Himmet UÇ
Vicdan-ı umumi
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim
Onu dindirmek için kamçı yerim çifte yerim
Adam aldırmada geç diyemem aldırırım
Çiğnerim çiğnenirim Hakkı tutar kaldırırım
Biri ecdadıma saldırsa hatta boğarım
Boğamazsın ki , hiç olmazsa yanımdan kovarım
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam
Mehmet Akif Ersoy
***
Vicdan, kişinin kendi niyeti veya davranışları hakkında kendi ahlaki değerlerini temel alarak yaptıklarını veya yapacaklarını ölçüp biçtiği bir kişilik özelliğidir. Vicdan, birçok dinde, birçok felsefi akımda, mistisizmde önem verilmiş bir kavramdır. Günümüzde kimileri "kamusal vicdan" ifadesini kullanır bu toplumun vicdanı demektir. Felsefeye göre, iç huzuru veya iç sıkıntısı vererek kişiyi uyaran vicdan bir kavram değil, kişinin bir yeteneğidir. Felsefede metafizik anlayış, bu yeteneğin doğuştan var olduğunu ileri sürer, seküler anlayış ise insanın içinde bulunduğu toplumsal koşullarla belirlenmiş görgü ve bilgisinin sonucunda oluştuğunu ileri sürer. Friedrich Nietzsche'ye göre vicdan, borçlanma ahlakına bağlı olarak gelişmiş, "söz verebilen bir hayvan yetiştirme" amacıyla icat edilmiş bir kavramdır. Neo-spiritüalist görüşe göre ise, ruhun ancak belirli bir gelişim aşamasında (hayvanlık ara aşamasından sonraki insanlık aşamasında) açığa çıkan, ruhun gelişimi oranında derece derece gelişen bir yeteneğidir.
Kamusal vicdan yani vicdan-ı umumi olmayan toplumlarda haksızlıklar duymayarak, görmeyerek büyür tıpkı bugün bizim gördüğümüz gibi. Bir siyasi iktidarın vicdan-ı umumiyi rahatsız eden şeyler karşısında ilgisiz davranması Allah’ın gazabını harekete geçirir. "Kızlarla erkekler ayrı otursun" diyen bir müdür görevden alınıyor. Üç beş tane velinin dışında kimse tavır koymuyor. Nerede vicdan-ı umumi? Devleti temsil edenler her ölen ekabirin cenazesine omuz verir, bu gariban müdüre sessiz kalır.
Müslüman olmak isteyen Hz. Ebubekir’in babası, Hz. Ebubekir ile birlikte Peygamberimize (asm)gelirler. Resulullah arkadaşına “Ya Ebubekir ben bu yaşlı adamın yanına gitseydim keşke, üzüldüm" der. Bir Yahudinin cenazesinde ayağa kalkar. “Ya Resulullah o Yahudi" derler. Şefkat Bahri Efendimiz hilkat-ı kainatın maksad-ı esasisi, zübdeyi alem, anlatamaz onu kalem Resulullah “ama o insan" der. Ya Resulllah bizi senden ayırma, ne olur kör topal seni severek ölelim.
Bediüzzaman sürgünler, tarassutlar, zulümler içinde yaşamış hapishanelerindeki hayatı bile iç içe zulümlerle dolu. Hapishane yetmiyor odanın camları kırık, buz gibi. Resmen öldürmek için herşey düzenlenmiş, hiç şikayet etmemiş. Ulülazm peygamberler gibi çok büyük zulümlere beddua ile bile karşılık vermemiş. Taif’te taşlanan Peygamberimize (asm) göklerin, yerlerin, denizlerin melekleri “Ya Resulallah izin ver felaket olalım, yerleri yaralım, onları yutalım" derler. O (asm) buradan gelecekte müslüman olacakların hatırına onların gazabını teskin eder.
Burdur’da karakolun bahçesinde bir köşede yorgunluk ve bitkinlikten bitap düşmüştür, birisi onu arar. Said Nursi nerde der. Karakoldaki bir kimliksiz adam "galiba şu yığıntı" der. İhtiyarlara hürmet bu ya. Hüseyin Cahit Yalçın icraatların milletin mazisi ile bağını kopardığını söyler. Yaşlı ha yaşlı Sinop’a sürgün edilir. Zübeyir abi bir gün üstadın böyle panik halinde oraya buraya gittiğini görür, "ne var üstadım” der. "Hüseyin Cahit ölüyor da son nefesinde Allah’tan rica ediyorum, ona imanını bağışlasın" cevabını verir. Bunu bana Kırkıncı Hoca anlatmıştı. Hüseyin Cahit’in babası Muhyiddin-i Arabi hayranıdır, kendi de bütün hayatı boyunca haksızlığın karşısında olmuş bir azametli adam. Ben de Iğdır’da ilerlemiş yaşıma rağmen müthiş saygı görüyorum, ne yapalım. Bediüzzaman talebeliği kolay değil. Saltanat sürenler, zulüm görenler diye ikiye ayrılır insanlar. Dostoyevski, Namık Kemal, Kemal Tahir, Nazım, Menderes, Demirel hep zulüm görenler kervanından. Menderes azledilir elleri bağlı Eskişehir hava alanında bir takım ünvanlı aşağılık adamlar tarafından tekmelenir. Cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil.
Bediüzzaman vicdan-ı umumidir. Ateizmin, nihilizmin, faşizmin, komünizmin mantıksız ırkçılığın karşısında sadece ümmetin değil bütün kitaplı dinlerin hukukunu savunur. Ataları at sırtında bile namazı terketmemiş savaş meydanında dahi namazı tehir etmemiş bir milletin çocuklarının bilmem yüzde kaçı Alllah’ın huzurundan küçük bahanelerle kaçıyor ama yemek olunca kimse tehir etmiyor. Zevklerde acele, ibadette ne acele müflis gidersen öteye.
Bir karıncanın hukuku var, bir kedinin hukuku var, bir ağacın hukuku var. Bir ağaca birinin elbisesi ilişir elbiseyi kurtarsa ağaç zarar edecek. Şeyhülislam Zenbilli Ali Cemali’ye gidilir, ağaç zarar ederse elbise kesilir der. İstanbul’da yüzyıllık bir milletin hafızası ağaçlar kesilir devlet-i aliyenin bir kişisi bu katliama karşı duramaz. Zalim izzetinde mazlum zilletinde göçüp gidiyorlar, olur mu Allah’ım? Vicdan-ı umumiye tercüman olamayan cüzdan-ı umumiye tercüman olur. Varsa para yoksa para. Vicdan nerde, kalkta ara.
Risale-i Nur’un hukuku ayrı bir konu, onun hukuku onu insanların önüne onların hayatlarını değiştirecek bir boyutta sunmaktır. Büyük eserler insanları değiştiren eserlerdir. Batının büyük klasikleri hala bugün bütün dünyada okunmaktadır, üstelik onları bir savunan grup yok. Balzac hala yüz yılı aşkın bir süredir bütün dünyada okunmaktadır. Bizim edebiyatımızın bir Balzac’ı olmadı ama Bediüzzaman hem dünya hem de metafizik konularda çok derin bir okyanus. Gerçek değişimleri içinde barındıran bir eser. Onun hukukunun gerektiği gibi dünyanın, kamuoyunun, edebiyat ve sanat dünyasının önüne sunamadık. Ben bana hayran ben bana kurban demek gibi bir ilgimiz var onlarla.
Bir Tolstoy’un Diriliş romanı ile Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi'ni karşılaştıralım bakalım hangisi diriliş. Bir Savaş ve Barış ile Ayet'ül Kübra’yı mukayese edelim bakalım nasıl yaklaşmışlar. İşte demek istediğim onun hukukuna uygun bir tanıtım tarzımız olmalı, onu yüceltmek ancak bu şekilde mümkün.
Yine Peygamberimizden (asm) bahsedelim. İnsanlara islamı tebliğ ederken kendisiyle ve ona inananlarla alay edilmiş, hakarete uğramış, geçtiği yollara dikenler dökülmüştü. Açlığa mahkum etmek için boykot uygulanmıştı. Yapılan eziyetler bunlarla sınırlı kalmamış nihayet öldürülmek istenmişti. Aişe Validemiz bir defasında Resulullah’a hitaben "Uhud savaşından daha fazla sıkıntıya düştüğünüz bir gününüz oldu mu?" diye sorunca Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir. "Ey Aişe hayatımda Kureyş’in sebeb olduğu sayısız zorluklar ile karşılaştım. Fakat Akabe günü karşılaştığım durum hepsinden zordu. Gördüğüm baskı üzerine Taif’e gitmiş, korunmamı ibn-i Abdi Lalil’e teklif etmiştim. O buna yanaşmadı. Ben de elemli, kederli, nereye gideceğimi ve ne yapacağımı bilemez bir halde Mekke’ye dönüyordum. Karn-ı Salib denilen yere gelince başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice baktığımda bulutun içinde Cebrail’in olduğunu farkettim. Bana Ey Muhammed (asm) Allah milletinin senin hakkında söylediklerini duydu seni korumaktan kaçındıklarını gördü. O sana şu dağlar meleğini gönderdi. Onlar hakkında ne yapılmasını dilersen emret, dedi. Eğer şu yalçın dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını istersen emret dedi. Bunun üzerine şöyle dedim. Hayır ben Allah’ın o müşriklerin soyundan hiçbir şeyi ortak koşmayıp yalnızca Allah’a kulluk eden nesiller yaratmasını dilerim."
Rahmet peygamberi kendisine ve misyonuna karşı haset, kin ve düşmanlıktan dolayı haklarında onlarca ayetin indirildiği münafıkları ve onların lideri Abdullah b Übey b Selül’ü bile defalarca bağışlamış, vefat edince teberrüken ona gömleğini vermiş ve cenaze namazını kıldırmış ve onun için Allah’tan af dilemiştir.
Üstad, davasına uzun süre hizmet etmiş bir arkadaşı için kendisine birisi "o artık dava ile ilgilenmiyor" demiş. Üstad ise “Sus kardeşim o benim davama yıllarca hizmet etmiş bir kardeşimdir” demiş. Onun hukukunu göz ardı etmemiştir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.