Misafir Kalem
Yaratıcı yarattıklarına benzer mi?
Richard Dawkins, “Yaratıcı kendisine atfedilen güçlere gerçekten sahip olmuş olsaydı çok gelişmiş bilgisayarlardan da gelişmiş beyin gibi bir parçası olmalıydı” gibi mantıksız ifadeler kullanarak Yaratıcının sonsuz özelliklerinden habersiz olduğunu açıkça itiraf eder.
Bir bilgisayarın şuuru olmuş olsaydı ve o da Dawkins bakış açısıyla kainata baksaydı muhtemelen kendisini oluşturan mühendislerin yine kendisi gibi mekanik parçalardan oluşmuş birer bilgisayar olduğunu iddia edecekti.
Ya da bir tabak, kendi özelliklerine hiç benzemeyen bir yapıcısının olduğunu bilseydi, o da bu gerçeği kolayca kavrayamayacak, belki de yapıcısının tencere ya da kazan gibi bir şey olması gerektiğini savunacaktı.
Veyahut da bir kitap birden bire şuurlansa ve yazıcısının nasıl biri olacağını düşünmüş olsa, herhalde ansiklopedi boyutunda ve özelliklerinde bir yazarı olduğunu düşünecekti.
Sanatlı bir tablo, ressamının kendisine benzeyen çerçevelerden, kâğıtlardan oluşmuş bir varlık almadığını öğrenince muhtemelen itiraz edecek, kendisine gerçekler anlatılana kadar, yapıcısının devasa bir tablo gibi olabileceğini savunmaya devam edecekti.
Dawkins de örneklerde olduğu gibi, Yaratıcısının insan gibi parçalardan oluşan bir varlık olması gerektiğini iddia etmektedir. Halbuki bizi yaratan zat, bu dünyanın biyolojik imkanlarına göre bizi yaratmıştır. Eğer bizi güneşin içinde yaşamamız için yaratmış olsaydı, oradaki şartların özelliklerine uygun bir şekilde yaratacaktı. Bu dünya şartlarına göre bize verilen fiziksel özelliklerin, bu kainatın ve zamanın sınırları dışındaki Yaratıcımızda var olması imkansızdır.
Mesela pek çok canlı vardır ki onların beyinleri yoktur. Amipler, denizanaları, istiridyeler, bitkiler, mercan polipleri, sinekler vb. pek çok canlının bildiğimiz manada biyolojik beyinleri yoktur. Ancak o hayvanlar ve bitkiler de hayatlarını devam ettirecek yeteneklerle ve özelliklerle donatılmışlardır.
Bu canlıların da şuuru olmuş olsaydı ve Dawkins’in dediği gibi „yapıcımız bize benzemeli“ deselerdi, o zaman onların da „beyni olmayan“ bir yapıcıyı tahayyül etmeleri gerekecekti. Bu durumda yaratıcının „beyinli“ olması gerektiğini savunan Dawkins mi, yoksa yapıcının „beyne ihtiyaç“ duymaması gerektiğini savunan Amip mi haklı olacaktı?
Diğer canlıların da yapıcılarını „kendi fiziki özellikleriyle“ tavsif ettiklerini düşündüğümüzde ise, her bir canlının ayrı ayrı maddi özelliklerine sahip, imkansız bir Yaratıcı tahayyül etmek zorunda kalacaktık. Yani bu ilah yarattıklarının özelliklerindeyse eğer, Amipler gibi beyinden yoksun mu olacak, yoksa kediler gibi beyinli bir varlık mı? Ya da bitkiler gibi karbondioksit mi soluyacak, yoksa insanlar gibi oksijen mi? Balıklar gibi denizin altında mı yaşayacak, yoksa diğer canlılar gibi karada mı? Açık ki, Dawkins’in çok da düşünmeden savunduğu bu saçma iddia, hücreler adedince imkansızlıklarla doludur.
O halde işin doğrusu nedir? Yaratıcı “sonsuz” olduğu için sınırları olmayandır yani “tektir” Sınırları olmayan tekin parçaları da olmaz. Eğer “sonsuzun” parçaları olmuş olsaydı, sonsuzdan herhangi bir nesne çıkarılabilir ya da ona herhangi bir nesne eklenebilirdi. Ancak matematikteki sonsuz kavramıyla bile toplama, bölme, çıkarma, çarpma gibi işlemleri yapmamız mümkün değildir:
+ 1 =
– 1 =
/2 =
2 =
Çünkü sonsuz en başı ve en sonu da içermektedir Bölünmez, eksilmez, eklenmez, çarpılmaz bir tek bütündür. O halde böyle Sonsuz bir varlığı, baş, son, orta, sağ, sol, batı, doğu vb. sınırlarla sınırlandırmak, onun parçalardan müteşekkil olduğunu savunmak imkansızdır. Çünkü sonsuzun „parçalarından“ bahsettiğimiz anda, o sonsuz olmaktan çıkar, belli sayıda maddi „parçalardan“ oluşan sonlu bir varlığa döner. Bu örnek de gösteriyor ki, sonsuz özelliklerde olan Allah cevherdir, asla parçalardan oluşan bir âraz değildir.
Üstelik sadece canlılar değil, kâinatın camid olan diğer parçaları bile bilinçlice yaratılmış gözükmektedir. O halde bütün o câmid parçaların şuurları olmuş olsaydı ve Dawkins bakış açısıyla düşünseydiler, her birisi de yapıcısının sadece kendisine benzediğini iddia edebilirdi. Bu durumda açıktır ki, Dawkins’in savunduğu iddia kainattaki atomlar adedince imkansızlıklar barındıran bir iddiadır. Elbette ki Allah yarattıklarının hiçbirine benzemez. Çünkü O maddeden ve cisimden münezzehtir.
Üstelik Allah, yarattığı her şeyi içinde bulunduğumuz kainat boyutuna uygun yaratmıştır. Yaratılan cisimler ve şekiller, O’nun bu kainat matriksine yerleştirdiği denklemlere ve formüllere göre şekillenmiştir. Ancak bütün bu şartların genel özelliklerini yadsımadan, insana hayat, ilim, görme, duyma vb. subuti özelliklerinden cüzi bir oranda vermiştir.
Bilhassa insan, Allah’ın varlığını anlayabilecek hassas ölçülerle donatılmıştır. İnsan vücudundaki duygulara bakarak da Yaratıcısını tanıyabilir.
“Benim gördüğüm gibi o da görüyor. Çünkü bana görmeyi verebilen görmenin ne olduğunu bilen ve gören birisi olabilir.”
Ya da
“Benim şuurum olduğu gibi onun da külli bir şuuru olmalıdır. Çünkü bilinci olmayan birisi bana bilinç vermezdi” diyebiliriz rahatlıkla…
Bizim soyut duygularımızın aletleri olan organlarımız mesela kulağımız, gözümüz, burnumuz bu kainat boyutunun „sınırlarına“ ve „kanunlarına“ göre tasarlanmıştır. Eğer özellikleri farklı olan bir kainat boyutunda olsaydık, muhtemelen o boyutun özelliklerine uygun bir şekilde yaratılacaktık.
Bu kesif ve maddi boyutta değil de, herşeyin hayal gibi soyut olduğu bir boyutta yaşadığımızı düşünelim. Muhtemelen bu durumda organlarımız da oldukça latif olacaktı. Belki de hiçbir maddi organa ihtiyaç duymadan, ruhani varlıklar gibi doğrudan ruhumuzla düşünecek, görecek ya da duyabilecektik. Demek ki, bu mevcut organlar, bu boyutun ve bu boyuta hükmeden kanunların bir gerekliliğidir. Mesela bu organlarla uzayda yaşayamayız. Oraya özel kıyafetler giymemiz, aletler kullanmamız gerekir.
Mesela, yerçekimi, merkez kaç kuvveti, termodinamik kanunları, Ohm Kanunu, Paskal yasası, Hooke kanunu, Gauss kanunu vb. gibi kainatta cari olan bütün o kanunların el, ayak, göz, kulak gibi arazi organlara ihtiyaçları yoktur. Onların beyinleri olduğunu da/olması gerektiğini de bugüne kadar kimse iddia etmemiştir. Ancak bu kuvvetler meydana getirdikleri etkilerle fark edilebilirler. Onların varlığından bu noktada hiç kimse şüpheye düşmez. Mesela Dawkins bile çıkıp, „kanun ve kuvvetlerin de bizler gibi organları olmalıdır, yoksa onlara inanmayacağım“ dememiştir, diyemez.
Allah da, bu kanunlar örneğinde olduğu gibi maddeden soyut olarak bütün bir kâinatı baştan sona tüm atomlarıyla, şartlarıyla, durumlarıyla birlikte yönetebilir, görebilir, duyabilir. Bunun için herhangi bir maddi organa da ihtiyaç duymaz.
Burada Fizik biliminin bulgularından da istifade etmekte yarar var. Mesela, parçacık fiziğine göre Standart Model, kainatta cari olan 3 temel kuvveti birleştiren bir modeldir. Süpersimetri Modeli ise bu modelden daha kapsamlı bir şekilde kuvvet ve parçaçıkları açıklama iddiasındadır. Bütün bunların ötesinde „Her Şeyin Teorisi“ gibi bütün kainat kuvvetlerini tek formülde birleştirmeyi hedefleyen arayışlar da vardır ki, bütün bunlar kainattaki bütün kuvvet ve parçacıkları Kudret elinde evirip çeviren bir Tek Vahid-i Ehad’in kuşatıcılığını/icraatlarını gösteren örneklerdir.
Kainatta cari olan kanunlar Allah’ın yarattığı kanunlardır. Onun yarattığı şuursuz, cansız, kör, sağır kanunlar, camidinden canlısına, parçacığından gezegenine, bitkisinden hayvanına varlıklar üzerinde ayırt etmeden bu kadar etkili olabiliyorsa, Allah’ın sonsuz ilminin, sonsuz duyuculuğunun, sonsuz görücülüğünün ve sonsuz yaratıcılığının kâinat çapındaki etkilerini varın siz düşünün.
Bu arada Rabbimiz’in Şura suresi 11 ve Nahl suresi 17. ayetlerde buyurduğu hakikatleri de inceden inceye tefekkür etmeyi unutmayalım:
“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura- 11)
„Hiç Yaratan, yaratmayana benzer mi? Artık düşünmeyecek misiniz?“ (Nahl- 17) (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.