Habibi Nacar YILMAZ

Habibi Nacar YILMAZ

İbrahim Kalın Bey'in İsabetli Tespiti

Geçtiğimiz aylarda haberlere de medar olmuştu. İbrahim Kalın Bey, "İslam, Aydınlanma ve Gelecek" adlı kitabında Said Nursi ile ilgili değerlendirmede bulunmuş ve bu kitabında çok derin ve isabetli tespitlere yer vermişti. Bu tespitlerden, "Said Nursi'nin Batı bilimine karşı geliştirdiği yöntem, basit fakat oldukça etkiliydi" tespitiyle, üstadın akıl ve kalp birlikteliğini ve belki de âlem-i İslâm'ın istikbalini temin için geliştirip tahakkuku için de mümkün olan her zeminde gündeme getirmeye çalıştığı "Medresetüzzehra" projesini anlatmak istiyordu.

İbrahim Kalın Bey, Hz. Adem'in "talim-esma mucizesi" ile ilgili 20. Söz'de geçen "Bu mucize, umum kemâlât ve terakkiyat-ı beşeriyenin nihayetlerine ve en ileri hedeflerine işaret ediyor" cümlesi ile ilgili de "terakkiyatın bütün spektrumunu somutlaştırır ve kapsar" tespitinde de bulunuyor ki bu fakirin çoktan beri yazıp anlatmak istediğimiz meramımızı da böylece özetlemiş oluyordu.

İlim ve fennin esasında ve hedefinde, eşyayı keşif ve keşfedilen eşyanın insanlığın hizmetine sunulması varsa eğer; bunun ilk basamağı da Hazret-i Âdem'in eşyanın isimlerini bilmesi, yani "tâlim-i Esma" mucizesidir. İsimler bilindikçe, fen ilerler ve kemâlâtını kazanır. Demek, her bir peygamber mucizesi, bir terakkiyatın uç noktasını gösterdiği gibi, Hazret-i Âdem'in bu mucizesi de insanlığın istidadına tüm eşyayı keşif kabiliyetinin yerleştirildiğine işaret ediyor. Fakat üstad, bahsin devamında, "Ey ben-i Âdem!" seslenişi ile başlayan önemli ikazda da bulunuyor Âdemoğluna. Madem Âdem Aleyhisselam'ın evladı ve ona istidat ciheti ile varis olmuşuz o zaman onun mucizesini ifade eden "tâlim-i Esma" âyetinin de bize, hususan bu asra bir dersi, önemli bir nasihatı olmalıdır.

"Sakın (istidat ve kabiliyetinizi ve isimleri keşif sayesinde kazandığınız terakkiyatınızı) şeytana uyup hikmet-i İlâhiyenin semavatından tabiat dalâletine sükûta vasıta yapmayınız. Vakit ve vakit başınızı kaldırıp esma-ül hüsnama dikkat ederek, o semavata uruc etmek için fünununuzu ve terakkiyatınızı merdiven yapınız. Tâ fünun ve kemâlâtınızın menbaları ve hakikatları olan esma-i Rabbaniyeme çıkasınız ve o esmanın dürbünü ile kalbinizle Rabbinize bakasınız."

Metinde geçen "Fünun ve kemâlâtınızın membâları ve hakikatleri olan esma-yı Rabbaniye" kısmı, hayatî derecede ehemmiyetli. Neden peki ehemmiyetli? Bugünkü fen ve bilim, acaba incelediği âlemin, maddenin neye, hangi hakikate dayandığını, neye işaret ettiğini biliyor ve farkında mı acaba? Yoksa, bugünkü fen ve bilim varlıkların neye işaret ettiğini değil de envanterini mi çıkarmakla meşgul?

Uzun ve yorucu çalışmalarıyla "Kaç çeşit balık veya deniz ürünü var?" sualinin cevabına ulaşan fen, bu balıkları okyanus ve deniz kazanlarında pişirip önümüze atan Rezzak'a bize ulaştırmıyor veya nazarımızı o tarafa çeviremiyorsa; sadece yoldaki işaretlerle, yani riyazilikle meşguldür demektir. Yoldaki işaretlerin ölçülerinin, sayılarının yani niceliklerinin bilinmesi, anlaşılması, envantere kaydedilmesi, bir kemâl midir? Veya bunlar, bu bilgiler insanlığın mutluluğuna medar bir kıymet ifade eder mi? Başka bir ifadeyle, bildiklerimiz, öğrendiklerimiz, parçalar; bizi hikmete, neticeye, bir bütüne götürmüyorsa; bir tefekküre, teşekküre, bütün bunların asıl sebebine ulaştırmıyor ve tezekküre yönlendirmiyorsa; hakikatsız, esassız, insanı evhama sevk eden kuru bir bilgiden ibaret kalmaz mı?

