İmana Kurulan Sinsi Tuzak: Sekülerleşme

1950-60’larda tarihçilerin ve sosyal bilimcilerin teorisine göre, “modernleşme süreçlerine bağlı olarak din, hem toplumsal seviyede ve hem de bireyin zihninde/bilincinde gerileyecektir. Ne kadar çok modernleşme yaşanırsa, sekülerleşmenin hızı da ona göre artış kaydedecektir.”

-Burada sözü edilen sekülerleşmeden ne anlaşılmalıdır?

Secular sözcüğü Latincede "soeculum" sözcüğünden gelir. Bu terimin, zaman ve mekân çağrışımlarını birlikte veren bir anlamlar dünyası vardır. “Zaman”, dönem, onun şimdi oluşunu, hazır oluşunu; “mekân” ise, dünyada ve dünyevî oluşunu gösterir. Dolayısıyla soeculum, bu çağ ve şimdiki zaman anlamına olup, ilâhî zamana değil, dünyevî zamana tekabül eder. İnsan aklının, dinî ve metafizik her türlü bağdan kurtarılmasını ifade eden sekülerleşme, zaman içerisinde, gitgide, seküler zihnin ürettiği bilgi, eylemsel planda sosyal hayatın bütün alanlarına intikal ettirilir. Böylece kamusal hayattan dışlanan din, bir vicdan meselesi haline getirilir.

-Sekülerleşmenin Müslümanlara zararı nedir?

Sekülerleşme, ontolojik anlamda ebediliği “şimdi”de aramanın adıdır. Hiç kuşkusuz her insanda ebedîlik (huld) düşüncesi vardır. Kendisinde yeterli düzeyde “takvâ” gelişmemiş insanlar, Kur’an’ın “aldatıcı zevk ve geçinme” diye tanımladığı dünyânın câzibesine tutularak “ebedî”liği bu dünyâda aramaya kalkabilir. İşte Kur’an, Allah’tan kopuşu engellemek için, sürekli aşkınlık, yücelik ve “öte” fikrini insanda canlı tutmak adına Allah’a karşı sorumluluk bilinci anlamı taşıyan “takvâ” kelimesini öne çıkarır. Takvâ, insanın ahlâki alanda bozulmaya karşı kendini korumasına ve şahsiyet açısından çözülüp dağılmaktan korunmaya yardımcı olan ve özünde erdemli nitelikler taşıyan bir ahlak kavramıdır.

-Dünya hayatının kaç yönü vardır? Hangi yönde bir hayat sürersek sekülerleşiriz?

Dünyanın üç yönü vardır:

Birinci yönü, Allah’ın isim ve sıfatlarının bir aynası olarak, onun mesajlarını aktaran bir mektup hükmündedir.

İkinci yönü, hadiste belirtildiği gibi, ahiretin bir tarlası olmasıdır. (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, 1/1320)

Üçüncüsü, Allah’ı ve ahireti unutturan yönüdür. Hz. Ali’nin ifadesinde kötülenen ve ahiretin bir kuması olarak tasvir edilen dünya, ahirete mâni olan, ahiret hayatı için hazırlık yapmamıza engel teşkil eden, Allah’a giden yolu tıkayan dünyadır ki; seküler hayat bu kapsamdadır.

-Said Nursi’ye göre insanlar dünyevileşme tuzağına nasıl düşer?

Said Nursi’nin ifadesiyle, her türlü ahlaki değerden kayıtsız yaşayan insan, aşırı tamah sonucu, anlık doyumlara dayalı yaşam biçimini seçmek suretiyle dünyevileşir. Artık o yeni bir kimlikle tanınır: “Ehl-i dünya.” Gerek bireysel ve gerekse sosyal hayatta nefsi olabildiğince kışkırtma üzerine dayalı sefihane bu hayat, maalesef insanın ulvi latifeleri ve aklını nefsi emmarenin tutsağı haline getirmiştir. Bunun sonucu olarak insanın dinle ilgili duyarlılığı ve hassasiyeti olabildiğine zayıfladığı için insafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet gibi Kur’ân tarafından şiddetli bir surette yasaklanmış olan rezaletler ortaya çıkmıştır.

-Kur’an’a göre gerçek hayat nedir?

Kur’an’a göre gerçek hayat, nihâi hakikatin kendisidir. Bu hayat, dünyâda anlamlandırılacaktır. Böyle bir varlık alanı, aşkın varlıkla bağlantılıdır. Sorun, “el-hayâtü’d-dünyâ”yı reddetmek değil, belki, din-dışılığı kutsadığı ve gönüllerde egemenlik yarışına giren, aşırı “hubbu’d-dünyâ/dünyâ sevgisi” tutkusunu aşmaktır. Kur’an’da dünyâ hayatı ve metâının yerilmesi, onun, amacı dışında kullanılmasından dolayıdır. Yoksa dünyâ metâının hakkı veriliyorsa, bu övülmektedir.

Risale-i Nur Külliyatındaki dersler kişinin imanını sekülerleşme tehlikesinden nasıl korumaktadır?

Kişi, Risalelerde İlahî isimlerin tezahürlerini tefekkür ettikçe onların sınırsızlığını, kendi sınırlılığını hisseder ve kendi acz ve zaafını anlar. Bu anlayış onu kendini dünyanın merkezine yerleştirip başkaları üzerinde baskı ve egemenlik kurma hastalığından alıkoyar. Böylece sadist ve narsist duygularını törpüleyerek onu insanileştirir.

Böylece İlahi hikmet ve adaletle buluşan kişi ne kibirli ve narsist; ne de anlamsız ve içeriksiz bir kişilik olmaktan çıkar, kendisinin değerini fark eden, ama kendi değerinin Allah’tan geldiğini bilen ve başkalarına karşı saygılı, mütevazi, toleranslı biri olur. Bu tip kişiliğe ‘gelişmiş dengeli kişilik’ adını verebiliriz.

Sonuç olarak İlahî isimlerle buluşan ve onların içeriğini anlayan kişi kıyas yoluyla kendi sınırını bilir ve gelişmiş dengeli bir kişiliğe sahip olur. Aydınlanmış-seküler bireyin patolojik hastalıklarından mümkün olduğunca kendini uzak tutar. Ne sadece hayvansal kaba duygularının aşırı egemenliği altına girerek hazlarının kölesi olur; ne de kendi egosunu koruma bahanesiyle ‘öteki’ni imha etmeye kalkar.

**Bu yazının hazırlanmasında büyük ölçüde Ramazan Altıntaş’a ait “Said Nursi’ye Göre Dünyevileşme” ve Prof. Dr. Bünyamin Duran’a ait “Aydınlanma-Sekülerleşmede Adorno- Bediüzzaman Diyalogu” isimli makalelerden faydalanılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum