Vildan
Cemil Karakullukçu'nun yazısı...
Vildan, çiçeği burnunda bir genç kızdı ve lisenin ikinci sınıfında okuyordu.
Okuldan ve ailesinden bir fırsat bulup, ağaçların gökyüzüne perde, çimeninde sümbüllerin yoğunlukta olduğu ve biraz ötesinde sessiz akan ırmağın şarıl şarıl aktığı bir koruluktaydı şimdi. Neşeliydi. Geleceğe yönelik umutlarla doluydu. Kolunda içten pazarlıklı bir delikanlı vardı. Vildan o kadar sevinçliydi ki, yanındaki delikanlının o karamsar ve hileli yüzünü bile ışıtıyordu. İkisi birbirine yakışmış gibiydi. Yakışmış gibiydi, diyorum; çünkü delikanlının iç dünyasını tanımayan bu yanılgıya rahatlıkla düşebilirdi. Ağaç dallarının arasından ara sıra görünen güneş, ikisinin de saçlarını altın sarıya çevirip parıldatıyordu. Koruluk geleceğin derin hayallerini saklayan gizemli bir manzara sergiliyordu. Vildan ile erkek arkadaşı o manzaranın ikili aktörüydüler. Ne güzel! Gökte güneş, onun hemen alt katmanında ağaç dallarının oluşturduğu kocaman bir şemsiye ve ayaklarının gıcırdattığı halı gibi bir çimen vardı.
Vildan’ın gözleri hep uzaklardaydı. Anlaşılan gelecekteki hayallerinin ayrıntılarına dalmıştı. Erkek arkadaşının başı yerdeydi, gözlerinde ise gizem saklıydı. Biri sabırlıydı, hayalindekine hazırlık yapıyordu, burnunun dibindeki tehlikeyi görecek fırsatı yoktu; diğeri ise aceleci ve peşinciydi, bunun da ötekinin tam aksine biraz uzaktakine sabredecek zamanı yoktu. Psikolojik olarak iki zıt insan nasıl da öyle uyumlu bir görünüm sergileyebiliyorlardı?
Tatil günlerinin dışında koruluk sessizdi; ara sıra bunlar gibi tek tük insanlar gezinirdi çevrede. Vildan bu sessizlikten çok hoşlanıyordu. Erkek arkadaşı da hoşlanıyordu ya. Ama ikisinin hoşlanma kaynağı aynı değildi. Biri geleceğini planlıyordu, belki de hayalindekini kurguluyordu; diğerinin ise sevinç kaynağı tamamen ayrıydı; kafasında kurduğu planlar o anı kapsıyor ve asla bu koruluğun dışına çıkmıyordu. Biri sabırlı diğeri ise aceleci. Ne gariptir ki berikinin, yani Vildan’ın bunu anlayacak duyguları yoktu. Duyguları kalın bir örtüye sarılmış gibiydi, körelmişti adeta. Bir noktaya odaklanmışlardı. Vildan’ın aklı durmuştu. Durmuş değildi yalnızca, uçup gitmişti. Duygularının emrindeydi artık. Hayallerinin peşine koşturuyordu. Ona dokunan elin soğukluğunu hissetmiyordu bile. Her şey toz pembeydi.
Vildan, bir ara erkek arkadaşına “Bak şu ağacın dallarına! O kol gibi uzanmış dalların tam ortasında bir yuvamızın olmasını çok isterdim” dedi. Arkadaşı derin bir hesabın içinden ayılır gibi başını kaldırdı ve Vildan’a bön bön baktı. “Ha evet” dedi yalnızca. O anda apayrı bir dünyada yaşayan Vildan’a “ha evet” diye kestirip atılan cevap bile yetmişti. Buna inanın ki, yüzüne bir şamar bile vursanız Vildan’ın duygularının odaklaştıkları noktadan koparamazdınız. Vildan hayalindeki geleceğe kilitlenmişti çünkü. Bir erkekle bir arada olmak belki de ilk deneyimiydi Vilda’nın. O tam bir ergendi. Ergenlerin ne sağı solu olurdu ne de tehlikeleri görecek gözleri.
Ağaç dallarının kapattığı patika yoldan dallara sürünerek yürürlerken bir hışıltı duydular. İster istemez ürpertiler. Oldukları yerde donakaldılar. Ağaç dallarına sürünerek gelen bir insandı. Tam saniyenin altmışta biri kadar bir zaman dilimi içinde karşılarına dikilmişti. Vildan onu tanımada gecikmedi. Okuldaki öğretmeniydi. Apışıp kaldı. Ne demesi uygun düşerdi? O zaman dilimi içinde hiçbir şey söylememeyi daha uygun gördü. Öğretmenine hoşgörü bekleyen gözlerle baktı yalnızca. Öğretmeni bir Vildan’a bir de erkek arkadaşına baktı. Erkek arkadaşını tanımamıştı; ama taşıdığı duygu ve ruh açısından hiç de yabancısı değildi. İki tedirgin gözlerinin arkasında karanlık dolaplar görüyordu. İçi çıfıt çarşısı derler ya, aynen onun gibi son derece karışık ve içten pazarlıklı görmüştü bu genci. Şimşekler çaktı kafasının içinde öğretmenin. Oracıkta bir şeyler söylemeyi de uygun görmedi. Vildan’dı önemli olan çünkü. Vildan, kurdun önünde taze bir avdı. Ama bir müdahalede de bulunamazdı. Duyguların hakim olduğu bir anda söylenecek her bir şey duyguları isyana sürükleyebilirdi. “Aşağısı derin bir yamaçtır” demekle yetinerek, hiç olmazsa insanın çok az uğrayacağı o mahrem ormanın gizemli yerinden uzaklaştırmayı düşünmüştü. Vildan itiraz etmeden hemen geri döndü. Öğretmeni içinden buna sevindi. En az bir anlık olası tehlikenin savulması bakımından bir başarıydı.
Öğretmeni onlardan uzaklaşırken “iyi eğlenceler” deyip dememe konusunda tereddüt geçirdi. Ama demedi ve “haydi çocuklar, ben buralarda gezineceğim” demekle yetindi. Aslında öğretmenin niyeti ayrılıp gitmekti; uzun zamandan beri kendisini dinlemişti bu koruluğun en kuytu yerinde. Böyle söylemekle en azından onları gözetleyen birinin civarda olabilmesinin mesajını vermek istedi. Yanlarından uzaklaştı uzaklaşmasına, ama bu iki genç, öğretmenin nefesinin her an enselerinde hissediyorlardı. Vildan’ın arkadaşı daha bir tedirgin oldu. Hileli yüzü karamsar bir tabloya döndü.
Vildan “Öğretmenim doğru söyledi, öyle kuytu yerlerde dolaşmasak daha iyi olur” diyerek, erkek arkadaşını çekip patika yoldan çıktılar. Vildan ne bir kuşku ne de bir korku duymuştu arkadaşının yanında. Dünyanın en güvenli insanın yanında hissediyordu kendini. Kendinde diğer arkadaşlarından bir ayrıcalık da görüyordu. Onu gururlandırıyordu. Toplumun tepkisinden korkmasa, arkadaşının elinden tutup onu göstere göstere, “İşte benim hayatımın tek dayanağı” diye haykıracaktı. Kare taşların döşediği koruluğun herkesin gelip geçtiği geniş yolunda, bir ara arkadaşını durdurdu da, “Biliyor musun, ben senin yanında kendimi mutlu hissediyorum ve hem de güçlü” dedi. Arkadaşı hileli bakışlarla Vildan’ı süzdü, zoraki de olsa, gülümsedi, yok sırıttı. Sırıttı elbete; çünkü Vildan’ın onun hakkında düşündüklerinin en küçük bir kırıntısının bile kendisinde olmadığını çok iyi biliyordu. O gerçekten bıyık altı gülüyordu, ama Vildan’ın onu sezecek duyguları yoktu ya da bu duygular, hayalleri ile süslenen ve tıka basa dolan diğer duygular tarafından tamamen perdelenmişti. Aşkın gözü kördür derler ya, Vildan’ın doğruyu gösterecek aklı da çalışmıyordu. İçinde ne varsa, hepsi hepsi gelecekteki hayallerinin süsleyip süsleyip önüne koyduğu hayal dünyasına odaklanmıştı. Vildan’ın bu korulukta kesin inandığı bir şey vardı ki, o da içindeki aşka benzer sevginin gerçek oluşundan şüphe etmemesiydi.
Yolda kol kola yürürlerken erkek arkadaşı, Vildan’na çok mesafeli ve resmiydi. Biraz da utangaç ve çekingen davranıyordu ya da öyle görünüyordu. Hiç acele etmek istemiyordu. Nasıl olsa elinde, avucunun içindeydi. Er geç istediği şey olacaktı. O da Vildan’ın duygularındaki havayı görüyordu. Vildan’ı tedirgin edecek davranışlar sergilemesine gerek yoktu. Olur olmaz ya da zamansız her davranışı avını ürkütebilirdi. Bu nedenledir ki buna da aldanıyordu Vildan; erkek arkadaşının davranışlarından hiç ama hiç kuşkulanmıyordu. Yalnızca güven ve cesaret alıyordu.
Vildan bu sessizlikten ve ona göre bu romantik görüntüden çok hoşlanıyordu. Erkek arkadaşının aynı şekilde hoşlandığını söyleyemeyiz. O anda ya da biraz sonra eline geçecek avın niteliği idi bütün düşüncesi. Yok ara sıra dal ve yaprakların arasından görünen güneşin işmar etmesi, yok yaprakların hışırtılarının söylemek istedikleri, yok sümbüllerin ayaklarına kapanarak onlara “hoş geldiniz” demeleri, yok meltemin her an yüzlerini yalayıp durması, yok biraz ötede ırmağın sessiz akışı, yok çok uzaklarda onları bekleyen mutluluk düşüncesi, yok bu ormanın sessizliğinde saklı gizemi, yok bu ortamda Vildan’ın duygularının olanca sarhoşluğu, evet hiç birisi onu ilgilendirmiyordu. Onun eline ya da midesine ya da uğursuz emeline geçecek olan somut şeyden başka yoktu düşüncesi. Ama nedense oyununu iyi oynuyordu. Her şeyden önce bu korulukta Vildan’ın içine en küçük bir kuşku düşürmemişti.
Zaman bir hayli geçmişti. Güneş teğet vuruyordu şimdi. Meltemli hava duygularını tamamen gevşetmişti. Vildan sürekli gezmek, dolaşmak ve de ormanın gizemli kokusunu içine çekmek istiyordu. Oturmak hiç aklına gelmemişti. Erkek arkadaşı da ona uymakla tam bir uyumluluk sergiliyordu. Bu ne denli uyum! Vildan, erkek arkadaşının, cazibesi arkasından koştuğuna ve ona hayran olduğuna yorumluyordu bu tatlı uyumluluğu. Duyguları daha bir ileriye kanat açtı. Artık bu andan itibaren geriye bakıp bir değerlendirmesi olmayacaktı. “Haydi” dedi arkadaşına; “Bugünlük bu kadar yeter.” Arkadaşı itiraz eder miydi? “Sen bilirsin” dedi, tam bir boyun eğme havası içinde.
Şehrin kalabalık yerinden ayrılırlarken, “Ben çok mutlu oldum” dedi Vildan gülümseyerek ve içine derin bir nefes çekerek. Yalnızca tokalaştılar. Buna da erkek arkadaşının sözde utangaçlığı neden olmuştu. Oysa Vildan onu doyasıya kucaklamak istemişti. Kurt kuzu postuna bürünmüştü ya, ama ne olursa olsun hoşuna gitmişti bu davranışı Vildan’ın; daha bir güven vermişti ona. Vildan’n duyguları açıktı. Evinin yoluna gelecekteki hayallerle dolu duygularla gidiyordu. Erkek arkadaşının ise bilmem hangi karanlık mahzene gideceği belli değildi. Elbette buluşacaklardı yine. Artık tekrar buluşacaklarına ilişkin de sözleşmelerine gerek yoktu. Vildan, kendisinin erkek arkadaşına ait olduğuna inanmıştı kesin.
Vildan evde bir hoştu. Evdekilerin dikkatini de çekmişti. O akşam erken yattı tatlı rüyalar görmek umuduyla. Tatlı rüyalar da gördü doğrusu. Gelecekte kendisinin de anlam veremediği son derece aydınlık saçan ışık huzmelerinin altında hurimsi elbiseler içindeydi. Etrafında acayip bir kalabalık vardı. O, havada duran çok süslü bir kürsünün başındaydı. Herkes ona gıpta ediyordu. Konuşmak mı yoksa kendisini gösterip alkışlatmak mı istiyordu ne, tam o sırada bütün ışık huzmeleri sönmüştü. Sönmesiyle uyanması bir oldu. Işıkların sönmesi değil, ışık huzmelerinin sönmesinden önceki tatlılığın etkisindeydi. Rüyasını kendi duygularıyla örtüşen bölümüyle yorumluyordu. Ona göre geleceği parlaktı.
Sabahleyin erken kalktı. Okula giderken her zamankinden apayrı bir Vildan’dı. Uçuyordu sanki. Arkadaşlarını sollamıştı, onlara fark attığının sevincini yaşıyordu. Çok mutluydu. Koridorda arkadaşlarıyla gülüşürken, korulukta rastladığı öğretmenini görünce biraz bozuldu. Ama yaptığı ayıp mıydı sanki? Geleceğini kuruyordu. Herkesin, hele kendisi gibi genç kızların hayallerinde olan bu değil miydi? Yine de öğretmenine fazla görünmek istemiyordu. Onu çağırmasından da endişe ediyordu. Korktuğu da başına geldi ya. Üçüncü dersin sonunda korulukta rastladığı öğretmeni çağırıyordu onu. Yanına gidince, “Gel Vildan” dedi gülerek öğretmeni.
Öğretmeni Vildan’ın nasıl bir tehlike karşısında olduğunu seziyordu. Yumuşak mı yoksa her şeyi dobra dobra anlatarak mı konuya girseydi. Yutkunmak zorunda kaldı. Uzun öğretmenliği boyunca kendini bu denli aciz hissetmemişti. Vildan’dı elbette önemli olan. Sınırda olan Vildan, bir adımla tehlikenin tam ortasına düşebilirdi. Konuya nasıl girseydi? “Vildan’ciğim!” dedi öğretmeni. “Vildan’ciğim” derken sesi o denli sevecen ve şefkatliydi ki, tedirgin duygular içinde olan Vildan’ın bile hoşuna gitmişti. Öğretmeninde bir baba sıcaklığı hissetmişti. “Bak” dedi; “Senin geleceğinden endişe ediyordum” diye kem küm demeden konuya girdi. Vildan’ın yüzü kızardı. Öğretmeni Vildan’ın yüzüne de bakamıyordu; ancak gözleri uzakları temaşa eder gibi, geriye dönüşün mümkün olmadığı bir gidişe kanat vurduğunu söylüyordu Vildan’a. Vildan da öğretmenine bakmıyordu. Onun da başı yerdeydi. Öğretmenine hem hak veriyordu ve hem de hayatında ilk kez belki de başka zaman eline geçiremeyeceği bu fırsatın uçup gideceğinden korkuyordu. Doyumsuz hazların doluştuğu duyguların geleceğe doludizgin kanatlanması başka hangi genç kıza nasip olmuştu ki? Herkesin gökte aradığını o yerde bulmuştu. Kalkmış öğretmeni Vildan’ın geleceğinden endişe duyduğunu söylüyordu. Vildan dünkü koruluktaki duygularını bir bir yokladı; hepsi geleceğinin çok iyi olacağını gösteriyorlardı. Gördüğü rüya da yabana atılır cinsten değildi hani. İçinden “Kendime mi yoksa öğretmenime mi inanayım” dedi. Doğru ya, öğretmeni Vildan’ı ve erkek arkadaşını ne kadar tanıyordu? Birbirlerine besledikleri duygulardan haberi var mıydı? Erkek arkadaşının o saygılı, o teslimiyetçi ve o çekingen tavrından ne kadar bilgisi vardı. Hoş öğretmeni Vildan ile erkek arkadaşını bir kez görmüştü. Vildan ise, erkek arkadaşına olan duygusal bağlarını belki de günlerce yaşamış ve duyguları o korulukta doruğa çıkmıştı. Gelecekte onu bir tehlike bekliyormuş! Hiç mi bir kuşku duymayacaktı? Erkek arkadaşını gözlerinin önüne getirdi. Saygı, uyumluluk ve çekingenlikten başka bir şey görmüyordu Vildan. Öğretmeni hangi tehlikeden söz ediyordu?
Vildan, öğretmeninin, tuttuğu yolun tehlikeli olduğuna ilişkin öğütlerini dinledi yalnızca. Tatlı, yumuşak ve oldukça da şefkatle konuşuyordu öğretmeni. Söyledikleri belki de doğru olabilirdi. Ama bu sözleri kendisine, kendi duygularının bu denli kanatlanmasına yakıştıramıyordu. İçinden “Genç kız olabilirim” dedi Vildan. Ama bu aklının olmadığını ya da duygularının kör olduğunu göstermezdi ki! Vildan ancak şimdi başını kaldırdı yerden, sağ tarafına şöyle bir baktı. Etrafta onları gözetleyen öğrenciler yoktu. Bunun verdiği rahatlık içinde öğretmenine teşekkür etti. Başka bir şey demedi, yine yüzüne bakmadan ayrıldı.
Öğretmen, Vildan giderken arkasından bir zaman baktı. İçini çekti. Söyledikleri Vildan’ın duygularıyla hiç ama hiç örtüşmediğini anlamıştı. Duyguların daha güçlü bir tepkiyle sarsılmadıkça yollarından dönmeleri zor olurdu. Ne yapması gerekirdi? Bu aşamada yapacağı bir şey de yoktu ya. Anne-babasıyla görüşmesinin iyi olacağını düşünmüştü. Vildan’ın gerçekten bir tehlikenin kenarında olduğunu görüyordu. Erkek arkadaşının o içten pazarlıklı tutumunu hiç beğenmemişti. Vildan’ı çok karanlık günler bekliyordu. İçi kavruluyordu öğretmenin. Bir anlamda da çaresizdi. Öğretmeni o gün dersleri boyunca hep Vildan’ı düşündü. Onu o girdaptan nasıl kurtaracaktı? Vildan duygularıyla hareket ediyordu, öğretmeni ise doğru aklıyla. Duyguların insanı yanıltma payı çoktu. Vildan’ın yaptığı en büyük hata, duygularına son derece güvenmesiydi. Hayatın hiçbir sillesini henüz yemiş değildi. Daha taze bir ergendi. Kanatlandığı zaman kendisini bekleyen tehlikelerden haberi yoktu. Ama bunlar, ona bütün duygularını aşarak nasıl anlatılabilirdi?
Ertesi gün Vildan sınıfta yoktu. Öğretmenin içine bir kuşku ve acayip bir burukluk düştü. O gün Vildan’ın haberi tez gelmişti. Bir gençle kayıplara karışmıştı Vildan. Öğretmenin korktuğu olay çok erken olmuştu. Vildan’ın haberini duyunca öğretmen, kanı çekilmiş, sanki içi boşalmıştı. “Bu olayın tanığı ben olmasaydım keşke” dedi öğretmeni.
Günler haftaları, haftalar ayları ve aylar yılları kovalarcasına zaman çok hızla geçmişti. Şehrin görkemli ve geniş caddesinde gezinirken öğretmeni, gözleri çukurlaşmış, yüzü buruşuk, daha çok ihtiyara benzeyen bir bayan yanına yaklaştı. “Beni tanıdınız mı öğretmenim” dedi. İyice süzdü bayanı öğretmen. Pek tanıdık gelmeyince, “Özür dilerim” dedi yalnızca. “Ben Vildan” diyerek gözlerinden oluk gibi yaşlar boşandı. Ellerine kapanmak istedi; ama öğretmeni izin vermedi. Yalnızca merhamet ve saygı dolu gözlerle uzun uzun Vildan’a baktı. Derin bir iç çekti. Vildan’ın çektiği bütün acılarını paylaşmak istediğini bütün tavırlarında, ama bütün sessizliği içinde gösteriyordu öğretmen. Vildan da öğretmenine teşekkürü aynı sessizlik içinde sunuyordu.
“Fırsat uçtu elimden” dedi Vildan. “Henüz daha uçmadı” dedi öğretmen. Sessizce ve ayaküstü bir zaman kaldılar.
Güneş her zaman olduğu gibi doğudan doğuyor ve hayat bütün canlılığıyla devam ediyordu. Erkekli bayanlı kalabalıklar onlara sürünerek çekip gidiyorlardı.