
Bizim için işin ortası yoktur.
Biz ya önünde yer alırız,
Ya da ölür kabre gireriz.
Isparta Kahramanlarının üstelendiği Kur’ani vazife nedir? Bu vazifenin ifası için çalışırken nasıl bir tarz-ı hareket ortaya konulmalıdır. Bediüzzaman’ın bu çerçevede ortaya koyduğu kavram olarak Müsbet Hareket demek, her şeyden önce insanlara “nur göstermek” demektir. Üstad bu mesleyi şöyle izah eder:
“Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’ân’ın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde, kàfile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri, o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde, karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi, sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü amber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor; düşerek, kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder; fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:
Birisi, topuzla o sarhoş yirmisini ayıltmaktır. İkincisi, bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irâe etmektir.
“Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle, kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun, imanlar kurtulsun.”
Nur göstermek, başkaca bir takım hareket tarzlarından kendisini ayıracak bir şekilde olmalıdır. Bu vasıf, Risale-i Nur Hareketinin ana umdelerinden olan Şefkat mefhumu etrafında ortaya çıkar:
Şefkat,
-hakkı müdafaa etmek için bile olsa kuvvet kullanmamayı, ki zulme sebebiyet verecektir;
-İdare ve asayişi ihlal tarzında, netice elde edilmesi şüpheli olan yollara girmemeyi gerektirir ki tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlara müteallik yedi-sekiz masum biçare çoluk-çocuk, zaif, hasta, ihtiyarlar var ki bela ve musibet gelse o sekiz masumlar belaya düşecek, belki o iki münafık daha az zarar göreceklerdir.
Müsbet Hareket “Siyasi ve sosyal hareketlerin – Bediüzzaman’ın tabiriyle cereyanların- kuvveti yerine yukarıdaki anlamları ihtiva eden “inayet ve tevfik-i ilahiyyeye dayanmak” şeklinde tezahür eder. Zira bu tip cereyanlar yüzünden böyle masumlar zulümden kurtulamıyorlar. Hususan ihtilale sebebiyet veren vaziyetler, bütün bütün zulmü dağıtır, genişletir.
Bu meseleyi, Bediüzzaman iki Kur’an ayetiyle açıklar ve kendi duruşunu şöyle özetler:
“Bu ayet ve usul-ü İslamiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan
yani, "Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmayasınız"; düsturun manası: "Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz. Ona şefkat edip acınmaz."
Madem bu ayet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsi vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi etmemeliyiz. Çünkü elimizde nur var, topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nurani müdafaadır.”
“Risale-i Nur’un gerçi siyasetle alâkası yoktur; fakat küfr-ü mutlakı kırdığı için küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla bozar, reddeder
Demek ki, istibdat da, hayatın her alanında yol açtığı anarşi de, sefahet de küfr-ü mutlakın ürettiği neticeler. Bunları izale ve tedavi etmek için ise, küfr-ü mutlakı kaynağında kurutacak iman hizmetlerine ihtiyaç var—ki, Risale-i Nur onu yapıyor. Ve bunu yaparken “emniyeti, asayişi, hürriyeti ve adaleti temin ediyor.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.