Zafer AKGÜL
Yüksek İslam Siyaseti
Bazıları her nedense Bediüzzaman Said Nursî’nin “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” cümlesini bir türlü anlamak istemiyor. Daha doğrusu 3 Said döneminde sergilediği Yüksek İslam siyasetini kavramakta güçlük çekiyorlar. Siyasetten istiazenin elbetteki makul ve geçerli bir gerekçesi vardır. Üstadın “Kim, kime, niçin ve ne makamda?” süzgeçlerini (Bkz:Mesnevi Nuriye, Muhakemat, Sözler) uyguladığı ve uygulanmasını istediği belağat ve edebiyat düsturunu sadece Risalede kullanmaya münhasır zannetmek yanlış olur. Bu kriter, Üstadın evrensel kriterlerindendir. Her zamana ve her alana tatbik edilebilir. Ve başka eserlere ve müelliflere de tatbiki gerekir.
Şeriatın % 95‘inin itikat, ibadet ve müsellemat olduğunu siyasetin % 5’oranında yer aldığını belirtmesine rağmen, siyaseti hermönitik açıdan Şia-Ûlâ’nın ve müteakkiplerinin Hilafet meselesini itikad esaslarına yerleştirme anlayışına benzer şekilde oranların yerini tersine çevirmek, her şeyi siyasetten ibaret zannetmek bize göre hatalı bir yaklaşım olur.
Bediüzzaman Said Nursî’nin kayıtlı ve muvakkat ortamda söylediği sözlere dayanarak “Üstadınız siyasetten Allah’a sığınmıştır, niçin siyasi partilere oy veriyorsunuz ve oyunuzun rengini belirtiyorsunuz?” diyenlere “Sizler niçin Üstadın bu cümlesini kendinize tatbik etmiyorsunuz ve gırtlağınıza kadar siyasete bulaşıyorsunuz?” sorusunu çok sormuşumdur. Kaldı ki onların siyaseti mesleklerinin neredeyse tümüydü yani meslekleri öyleydi. Nur talebelerinin siyasi tercihi ise sadece ehven-i şer çerçevesinde oy vermekten ve siyaset alanında kötülere değil iyilere yol açmaktan ibaretti. Yani metodları öyleydi.
“Her zaman def’-i şer, celb-i nef’a racihtir kaidesince demokratların en büyük iyiliği Halk Partisini iktidara getirmemekle onların zararlarını …. def edebilmesine vesile almalarıdır. Ehven-i şer olarak ehl-i dini Kur’an menfaatine Demokratlara yardıma davet ediyorum.”(Emirdağ lahikası) O günkü/bu günkü menfaat çarkları üzerine dönen siyasetten istiaze ayrı bir şeydir, seçimle gelinen idarecilerin ve partilerin desteklenmesi ya da desteklenmemesi ayrı bir şeydir. Kısaca metod siyaset değildi. Siyaset araçtı ve bu araç, ehven-i şer kriterleri içinde kullanılmaktaydı. İslama hizmeti siyaset dışında bulan cemaatin, siyasi partilere oy vermesi siyaset değildir. Aksi takdirde Demokrat Parti kurulup çok partili sisteme geçilince Üstadın Demokratlara oy vermesini, siyasete bulaşmak olarak algılama yanlışlığına düşülür.
Emirdağ Lahikasında “Şimdilik bu vatanda dört parti var. Halk partisi, Demokrat, Millet ve İttihad-ı İslam…” meselesi (Emirdağ Lahikası S.746) o gün için birer parti ismi olmakla beraber aslında hem Türkiye’de hem de tüm dünyada en azından son 200 yıllık siyasal tarih sürecinde aslında 4 zihniyeti temsil eder. Amerika ve Avrupa ülkelerindeki parti kimlikleri böyledir. Cumhuriyetçiler, Demokratlar, Milliyetçiler ve Hristiyan demokratlar gibi.. Yani her ülkede halk, demokrat, milliyetçi ve ülkenin dinine göre din merkezli partiler vardır. İsimleri önemli değildir. Yaklaşım biçimleri önemlidir. ”Tebeddül-i esma ile hakaik tebeddül etmez”(Bkz:Divan-ı Harbi Örfî .S:40)
Bu 4 parti mesesinde yanlış yorumlar hep yapıla geldi. Ben aciz haddim olmadan şunları söylüyorum, yorumların beni bağladığı notunu da baştan düşerek. Üstadın bu mektubundaki cümlelerini özellikle hariçteki Tufeylî’lerin yorumları kapsayıcı olamadı bir türlü.
Üstadımıza ait ”Yanlışlık tatbik-i nazariyattan ve mukteza-yı hali düşünmemekten çıkar” (Divan-ı harbi Örfî.S:26) tesbitini - bir sözde mütekellim, muhatab, gerekçe ve makam dikkate alınmadığında nasıl ki saçmalamalara kapı açılırsa - teorinin tatbiki ve makamın gereği faktörlerini dikkate almama durumunda da mecazın ilmin elinden cehlin eline düşmesi absürdünü oluştururuz. Mesela, Münazarat isimli eserinde Ekrada Meşrutiyet’ten bahsederken sorulan “Meşrutiyet neden tümüyle gelmiyor?” sorusuna verdiği cevapta gelemeyiş ve gecikme sebeplerini anlatırken kullanılan mecazi daha doğrusu -bana göre- Kinaî anlamlara dikkat lazımdır. Meşrutiyetin engelleri: Vahşet Ayıları, Cehalet Ejderhası, Husumet Kurtları. Üstad devam ediyor: İstanbul’daki Yılanlar’dan kurtulabilirse önünde Cehalet bataklığı, Fakirlik kıraçları, Husumet dağları’nı geçebilirse bir de yolda Eşkıya’ya rast gelecektir. (Bkz.Münazarat S:29)
Yine Münazarat’ta “Efkârı teşviş eden, hürriyet ve Meşrutiyeti takdir etmeyenler kimlerdir?” sorusuna verdiği cevapta mecazi isim ve nesnelerin başına eklediği sıfatlara dikkat etmemek de tatbik-i nazariyatta birtakım yanlış makas açmalarına yol açar. Zira sıfat mevsufuna tabidir. Üstadın bu tavsifatında geçen zihniyetlere eğilelim şimdi: Cehalet Ağa. İnat Efendi. Garaz Bey. İntikam Paşa. Taklit Hazretleri ve Mösyö Geveze. (Bkz:Münzarat S:47) Türkiye’deki siyasi hayata baktığımızda bunların ya sıfatlarıyla ya da isimleriyle sahnede olduklarını görür gibiyiz. Kimlerin hangi saikle siyaset sürecine girip hangi rolü oynadığını takdir etmek kişinin kendi meselesidir.
Emirdağ Lahikasında geçen 4 parti/zihniyetten dördüncüsüne dair bir iki mülahazamı da belirteyim. İttihad-ı İslam bir parti değildir. Türkiye’de böyle bir parti de kurulmadı. Sadece Cevat Rıfat Atilhan merhumun 1951’de kurduğu “İslam demokrat Partisi“ vardı ama bu, o değildir. İttihad-ı İslam için Üstadın şu cümlesine azami dikkat edilmeli: ”İttihad-ı muhammedî, şimdi Nurcular namını alan İttihad-ı İslam içinde bulunan kardeşlerimizin yanlış basmaması için…”( Bkz:Beyanat ve tenvirler S:201-202)
Merhum Erbakan’ın ve O’nun kurduğu partilerin (MNP-MSP-RP-FP) Emirdağ Lahikasındaki İttihad-ı İslam kategorisine girdiğini zannetmek de ayrı bir yanlıştır. Milli Görüş’ü temsil eden bu parti, olsa olsa Millet Partisi grubunda yer alabilir... Millet Partisi-Millî’ci kategorinin ancak dindar milliyetçiler kısmına dahil edilebilir. (Bu tesbit benim şahsi görüşümdür. Eleştiriye açığım Z.A)
Keza “% 60-70 tam mütedeyyin” ibaresi partinin alacağı oy oranı değil, milletin dindarlık oranıdır. İttihad-ı İslam aslında tüm müslümanlardır. Ama ister Nurcular ister başka Müslümanlar olsun, yüzdelik ortamından sonra hangi şartlarda siyasete atılabilirler netice ne olur, onları da sıralamış: 1-Tam mütedeyyin olmak şartıyla. 2- Dini siyasete alet etmemeye, siyaseti dine alet etmeye çalışabilme 3-Fakat uzun zamandır terbiye-i İslamiyye zedelenmesiyle (dikkat siyaset terbiyesi değil, İslami terbiyeden bahsediliyor.Z.A) 4-Şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete alet etmeye mecbur olacağından…” (Emirdağ Lahikası S:746)
Tam da burada muhterem Ali Bulaç’ın “Şeytan ve siyaset” başlıklı yazısındaki “Hem, biz siyasi değiliz, İslama hizmeti siyasette bulmuyoruz” diyen gruplardan hangisi yeri geldiğinde siyasetin dışında kalabilmiştir?” sorusunu hatırlayıp aynı soruya benzer bir soruyu biz de burada sorabiliriz: “Said Nursi kriterlerini kaale almama durumunda, siyasete atılıp da dini siyasete alet etmeye mecbur kalmayan hangi gurup var acaba?”
Tarihçe-i Hayatta geçen “…. O zamana yetiştiğiniz zaman siyaset canibiyle onlara galebe edilmez, ancak manevi kılınç hükmünde İ’caz-ı Kur’anın nuruyla mukabele edilebilir..” tavsiyesine müracaatla … Ankara’dan ayrılıp Van’a gitmesi (BKz.Tarihçe-i Hayat : İlk hayatı.S:132-133) Yüksek İslam siyasetinin bir gereğidir.
Şimdi bunları geçelim de “Şimdilik bu vatanda dört parti var” cümlesindeki şimdilik kaydının hala geçerli olup olmadığını, terbiye-i İslamiyenin ne durumda olduğundan başlayarak süzgeçleri teker teker uygulayınca anlayabiliriz. Hükümlerin illetlere mebni olduğunu da unutmamak kaydıyla.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.