Yaşasın zalimler için Cehennem!
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Risale-i Nur talebeleri, iman ve İslâmiyet hizmetinde ağır şartlar ve kayıtlar ve tahdidatlar içinde muvaffak oluyorlar ve hayatlarını Risale-i Nur’a ve Üstadlarına vakfetmişler. Risale-i Nur’u, sermaye-i ömür ve gaye-i hayat edinmişlerdir. Risale-i Nur dâvâsı rıza-yı İlâhî dâvâsı olduğu içindir ki, hamiyet-i İslâmiyeye mâlik mümtaz avukatlar, Risale-i Nur’un fahrî avukatı olmak ve dindar hakperest mücahit muharrirler, dünyayı istilâ edecek Nur’un ilânında hissedar olmak şeref ve nimetine mazhar olmuşlardır. Risale-i Nur’un neşriyat ve fütühatı ve tesiratı, sessiz, büyük bir ihtişamla muhteşem bir bahar mevsiminde intişar eden mevcudat gibidir.
İşte, ey Risale-i Nur gibi hadsiz hamd ü senâlara şâyeste olan bir nimet-i azîmeye nail olan Nur kardeşlerimiz! Böyle bir dâhî-yi âzamın, böyle bir mütefekkir-i ekberin, böyle bir müellif-i İslâmın ve ulûm-u evvelîn vel-âhirîne vâkıf böyle bir allâme-i asrın, böyle bir mücahid-i ekberin, böyle bir sahib-i zühd ve takvânın, hakaik-i imaniyenin varlığında âdetâ tecessüm eden böyle bir abd-i küllînin, rıza-yı İlâhîden başka hiçbir şeye iltifat etmeyen ve âzamî ihlâsın mazharı olan böyle bir tilmiz-i Kur’ân ve hâdim-i İslâmın ve “Bir ferdin imanını kurtarmak için Cehenneme de atılmaya hazırım” diyen böyle bir halâskâr-ı imanın ve idam için sevk edildiği Divan-ı Harb-i Örfîde “Sen de mürtecisin” ittihamına karşı,
“Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün ins ve cin şahit olsun ki ben mürteciyim. Bin ruhum da olsa, Kur’ân’ın birtek meselesine hepsini feda etmeye hazırım” diyen ve beraatinden sonra da, teşekkür etmeyerek, Bayezid Meydanındaki kalabalıkta: “Yaşasın zalimler için Cehennem! Yaşasın zalimler için Cehennem!” diye bağırarak ilerleyen
ve imha plânıyla verildiği mahkemelerde yirmi dört sene evvel “Ey mülhidler! Ey zındıklar! Said, elli bin nefer kuvvetinde demişsiniz. Yanlışsınız; Kur’ân’a ve imana hizmetim cihetiyle elli bin değil, elli milyon kuvvetindeyim! Titreyiniz, haddiniz varsa ilişiniz!” “Benim ölümüm sizin başınızda bomba gibi patlayıp, başınızı dağıtacaktır. Toprağa atılan bir tohumun yüzer sümbüller vermesi gibi, bir Said yerine yüzler Said size o yüksek hakikati haykıracaktır”
ve on beş sene evvel, “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, hergün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem” ve “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı zındıkaya eğmem” diyen ve elli sene evvel âlem-i İslâmı sömüren sömürgeci cebbar ve zalim bir imparatorluğa karşı, “Tükürün o zalimlerin hayâsız yüzüne!” diye matbuat lisanıyla cevap veren ve Büyük Millet Meclisinde, Reise “Kâinatta en yüksek hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir; hainin hükmü merduttur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîminde, yüz yerde edâsını emrettiği namazdan daha büyük bir hakikat olsaydı, imandan sonra onu emrederdi” diyen ve yazdığı bir beyannameden sonra Mecliste cemaatle namaz kılınmasına başlanan
ve Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanı olarak esir düştüğü Rusya’da Moskof Çarlığına karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza edip, kurşuna dizileceği hengâmda “Âhirete gitmek için bana bir pasaport lâzımdı” diye ölümü istihkar eden böyle bir kahraman-ı İslâm Üstadımız Bediüzzaman’ın eserlerini okumak nimet-i uzmâsına mukabil canımızı da feda etsek, ömrümüzü de ona vakfetsek, zulümden zulme de sürüklensek, ömrümüzün nihayetine kadar şükran secdesinden de kalkmasak, bize yine ucuzdur…
Tarihçe-i Hayat, Isparta hayatı, Konuşan Yalnız Hakikattir
SÖZLÜK:
abd-i küllî : bütün varlıkların ibadetlerini kendi şahsında temsil eden kul
allâme-i asır : asrın bilgini, asrın en büyük âlimi
âzamî : bir şeyin en üst seviyesi, üst derecesi
azîm : büyük
binaen : –dayanarak
dâhî-i âzam : en büyük dâhi, en zeki kişi
Divan-ı Harb-i Örfî : Sıkıyönetim Mahkemesi
ehl-i tasavvuf : tasavvuf ehli; kalp yoluyla ilâhî hakikatlere ulaşmak için bir şeyh gözetiminde belli bir yol takip eden kimseler
fahrî : karşılıksız, parasız, gönüllü olarak bir şeyi yapma
fazilet : değer, üstünlük
fert : birey
fütuhat : fetihler, zaferler; açılımlar
gaye-i hayat : hayatın gayesi
hâdim-i İslâm : İslâmın hizmetçisi, İslâm dinine hizmet eden kimse
hadsiz : sınırsız
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri, esasları
hakperest : doğruluktan ayrılmayan, hakkı tutan
halâskâr-ı iman : iman kurtarıcı, imanın kurtulmasına vesile olan
hamd ü senâ : şükür ve övgü
hamiyet-i İslâmiye : İslâmiyetten gelen din, millet gibi mukaddes değerleri koruma duygusu ve gayreti
hissedar : pay sahibi
idam : yok oluş
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
ihtişam : haşmetlilik, heybetlilik, görkem
iltifat : meyletme, yönelme
intişar : yayılma
istilâ : kuşatma
mâlik : sahip
mazhar : ayna, yansıma ve görünme yeri
mazhar : erişme, nail olma
mevcudat : varlıklar
muharrir : yazar
muvaffak : başarılı
mücahid-i ekber : din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğrunda çalışan, mücadele eden en büyük mücahit
mücahit : cihat eden, din uğrunda çaba harcayan kimse
müellif-i İslâm : Müslüman yazar; İslâmiyet ile ilgili eserleri olan
mümtaz : seçkin, üstün
mürteci : geriye yönelmek isteyen, gerici
mütefekkir-i ekber : en büyük düşünür, en büyük düşünce adamı
nail : erişme
neşriyat : yayma, yayınlama
nimet : iyilik, lütuf, ihsan
nimet-i azîme : büyük nimet
nümune : örnek, misal
rıza-yı İlâhî : Allah’ın rızası
sahib-i zühd ve takvâ : zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse
sermaye-i ömür : ömür sermayesi
sevk : yöneltme, gönderme
sırr-ı ihlâs : ihlâsın sırrı
şâyeste : uygun, lâyık
şeref : yükseklik, yücelik, büyüklük
tahdidat : sınırlamalar, kısıtlamalar
tecessüm : cisimleşme, maddî yapıya bürünme
tesirat : tesirler, etkiler
tilmiz-i Kur’ân : Kur’ân’ın talebesi
ulûm-u evvelîn ve âhirîn : öncekilerin ve sonrakilerin ilimleri
vakfetme : adama
vâkıf : bir şeye hâkim olacak derecede bilgi sahibi olan
âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki ebedî hayat
alay : genel olarak üç taburdan oluşan askerî birlik
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
Bayezid Meydanı : İstanbul’da bulunan, tarihî Bayezid Camii ile günümüzde İstanbul Üniversitesi arasında yer alan meydan
beraat : temize çıkma, suçsuz bulunma, serbest bırakılma
beyanname : bildiri, açıklama
Birinci Cihan Harbi : Birinci Dünya Savaşı
cebbar : zorba, zalim
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
edâ etme : yerine getirme
fırka : grup
hakikat : doğru, gerçek
hakikat-i Kur’âniye : Kur’ân’ın hakikati, esası
hayâ : utanma
hengâm : ân, zaman
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
imha : yok etme
ins ve cin : insanlar ve cinler
istibdad : baskı ve zulüm
istihkar : hakaret etme, aşağılama, küçümseme
ittiham : suçlama
izzet-i İslâmiye : İslâmın izzeti, şeref ve yüceliği
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kumandan : komutan
lisan : dil
matbuat : basın, medya
men : yasaklama
menfî : olumsuz, yıkıcı
merdut : reddolunmuş, lânetlenmiş, kabul edilmeyen
muhafaza : koruma
mukabil : karşılık
mülhid : dinsiz, inkârcı
mürteci : geriye yönelmek isteyen, gerici
müsbet : olumlu, yapıcı
nefer : asker
nihayet : son
nimet-i uzmâ : en büyük nimet
reis : başkan
Said : Bediüzzaman Said Nursî
şükran : minnettarlık, teşekkür
vakfetme : bağışlama, adama
zındık : dinsiz
zındıka : dinsizlik