Zafer AKGÜL
Sinema Dili-2
“Bir gün bir kasabaya bir yabancı gelir ve her şey değişir” diye cümle vardı sinema ve senaryo ile ilgili bir yazıda. Aslında Maupassant türü olay örgülü hikayelerde ve özellikle klasik romanlarda genellikle kurgu böyledir. Sinema dili doğrudan kronolojik anlatım da yapar; Çehov türü kesit biçiminde veya flashback’lerle de yapar. Önemli olan etki oluşturacak kurgunun sıralama eksenidir. Tabii ki görsellik unsuru ve filmin müziği de bir o kadar önemli ve hayatî konumdadır.
Sinema için tabiat, en temel kaynaktır. Yalnız tabiat iki koldan kaynaklanarak gelir. Birincisi eşyanın, varlıkların tabiatı yani fıtratı. İkincisi de insanın tabiatı yani fıtratı. Sinema sanatçıları-yönetmen, senarist, ışıkçı, sanat yönetmeni, aktörler, tarih danışmanı, makyözler vb. tüm ekip fıtrî ve doğal olanı yansıtmaya çalışır. Konusu hayal de olsa hayalin de bir geçekliği olduğunu unutmadan.
Sinema dili, yazılı bir eserde geçen kelimeleri ve cümleleri görüntülü hale getirdiği ölçüde başarılı sayılır. Mesela sarhoş kavramını ve sarhoşun sokakta yürüyüşünü anlatan cümleyi sinemada sendeleyerek sokakta yürüyen bir silüet ve görüntü olarak yansıtır. İhtiyar bir karakteri, beli bükük ve yavaşça yürüyen gerekiyorsa elinde baston falan olan bir görüntüye çevirir. Yazılı metinde geçen cümlelerin sinema diline çevrilmesinde iç ve dış alemin fiziksel ve psikolojik aktarımı için sinema sanatçıları kameranın hangi perspektifle çekilmesi gerektiğini çok yönlü düşünüp kararlaştırırlar. Söz gelimi, metinde bir karakter kara bir haber alır, sarsılır ve psikolojik travma geçirir diye bir kesit olsun diyelim. Metinde bu durumu şöyle bir cümle anlatmış olsun. “Binalar üstüme üstüme geliyordu.” Tam burada kamera o karakterin gözünden önce kaldırımları kayıyor gibi görüntüye getirir. Sonra yüksek binaların tepesine doğru yöneltir sonra 360 derece çevirerek bir helezon görüntüsü oluşturur. Böylece yazılı cümle, sinema diline aktarılmış olur.
Yazılı metin edebî dille, şiir diliyle yazılmışsa bana göre senaristlerin hem işi kolaylaşır hem de hazır malzeme olur. Şöyle ki, bir çocuğun ateşli hastalık geçirip işitme kaybı yaşadığını önce düz dille sonra edebi dille anlatalım sonrasında da bu hikayeden bir film kesiti sunalım isterseniz.
“Ortaokul 2. sınıfa geçtiğim sene yaz tatilinde ateşli bir hastalık geçirdim. Babam doktora götürdü. Tedavim için birkaç ilaç ve iğne yazıldı. İlaçları kullanalı iki gün olmuştu ki bir sabah uyandığımda iki kulağım da sağır olmuştu ve hiçbir ses duymuyordum. Annemin, babamın konuşmalarını duyamıyordum. Dudakları oynuyordu ama sesler gelmiyordu. O andan itibaren anladım ki iki kulağımda da işitme kaybı olmuştu. Ve ben artık hayata işitme engelli olarak devam edecektim. Doktor doktor dolaştırıldım ama sonuç değişmedi. vs. v.s.”
“Bir sabah kalktığımda sessizlik deryasına düşmüştüm. Korkunç bir sessizlik uçurumundan aşağıya doğru yuvarlanıyordum. O günden sonra annemin, babamın, kardeşlerimin, arkadaşlarımın seslerini yitirmiştim. Artık kuşların sesini, yağmurun sesini, suyun sesini yitirmiştim. Onların seslerine hasret kalarak yaşayacaktım. Vs. vs.”
Birinci anlatım otobiyografi -düz anlatım iken ikinci anlatım biçimi sinema dili için daha zengin bir malzeme kaynağına dönüşür. Kuşların, suların, çevredeki varlıkların ve dudakların obje olarak kullanımı sinema dili için hem ilham verici, hem de etkileyici bir anlatım tarzı olur. Şöyle ki ilk bölümlerde olayın kahramanı çocuk sık sık gittiği bir mekanla – dere kenarında ağaçlık bir yer ve dallara konup ötüşen kuşlar vb. ortam çekilir. İşitme kaybı olayından sonra çocuk evden hızla oraya koşar. Dallardaki kuşların sesi yoktur. Gökyüzünde fırdolayı dönerek kanat çırpan kuşlar görüntüye gelir. Çocuk kuşlara haykırarak seslenir. “Sesinizi duymak istiyoruuum. Sesiniz gelmiyooor. Konuşun benimleee..!” Çocuk ağlayarak kendini yere atar ve sırt üstü vaziyette havada dönen kuşlara bakar hıçkırarak. vs..” Bu sahnelerde her şey hareketli iken ses tamamen kesilmiş olarak verilir. Ağaçlar, dallardaki yapraklar rüzgarda sallanırken gökte kanat çırpan kuşlar ağır çekimle gösterilir ama hiçbir ses verilmez o anda vs.vs.
Sinema dili tıpkı edebî dil gibi kusursuz olmalıdır. Anlatım bozukluğu olan bir metnin değeri nasıl düşerse sinema dili de kendi karizmasını çizdirebilir. Mesela yerini bulmamış bir kelime metinde sırıtır. Yanlış kullanılmış bir deyim veya ifade anlamı bozar. Tebessüm ile kahkahanın tabiatı farklıdır ve kullanım makamı değişiktir. Fısıltı ile haykırmanın uyuşmayacağı bellidir. “Ben seni çok sevdim” diyeceği yerde “Ben sana çok sevdim” demek gibi. “Etekleri zil çalıyordu” yerine “Etekleri davul çalıyordu” farkı gibi.
Sinema dili de aynen özne-yüklem-nesne-sıfat, zaman ve mekan zarfı vb. ögeleri içinde barındırır. Mesela sadece makyaj ve kostüm konusunda iki örnek verecek olursak:
Osmanlı veya Selçuklu devletini anlatan bir film veya dizi filmde müslümanlar ile müslüman olmayan iki ordu savaşıyor. Müslüman komutanın ve askerlerinin düşman ordusunda olduğu gibi yüzleri gözleri kan ve kir içinde. Savaş ortamında tabiiki makyajlar bu biçimde olacaktır. Fakat savaştan sonra en az tam bir gün bir gece geçtiği halde gavur ordusu neyse de Müslüman ordusunun savaşçılarının yüzleri hala kan ve çamur lekeleriyle doludur .Oysa İslam’da 5 vakit namaz vardır ve ilk fırsatta Müslümanlar abdest alıp namaz kılarlar. Haliyle o lekelerin yüzlerden kaybolması gerekir. Maalesef çok defa bu hatayı seyrettim. Filmin sanat danışmanı kadar, tarih ve kültür danışmanı neredeydi acaba?
Başka bir örnek 1915 yılında geçen Çanakkale konulu bir filmde köylü karakteri olarak bir oyuncuya şapka giydirmek tamamen cehalet alametidir. Çünkü bu coğrafyada şapka inkılabı 1925 yılında yapılmıştır. Bu, bir anlatım bozukluğundan daha beter bir cehalettir.
Yine özellikle yerli filmlerde beden dili amatörce yansıtılır. İlk görüşte ve sonraki görüşlerde bir birine aşık olan iki karakterin gözleri peş peşe zoomlanır. Güya elektriklenme yaşanmaktadır. Fakat her iki karakterin bakışlarında aşk bakışı gözlenememektedir. Sanki gözler bir pazar yerinde bir mala odaklanmış gibi mal mal bakmaktadır. Ya da aptal aptal, karşıya odaklanmamış biçimdedir. Herkes de bilir ki bakışların elli bin çeşidi vardır. Bu tür sahnelerde psikoloji danışmanı olmasa bile insan kendinden ve hayat tecrübesinden yararlanarak nasıl bakmak gerektiğini iyi kötü ayarlayabilir
Uzatmadan ifade edelim ki sinema dili öyle hassas ve derindir ki bir görüntü ile yıllarca hafızalardan silinmeyecek etkiler oluşturur. Hepimizin unutamadığı filmler mutlaka vardır. Şiir dilindeki imgeler ve imajlar gibi insanı çarpan bir dille seyirciyi 3 boyutlu etkiler. Renk ve film müziği de çabasıdır bu dilin.
Hülâsa bu dil belağâtın bütün dallarını kendi öz lisanıyla kullanır ve vereceği mesajı diğer sanatlardan daha kısa yolla ifade eder. Sinema sektörünün ihmali diğer alanlardaki ihmale de benzemez. Günümüzdeki baskın kültürün ve yabancılaşmanın veya dejenerasyonun temellerinde bu alandaki ihmallerimiz ve saldırılara karşı koyacak kaliteli eserlerimizin bulunmayışı yatmaktadır. Unutmayalım sinema sadece sinema değildir.
NOT: 21 Ağustos doğum günüm vesilesiyle iyi dileklerini ve dualarını yollayan tüm canlara selam olsun. Bilmukabele hepimize hayırlı uzun ömürler dilerim.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.