Ekrem KILIÇ
Zaaflarımız
Bizi sıkıntılara sokan, olduğumuz gibi görünmemizi engelleyen zaaflarımızdan birisi de gösteriş merâkımız... Halbuki, Yaratan’ın verdiğine kanâat etmek lâzım gelmez mi? Neden, varlıkları olduğu gibi görmeyelim? Neyseler öylece kabullenmeyelim? Bunu başarabilirsek, kendimizin de aslî hüviyetimizle görünmemizden rahatsızlık duymayız. Şüphe etmiyoruz ki, her yaratık kendisine lâyık en güzel tarzda halkedilmiştir. Dünyâya onu gönderen Cenâb-ı Mevlâ, onun öyle olmasını istemiştir. Daha, o yaratık üzerinde sun’î bir takım tasarruflarda bulunulması, yaratılışa bir çeşit îtirâz anlamında olmaz mı?
Sevdiklerimizi gözümüzde yüceltmek için, onun gerçek fazîlet ve meziyetleriyle yetinmez, neredeyse putlaştırırız. Kızdıklarımızı, bulundukları noktadan daha aşağılarda gösterebilmek için, pek çok iftirâyı kötülemelerimize ekleyerek kendimizi üste çıkarmaya çalışırız. Hâsılı, ifrat veyâ tefrit hastalığından bir türlü kurtulamayız. Hz. Üstâd’ın öğrettiği gibi, “Haydar”ı , “Haydar Ağa” veyâ “Haydo” yapmak, vasat bir davranış değildir. Hak ne ise, onunla yetinmek en iyisidir. Hakka saygı göstermek, Hakk’a saygı göstermektir...
Mânevî makamlarda bulunanlara önce velâyet, kerâmet ve sâir fazîletleri hayâlimizle giydirip, sonra onlarda gördüğümüz beşerî kusurları birer cinâyet gibi kaale almak doğru olmadığı gibi, İslâm’ın bize tâlim ettiği hakîkatlerle de uyuşmaz. Her insan, insanlık hasebiyle, hatâ da yapabilir, günah da işleyebilir. Görevleri gereği, günahtan ve hatâdan muhâfaza edilmiş olanlar yalnız peygamberlerdir. Onların dışındaki insanlar, imtihan sırrına uygun şekilde yaratılmışlardır. Peşînen herkesin temiz, iyi niyetli, dürüst, hayırhâh olduğunu; fakat, her zaman bir yanlışlık da yapabileceğini kabûl ederiz. Yanlışlıkların özür dileyerek, tevbe ederek, hakkını ödeyerek, affedilerek giderilebileceğine inanırız. Dolayısıyla, insanı ne uçurtur, ne yere batırırız...
Cemâatler de böyledir. Fertlerden meydana gelen toplulukların da kusurları olabilir. Fakat, insaf düstûru, topluluklardaki kusûrların fertlere, fazîletlerin topluluğa verilmesini âmirdir. Hz.Üstâd’ın, bir taburun zaferinin yalnızca başlarındaki kumandana verilemeyeceği gibi, bir subayın başarısızlığının bütün orduya mâl edilemeyeceği; bu zamanda fertlerin “takvâ ve amel-i sâlih” yönünden başarılı olamasalar bile, cemâat hâlinde muvaffak olabilecekleri husûslarındaki tespitlerini hatırlayacaksınız. Bu bakımdan, mensupları gerektiği gibi davranamayan toplulukların topunu birden red ve inkâr etmek, insâfa uygun olmaz.
Siyâset, ticâret, san’at, ilim âleminden pek çok örnekler sayarak, mensûbu oldukları câmiayı kirleten, küçülten, rencîde eden şahısların varlığı ile, bu müesseseleri bir kalemde nasıl silip atabiliriz? Bir dernek, bir vakıf, bir cemâat, bir mezhep üyesini de aynı ölçülerle değerlendirmeliyiz. Hayırda toptancı, şerde perâkendeci zihniyeti ile hareket etmeliyiz. Gelin görün ki, içimizde dünyâyı kendisinden daha alçak, daha kusurlu, daha bayağı yapmak için çabalayan bir düşman varken, mantıkla düşündüğümüzde doğru bulduğumuz davranışların çoğunu kabul etmek mümkün olamamaktadır. Beşerî zaaflarımızdan ileri gelen bir hastalıkla, her şeyi olduğundan daha başka görmeye ve göstermeye çalışır dururuz.
En iyisi, varlıkları oldukları gibi kabul etmeye alışmaktır. Cenâb-ı Hakk’ın taksîmâtına râzı olmaktır. Nefsimizi yaratıkların en bayağısı, gayrimizi Allah indinde en makbûl kul olarak düşünebilirsek, bu hastalıktan kurtulmamız kābil olacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.