Zafer AKGÜL
Yurtta Peace Cihanda Peace
Suudi Arabistan Devletinin iki büyük futbol kulübü Çölaslanı takımı ile Menarbahçe takımı ülkelerinin Osmanlı hakimiyetinden kurtuluşlarının 90. yılında süper lig şampiyonluk kupası müsabaka maçının Suudi Arabistan’da değil de Türkiye’de oynanması için Suudi Arabistan Futbol Federasyonuna başvurdu. Maçın başkent Ankara’da oynanması halinde Türk hükümeti tarafından 4,5 milyon dolar ödeneceği bunun yüzde 60’nın kupa şampiyonu olacak takıma yüzde 40’nın ise ikinci olacak takıma verileceği belirtildi. Bu paranın 1.5 milyon doları peşin peşin hesaplara yatırılacaktı bile. İyi bir paraydı çünkü bir önceki senenin kupa finalini oynayan diğer takımlar 300 bin Suudi Arabistan riyali elde edebilmişlerdi
Aslında işi başlatan Menarbahçe Spor Kulübü başkanı Vahhabîzâdelerden Ali Guçî’ydi. Türkiye’de oynandığı takdirde elde edilecek gelir böyle milyon dolarları bulunca Ali Guçî’nin ağzının suyunu aktı. 4,5 milyon Dollerr az buz değildi.
S.Arabistan kamuoyu buna bir anlam veremediği halde ve Arabista medyası da “Türkiye ne alaka?” diyerek itiraz etmiş, S. Arabistan Futbol Federasyonu başkanı Muhammed el-Dahhak el Hamız-ı Kebir tereddütte kalmıştı. Başka bir ülkede karşılaşma yapmak kolay izah edilecek şey değildi. Ama Menarbahçe Başkanı Ali Guçînin sosyal ve siyasal gücünü ve devletin kurucusu, büyük kurtarıcı El-Cedd-ül Arabiyyet-üs Suudiyye Halaskar-ı bil-Külliyye Eş-Şeyh Kefal hazretlerinin hanedanına yakınlığını bildiği için makamına kaza bela gelmesin diye dilekçeyi kabul etti. Çölaslanı spor kulübü başkanı muhterem el-Darsun Azbekî’yi ikna etmek de zor olmadı.
El-hamız-ı kebir, iki köklü kulübün arasındaki ezelî rekabet damarına basarak Ed-Darsun el-Azbekî’ye “Menarbahçe yönetimi tarafından kupa maçının S.Arabistan’da oynanırsa maçın VAR hakemliği dahil hakemlerin katakullisiyle Çölaslanı lehine sonuçlanıp kupayı müzesine götüreceği dedikodularının yapıldığını” söyledi. EL-Azbekî tehevvüre gelerek “Biz bu Menarbahçe’yi değil Türkiye’de veya Fizanda, hattâ vü hattâ Papua Yeni Gine’de, Patagonya’da bile ala küllihal yeneriz” diyerek Ankara’da kupa maçı oynanmasına rıza göstererek adeta meydan okudu. Olay tamamdı.
Hemen Türkiye devletiyle temasa geçildi, teklif verildi. Türkiye yetkilileri S.Arabistan ile olumlu diplomatik yakınlaşma ve ikili ilişkilerdeki ortaklılıkların daha da ileri boyuta ulaşması için memnuniyetle kabul ettiler. TFF ile protokoller yapıldı ve anlaşmalar imzalandı. El-Dahhak el-Hamiz-ül kebir iki ülke arasındaki bütün işlemleri takip ederek maç tarihi belirlendi. TFF, dünyanın her ülkesini ve her futbol kulübünü bağlayan maçın oynama kurallarını, UEFA ve FIFA’nın genel şartlarını göz önünde tutarak bir uygulama takvimi ve sözleşme akdini bildirdi. Zaten S.Arabistan da bunu biliyordu.
Protokole ek olarak iki takımın maçı başlarken S.Arabistan’ın Milli Marşı çalınacaktı. Tribünlerdeki seyircilerin hangi pankart ve dövizleri açacağı da belirtilerek mutabık kalındı. Buna göre iki rakip takımın taraftarları kocaman bir dövize S.Arabistan’ın kurulmasında büyük rol oynamış Lawrens’in ve Büyük Kurucu ve Kurtarıcı El-Cedd’ül Arabiyyet üs-Suudiyye bil-Külliye eş-Şeyh Kefal hazretlerinin devasâ resimleri tribünlerde sergileyeceklerdi. TFF “Eh! Arapların tarihî şahsiyetine olan sevgilerine karşı saygı duymak lazım. Sıkıntı değil” diyerek uygun gördüler. “En büyük 7 yıldızlı (o neyse) Menarbahçe!” “En büyük Elif Bom Bom” gibi pankartları zaten hiçbir şey demeden kabul ettiler. Fakat Menarbahçe başkanı bunlarla yetinmedi S.Arabistan Kraliyet ailesine daha şirin görünme taktiği ile Şeyh Kefal hazretlerinin kale arkasını kapatacak kadar büyük, başında kefiye, sağ kolu havada, işaret parmağı semayı gösteren bir resminin daha asılmasını istediler. Tribünlerde seyirciden çok resimler olacaktı Projeksiyonlar maç boyunca bu resme ışık verecekti. TFF bu teklife de “eyvallah” dedi.
Tabii maç tarihi gelene kadarki süreçte Arabistan’daki kraldan fazla kralcılar ve medya organları durup durup maraza çıkardılar. “Ülkemizi yüzyıllardır sömüren bu vahşi Türklerin ülkesinde ne işimiz var? Onlar bize neler yaptı neler! Şanlı devletimizin onların hakimiyetinden kurtuluşunun 90. yılı neden ülkemizin herhangi bir stadyumunda yapılmıyor da Türklerin başkenti Ankara’da yapılıyor. Bu bizim için züldür. Yüce ve asil Arap milletinin kahraman evlatları neden kültürü bize yabancı, şeriat donu bile giyemeyen, faşist bir ülkede maç yapsın ve laik bir liderinin elinden kupayı alsın” gibilerden ikide bir tartışmalar, atışmalar gırla gidiyordu.
S.Arabistan Futbol Federasyonu başkanı, tepkilere karşı sabah akşam Lahavle çekip duruyordu. Maç gününe kadar kazasız belasız durumu idare edebilirse kralın babasının mezarında saygı duruşu yapıp 3 kulhü 7 elham okuyacaktı.
Günler geçmiş, maç saati yaklaşmış, Ankara’daki büyük stadyumda S.Arabistan TV kanallarının spor spikerleri tam tertibatla yerlerini almıştı. Ortalığı kızıştıracak, seyircileri coşturacak, tribünleri şaha kaldıracak seri ve uzun sunuş konuşmalarına başlamışlardı. “Yehricune laibun.- ehaze el-kürrete - e’ta el kürrete. Yehrucu farikun ilel mel’abegahi. Fefirruuu ilel mermâ…” Oyuncular çıkıyor, topu aldı, topu verdi, iki takım da sahaya çıktı, kaleye koşuyorlar vb.” şeklindeki pozisyonları anlatmak için sabırsızlanıyorlardı.
Fakat maça saatler kala Menarbahçe futbol kulübü başkanı antrenmana Arabistan’ın tarihî büyüklerinden Şerif Hüseyin’in resimleri basılı üniforma ile çıkmalarını istediğini söyledi. TFF yetkilileri, UEFA kurallarına aykırı olan bu teklifi reddettiler. Ayrıca Türklerin tarihinde kötü, hain, Türkleri sırtından bıçaklayan bir şahsiyet olarak bilindiğinden portresi, kamuoyu nezdinde tepki görecekti. Vahhabîzâde Ali Guçî’nin ayranı kabardı. Kraliyete sadakatini gösterme fırsatı bulmuştu. Maça saatler kala içindeki babadan oğula geçen Osmanlı kiniyle midir nedir daha sivri bir teklif icad etti. Emir verir gibi Lawrens’ın “Ne Mutlu ona ki-ellezi- Arabım diyene” özdeyişini 30 kişinin taşıyacağı kadar büyük dövizlerle tribüne asılmasını istedi. Türk yetkililer “UEFA ve FİFA ceza yazar, yönetmeliğe aykırı” demeye kalmadan ikinci bir afiş daha asılmasını istedi. “Eyy Arabın oğlu sen ne bahtiyarsın ki Acemoğlu değilsin!” vecizesinin de eklenmesini isteyip adeta işin cılkını çıkardı. TFF yetkilileri önceden hazırlanmış ama sonradan akla gelmiş gibi gösterilen bu talebe haliyle yine karşı çıktılar. Üstelik Lawrens da Türkiye’nin atasına suikast tertip ettiği söylenen biriydi. Türklerin indinde imajı bozuktu bu herifin.
Maç saati gelip çatana kadar, çatıp da patlayana kadar ve patladıktan sonra maça çıkarılmadılar oyuncular. Başkanlardan özellikle Ali Guçî, hamaset ile siyaseti birlikte götürmeyi aklına koymuştu. Uzun telefon ve iletişimler sonunda maç iptal, bir o kadar emek ve masraf hebaen mansura olmuştu. Teknik heyet ve takımlar takım taklavat, malzeme-zerzevat ilk uçakla S.Arabistan’a indiklerinde hava alanı ana-baba gününe dönmüştü.
Oyuncular çalınan deflerle millî “Kılıç Dansı” eşliğinde karşılandılar. Kalabalık güruh “Yaşasın Kral!!.. En büyük kral. Başka kral lââ..!” diye tempo tutturdular. Taraftarların kral çıplak diyecek halleri yoktu ya, cesaret isterdi böyle demek. Ali Guçi “Kral olmadan asla. La fayda la fayda. Lâ halas” diye bağırıp krala sadakatini göstermesi ve dahi Riyad yönetiminden ihaleler koparması, vergi indirimleri kotarması işten bile değil artık, rivayetleri S.Arabistan iş dünyasında konuşulur olmuştu.
İki devletin de idarecileri düzelen ilişkileri bozmak isteyen, karşılıklı ihracat ve ithalat anlaşmalarına çomak sokmaya çalışan mihraklar kimler acaba, diye siyasi analiz yapadursunlar. Theodor Herzelerin kalıntıları, Mıgirdiç Uyanıkyan’ın uyanıkları, Gregor Çokkazanakisler’in tohumları, Utanyahular’ın yandaşları tertiplenen kupa oyunlarına (!) sinsi sinsi gülüyorlardı. Öyle ya futbol sadece futbol değildi ki…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.