Sondan başlarsak; Mesnevi'deki "O'nun marifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder" cümlesi tam da buraya bakıyor. Bilgi, insanı bilginin sahibine götürmüyor, ortada bırakıyorsa, evhama döner sadece. İnsanın evhamını çoğaltır, hayatı çekilmez hale getirebilir. Trabzon'da üniversitede kimya bölümünde tanıdığım bir asistan vardı. Mesleğe ilk girdiğinde, hayat akışında her şeyi normaldi. Bilgide mikrobik canlılara doğru ilerledikçe, bu canlıların hikmetinden, idaresinden, vazifesinden, sahibinden neticede başıboş olmadıklarından habersiz olacak ki her an mikropların kendisine musallat olabileceği, hayatını azaba çevirebileceği evhamına düştü. Her öğrendiği, keşfettiği bilgi, onun hayat konforunu kemirmeye, bunların her an tasallutu altına girebileceği zannına götürdü onu.

Galaksileri keşfeden, fakat bunca kürenin başıboş olduğuna, bir nizama tabii olmadığına inanan birinin aklı başındayken düşebileceği durumu, hayal bile edemeyiz. Diğer keşiflerde de durum aynı.

Keşiflerimiz çok ama hikmetimiz o kadar değil. Keşfettiklerimizin hangi hakikate işaret ettiğini bilmiyor, görmüyoruz? İyi bir mühendis veya bir hekimiz belki. Ama bu mühendisliğimiz ve hekimliğimiz bizi kâinattaki hassas ve ileri derecedeki mühendisliğe ve bu mühendisliğin sahibine bizi ulaştırmıyorsa; çok basit ve neticesiz bir meşguliyetten öteye geçmez ki mühendislik ve hekimliğimiz. Hayatı birtakım kurallara bağlar ve daha konforlu hale getirebiliriz belki. Ama bu konfor, hakikati, hikmeti, varlık gayemizi büsbütün insanı gözardı etmemizi netice verebilir, vermiş de zaten.

Bazılarının başını döndüren bunca ilerlemesine rağmen, hikmete dönememiş; dayandığı hakikate ulaşamadığı için kemalini bulamamış, insanlığa hizmetten çok zulme, çoğu zaman da malayaniyata, hurafata, zahmete kapı aralamış ve dalâlete yol açmış bir fen var günümüzde maalesef.

Evet dostlar, işte Üstad Bediüzzaman fen ve din ilimlerini birbiriyle mecz ve birbirinin içinde derc etmek isterken, bir hakikatin, hikmetin, topyekûn bir neticenin; fen bilimlerini ve din ilimlerini hurafattan, malayaniyattan, hikâyattan sıyırmanın, onları hakiki kemâlâtın medarı yapmanın peşindeydi. İbrahim Kalın Bey de bu yolu, bu güzel gayeyi, teşebbüsü "basit fakat oldukça etkili yol" olarak tarif ve tasvir etmekte çok haklı duruyor. Başka bir arkadaş da zamanında yazdığı bir yazıda, "Said Nursi'nin bu projesi ve fenlere getirdiği yeni tarz yaklaşımları ile dinsizlerin ağzındaki emziği almıştır" tespitinde bulunmuştu çok haklı olarak. Kiminle görüşüp yazışsam hepsi birden, bilim bu işi halledecek, diyor. Halbuki bilimin hallettiği sadece sanatın izahıydı. Üstad ise, bizi sanatkâra götürmeyen izahları, bilgileri hurafata kapı açan bilgi olarak görüyordu. Bilgi sayısınca hurafeler çoğalmış oluyor yani. Asırların emeği ile elde edilen bilginin hurafattan sıyrılıp bir hakikate ve hikmete dönmesi, ancak o bilginin açtığı pencereden "esma-yı İlâhiyeye" bakmakla ve onları "esma-yı İlâhiyeye" ulaşmaya basamak yapmakla mümkün. Bu güzel yaklaşım ve tespitleri için İbrahim Kalın Beyi tebrikle başarılar dileriz.

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum