Mustafa AKCA
Vicdan, fıtratın bir şubesidir…
Lisânü'l-Arab’ta, İbniManzur fıtratı “yaratılış, tabiat, mizaç, kâlb-i selim, adetullah” olarak tarif eder. Bunlardan başka “hilkat, tabii eğilim/meyelan, huy, cibilliyet, saika/içgüdü/sevk-i ilahi, istidat” gibi manalara da geldiği ifade edilmektedir. Genel bir ifadeyle “Allah Teâlâ’nın, yarattıklarının kendisini tanıyabilecek özelliklerde yaratmasıdır” fıtrat. Muhyiddinİbn’ul Arabi fıtratı "bir ‘şey’ üzerine yaratılmak" olarak ifade eder. Mahlûkatın esas özellikleri, değişim ve gelişim genetikleri, yaşam formları, ölümleri, bağlı bulundukları diğer kanun ve kısıtlar onların fıtratlarının muhtevasını oluşturur.
Fıtrat; şeylerin adeta tüm kabiliyetlerinin, işlevlerinin ve ulûhiyetin onlardaki maksatlarının genel bir çerçevesidir. “Nokta” adlı küçük risalesinde Bediüzzaman tevhidin sayısız delillerinden sayılan dört muazzam bürhanı ele alır. Bunları“Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Kitab-ı kebîr ve insan-ı ekber olan kâinat, Kitab-ı mu’cizü’l-beyan ve Kelâm-ı Akdes olan Kur’an-ı Kerim ve Âlem-i Gayb ve Şehadetin kavşak noktasında bulunan ve kendisine vicdan denilen fıtrat-ı zîşuur” olarak tadât eder. Fıtrat ve vicdan’ınakla birer pencere olduğunu; tevhidin şuâlarını neşrettiklerini belirtir.
Felsefi anlamda vicdan, dini metinlerde yer aldığı gibi kavramsal yapısı ve kimliği olan insani bir unsur değil; sadece, genelde ruhun gelişimi ile ortaya çıkan ve ustalığı artan bir yetenek olarak görülür. İnsan görgü, bilgi ve inançlarıyla davranışlarını yargılar; bu yargılama gücüne de metafizikte ‘vicdan’ denilir.
Modern psikoloji ‘vicdan’ı genel olarak Freudyen yoruma göre değerlendirir. Freudyen düşünce; insan zihnini/ruhunu oluşturan psikanalisttikyapının oluşumunda üç dönemden söz etmektedir:
- altbenlik (id)
- benlik(ego) ve
- üstbenlik(süperego)
Altbenlik içgüdüsel/saikavi ögelerden oluşmaya başlayan basit bir kimliktir; insanoğlunda henüz farkındalığı oluşmamış, sürekli doyum arayan bir dönemi tarif eder.
Ego/Benlik ise altbenliğin bir kısım ögelerinin daha belirgin hale geldiği, bir kısım ögelerinin ise daha geri planda kaldığı, insanın kendisini diğerlerinden ayırmaya başladığı; hayatı boyunca altbenliği ile üstbenliği arasında devamlı bir iletişim ortamı sağlayan, denge odaklı kişiliğini tarif eder. Bu kişilik, irade geliştirmeye başlamış, yönetim kabiliyetleri artmış, tercih yapabilen, gerçeklik prensibini anlamaya başlayan özellikler gösterir.
Süperego yani üstbenliğin ortaya çıkışıysa, çocuğun anne ve babasına “evet ama…” dediği, ebeveynden kişiliğini ayırmaya çalıştığı, birey haline gelmeye başladığı, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramları tanıdığı; bireysel kimliğioluşurken toplum hayatına da katıldığı, toplumla iletişime geçtiği ve buradan değer yargılarını süzdüğü dönemdir. İnsanın metafizik hayatının çoğunluğunu düzenleyen, hareketlerini dizginleyen, sorgulamalar yapan, yargılayan, affeden, suçlayan, ceza ve mükâfatmefhumlarını kavrayansüperegodur. Dini metinlerde “vicdan” olarak tarif edilen kavramFreudyen psikolojide ‘süperego’ ile izah edilmeye çalışılır.Görüleceği gibi psikolojik anlamda insanın olgunlaşmış yapısının çocuksu tarafını kontrol etme kabiliyetine“vicdan/süperego” denilmektedir.
Allah (C.C.) her bir mahlûkunu bir fıtrat üzerine yaratmıştır. Bu fıtrat, o şeyin adeta bütün kabiliyetlerinin, fonksiyonlarının, yaratılışındaki hikmet ve maksatların bir fihristesidir. Hiçbirmahlûk, bu fıtratın dışına çıkamaz; yani fıtrat, mahlûkatın yaratılışa ilişkin kader programlarını anlatır. Mahlûkatın, fıtratları dahilinde yaşamları başlar, gelişir, son bulur; hayatları da ölümleri de bu fıtrat içinde dâhildir. Çekirdeğin fıtratında “meyelan-ı nümuvv” vardır; ağaç olmaktan başka seçeneği ve şansı ve hedefi yoktur. Yumurta, kendisinde piliç olmaya karşı aşk derecesinde yoğun bir arzu ihtiva eder. Mahlûkattaki bu meyelan, aşk ve vazifeşinaslık fıtratın umumi kuşatıcılığından kaynaklanır. Cinsiyet, hastalık, organizma, tabiat kanunları, fizik ve matematik kuralları, doğum ve ölüm… gibi pek çok şey bize fıtratın kainatta ortaya çıkardığı formları anlatır. Yaratılmışlar üzerinde tecelli eden/faaliyette bulunan bütün ilahî isimler fıtratın kanunlarına müracaat ederek, ona uygun şekilde çalışmak durumundadırlar.
Bütün mahlûkat, basitten oldukça gelişmiş ve karmaşık şekillere kadar muhakkak bir fıtrat üzerine var edilmiştir. Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen bütün mahlukat içerisinde; yeryüzünde Allah’ın halifeliği yükünü üstlenen insan; fıtratın en karmaşık; en ayrıntılı ve bütün sıfat ve isimlerin onda tecelli ettiği en mükemmel bir halde yaratılmıştır. Bu fıtrat iki şekilde ele alınabilecek bir durum arz eder. İnsan, organizma/canlılık itibariyle hayvanlar sınıfının tüm fıtri özelliklerini gösterir. Fıtratın “canlılık”a ilişkin insanda ortaya çıkan bu formunda üremek, yemek, içmek, uyumak, zevk almak, korkmak, hayatını devam ettirmek gibi bütün hayvanlarda bulunan hususlar bulunur. Bütün azalarını yerinde tutan, uykuda hayatının devamını sağlayan bu “otomasyon” insan fıtratında yerleşik olan ‘meyelanlar’ ile ortaya çıkar. Koma halindeki insanın durumunun, fıtratın bu tip canlılığa ilişkin yönünü en derli toplu ve sade şekilde anlattığı söylenebilir.İnsan,tabiatta, kalbi atan, ciğeri soluyan, kulağı duyan, gözü gören ve bütün bu organların bu işleri aşk derecesinde otomatiğe bağlanmış şekilde yaptığı bir halde yaşamını devam ettirir.
Peki, tabiatın vahşeti içinde yaşayan insan, diğer canlı unsurlardan nasıl farklılaşır? Kendinde bulunan bir kısım fazladan özelliklerle,fıtri halde bulunan tabiatı değiştirmek ve kendi arzusuna göre düzenlemek isteyen insanda, artık iyice bilindiği üzere akıl, hayal, hafıza, vehim ve mutasarrıfa gibi batınî unsurlarla birlikte henüz diğerleri kadar anlaşılamamış önsezi/dejavu/durugörü/keşf/hissikablelvukugibi,şaika/motivasyon/şevkgibi bir takım hususiyetler de bulunmaktadır. İnsanın sıradan bir hayvani organizmadan halife-i arz mertebesine ulaşabilmesi için fıtratına yerleştirilmiş bu şubeler “İnsaniyet-i Kübra” ve “İnsan-ı Kamil” manalarının ortaya çıkmasını sağlayan bir takım “araçlar”dır.
Yalnızca insana ait vasıflar arasında sayılabilecek bu araçlardan biri de fıtrat-ı zişuur olan ‘vicdan’dır. Sanatkârının farkında bir his olarak vicdan; yaratıcıyla insan ruhu arasında var olan iletişim protokollerinden/düzlemlerindenbirisidir. İnsan ruhu daha doğar doğmaz; benliği/nefsi ile şeytanın üflemeleri arasında kendisini doğru/fıtrî olana sevkeden bir elçiyi yanında bulur. Vicdan, insan ruhuna yaratıcısıyla farkının ayrımına varmasını sağlayan bir endaze, lisan-ı ilahiyi anlayabilen bir kulak, fıtrî/saf ahlak ve ubudiyet normlarını içeren şuurlu bir kütüphane sunar.
İnsan fıtratının bir kısmını oluşturan insandaki hayvanî/canlı taraf bir takım kanunlara tabidir; yemek, içmek ve uyumak gibi. İnsandaki bu hayvanî fıtrat tabiatın karakteriyle uyumlu halde çalışır. Bütünüyle âlemdeki kanunlara tabidir. İnsan fıtratının diğer kısmını oluşturan özellikler, insan ruhuna yardımcı olmak üzere adeta başka yüksek bir boyuttan indirgenmişlerdir. İnsan fıtratının ulvî tarafında yer alan vicdan; ruhu, Allah’ı bilmek, tanımak ve hatırlamak için masumane şekilde zorlar. Çünkü o, bir çeşit ‘fıtrat-ı zişuurdur’. Fıtratın bir rüknüdür zira marifet-i ilahiyeyi almak ve ilhamatına mazhar olmak gibi bir kaabiliyeti vardır; zişuurdur, zira bütün bu maksatları ve işlevleri bilerek/şuurunda olarak yerine getirir. Bu sebeple vicdan, insanda içkin olan ve Cenab-ı Hakk’ın varlık ve sıfatlarına delil olarak ele alınabilecek bir bürhan-ı enfüsî’dir. Dünya hayatında ‘beş duyu’ sebebiyle fazlasıyla somut unsurlar üzerinden gitmeye zorlanan akıl; insandaki vicdan, sır, hafa, hayal gibi bir kısım soyut vasıflar ile Allah’ın varlık ve esmasını bir mühendislik mantığına oturtabilir ve Allah’ın işlerini bu dünyada taklit edebilir. Vicdan yardımıyla, başka varlıklarda fıtri şekilde ortaya çıkan adaleti sosyal hayatta bir norm haline getirebilir. Tabii bir dengede devam ettiği gözlemlenen doğal hayatı, medeni bir şekle sokabilir.
İnsan “akıl” yardımıyla adaletin çok dar kapsamlı yansımaları olan hukuk normlarını ortaya koyar; tecrübe ile bu normları devamlı surette değiştirir; fakat ancak “vicdan” yardımıyla hukukun hedefi ve sadefi olan adalet kavramını anlayabilir. Pozitif aklın ortaya koyduğu hukukun ulaşabileceği norm adalet değil; daha farklı ve daha yüzeyselbir mefhum olarak “etik”tir.
Ruh, Sani’in marifetini fıtrat-ı zişuur olan vicdan ile talim eder. Adeta her bir insanın içinde bir Muhammed’ül Emin (as) olarak vicdan ihdas olunmuştur. Ruh ulûhiyetin nazariyatını vicdan ile kavrar; uluhiyyetinşuunatını/işlerini, ilahi isim ve sıfatların maddiyattaki tecellilerini ise akıl, his, görme, duyma gibi diğer maddi ve batıni havas ile algılar.
İnsanın kendine has bir fıtratı vardır; vicdan ise bu fıtratın çok kıymetli bir şubesidir. Vesselam.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.