Yabancımız cennetimizdir

"Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar." Şûra sûresi, 38.

Okumayı seviyorum. Bir saniye. Düzelteyim: Okumaya muhtacım. Özellikle 'başka' olanları. Kafamdakini tasdik etmeyenleri. Önemsediklerimle ilgilenmeyenleri. Cümleleri cümlelerime kıyasla 'tuhaf' olanları. 'Her okuduğum böyledir' demiyorum, ama böyle metinleri okumayı seviyorum. Bana öyle geliyor ki: Farklı olana danışılır ancak. En kötüsü bile bir sinek vızıltısı oluyor. Başımın Nemrutluğunu alıyor. Firavunluğumu kırıyor bir nevi. Çünkü onlar başka. Ve başka başka şeyler söylüyorlar. Beni duvarlarımın içinden kurtarıyorlar. Anlıyorum: Bu dünyadaki tek ses benimki değil. Tuttuğum parça bütünün kendisi değil. Okudukça danışıyorum. Katılmam da şart değil. Halim, tıpkı Dostoyevski'nin Yeraltından Notlar'da dediği gibi: "Okumak bana uygun tek dış etkiydi." Böylece etkileniyor ve yazdıkça etkiliyorum. Zira bir kere hakverdiniz veya verildiniz mi, etkilenmemeniz veya etkilememeniz mümkün değil.

"Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü'min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, 'Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım...' gibi mânâlarla, insandaki san'at-ı Rabbâniye tezahür eder."

Hiç aklıma/hayalime gelmemiş şeyler. Dilimden çıkmamış şeyler. Duymadığım ve kendime kalsam hiç duymayacağım şeyler. Her insan bir diğerinin cenneti gibi. Bir harikalar diyarı. Yabancımız, ona duyduğumuz merakla ve ondan öğrendiğimiz bilgiyle cennetimizdir. Anlıyorum ki; âlem, kafamın içinden ibaret değil. Sesler var, daha kulaklarıma değmemiş. Sözler var, bende dile gelmemiş. Öyle gözler var ki, tahayyül etmediğim şeylere dokunmuş. Öyle hayalgüçleri var, benim gücümün yetmediği şeyleri düşünmüşler. Yalnızlığımın kibrine bir yumruk. Nemrutluğumun beyninde gezen sinek. Üzerine inen tokmak. Firavunluğuma kapanan yarılmış deniz. Yere batıyor kafamdaki Karun hazinesi. Musa'nın (a.s.) ayağını bastığı taşın onlardan değerli olduğunu anlıyorum. Onları okudukça Rabbime 'Rabbü'l-âlemin' olarak daha çok iman ediyorum. Evet, doğru anladın. Rabbü'l-âlemin'i anlamanın bir yolu da benim için okumaktır.

Okumak bunca şeyi nasıl yapar? Okumak dengedir çünkü. Başkalarıyla dengelenmektir. Başka renkleri kendi tuvalinde misafir etmektir. İnsanın 'Benim Rabbim'den 'Rabbü'l-âlemin' olan Allah'a gidişinde güzel bir adım, bir nevi seyr u süluk bence, okumaktır. Başkalarını okudukça, yani kendinden ötesini bildikçe, onlarda yansıyan Allah'a bir adım daha yaklaşmış olursun. Başka isimlerin gölgesi altına da girersin. Başkalarını seyredersin sülûkun içinde. Okur dediğin ister istemez bir empati canavarıdır. (Yazar ondan da öte canavardır.) Her okuduğumuz, bir yönüyle büründüğümüzdür. Yazmak da okumak kadar anlama çabasıdır. Yazan hakkında yazdığını, okuyan da okuduğunu anlamaya çalışır. Kitaplar sayısınca insanlar tanıdık. Tanıdıklarımızın bazılarını okuduklarımız kadar bilmedik. Okumak farklı bir biliş. Bir içe giriş. Nilüfer Kuyaş'ın Başka Hayatlar'da dediği gibi: "Belki de bu yüzden teselli ediyordu bizi edebiyat, başka hayatları hiç değilse hayalimizde, dolaylı yaşayabildiğimiz için."

"Bana öyle geliyor ki, edebiyat başka hayatlara meraklanarak başlıyor. Eskilerin tecesssüs dediği kötü meraktan değil, başka bir kadere dertlenmekten söz ediyorum, tıpkı dünyaya, doğaya meraklanmak gibi. Tekil olmak öyle bir yalnızlıktır ki, başka insanlara onların hayatlarını biraz olsun düşleyerek yaklaşabiliriz ancak. Bunu yapamazsak, birlikte olmak kalabalık bir yalnızlıktır sadece. Varoluşsal bir meraklanıştır başka hayatları düşlemek. İnsanı yalnızlıktan korur, biraz içini ısıtır."

Sana katılanları okursun, katılmayanları okursun; seni sevindirenleri okursun, sevindirmeyenleri okursun. Yalnız cevaplar değil, yeni yeni sorular ve şüpheler de öğrenirsin. Hepsi seni yetiştirir. Hepsi senin âleminde bir boşluğu doldurur. Âlem sayısını çoğaltır âlemindeki. Başka başka insanlar olursun. Hikmetsiz hiçbir şeyin vücuda gelmediği âlemde hangi metin boşuna yazılmış olabilir? Bazen okuduğum kitapların bana Allah tarafından gönderilmiş mektuplar olabileceğini düşünürüm. Tıpkı kitab-ı kainatın parçaları gibi.

"İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir."

Kainatta tesadüf yok. Yalnız sırrını çözemediğimiz/kuşatamadığımız/okuyamadığımız hikmetler var. O kitap, neden şimdi, neden bu anda elime geçti? Bu yüzü neden şimdi gördüm? Bu sözü neden şimdi işittim? Mustafa Kutlu'nun bir öyküsünden esinlenerek yazdığın (karakterlerinden birisi de 'mendil satan kör bir kız' olan) hikayeden iki gün sonra nasıl oldu da hakikaten mendil satan kör bir kıza rastladın? Hem de her gün yürüdüğün üstgeçitte? Nasıl içinin tuhaf  olduğunu hatırlıyor musun? Tesadüfü inkar etmeden Allah'a inanmak mümkün değil. En azından Hakîm olan Allah'a. Demem o ki arkadaşım: Ne kadar tesadüf inkâr edersen, Rab olan, Hakîm olan Allah'a o kadar yaklaşırsın. Buna kitaplardan başlayabilirsin. Demem o ki: O, Rabbü'l-âlemin, fakat sen o âlemlerin bilmem kaçını tesadüfe verirsin, belki birkaçını da ona... "Ey örtüsüne bürünen!" dediğinde Kur'an, üzerine de alın biraz. Senin de saklanmaya çalıştığın şeyler var. "İkra!" denildiğinde korktuğun şeyler, "Ben okuma bilmem!" dediğin şeyler. Dikkat olan mehirlerini ver onların.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum