Zor anlaşılan bir hadis-i şerifi âlimler ve Bediüzzaman işte böyle açıklıyor

Zor anlaşılan bir hadis-i şerifi âlimler ve Bediüzzaman işte böyle açıklıyor

Aklına sığıştıramayanlar bu ve bunun gibi hadisleri inkâra kapı açarlarsa, bu daha tehlikeli bir noktaya gider

İİKV’nin Sünnetle Yaşamak seminerinde bu hafta, İslâm ulemasının hadislere nasıl bir teslimiyetle sahip çıktıkları gözler önüne serildi.

Seminerin konuğu Balıkesir Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Yunus Emre Gördük, İİKV yayınlarından Katre dergisinin Hadis özel sayısında yer alan “Hz. Mûsâ ve Ölüm Meleği ile İlgili Rivayet Çerçevesinde İslâm Âlimlerinin Sahih Hadislere Yaklaşım Tarzına Dair Bir İnceleme” başlıklı makalesini seminer formunda sundu.

Yunus Emre Gördük makalesinde, Hz. Mûsâ’nın, ruhunu kabzetmeye gelen melekü’l-mevte tokat atıp gözünü çıkardığını anlatan “ق” (müttefekun aleyh) rumuzuyla yani Şeyheyn (Buharî ve Müslim) ittifakıyla gelen hadis-i şerifi, farklı asırlarda yaşayan on iki farklı âlimin nasıl tevil ettiğini incelemişti.

“Çoğumuzun hayatında bir defa bile okumadığı, Risale-i Nur mensuplarının da Bediüzzaman’ın bahsetmesiyle, ona sorulan soru üzerine haberdar olduğu bu hadisin asırlar boyu Kur’ân ve hadislere dayandırılarak tevilleri yapılmış ve cevapları verilmiştir” şeklinde konuşan Gördük “İşte bunun için bizim on dört asırlık geleneğimiz, hesabı sorulmuş ve hesabı verilmiş yani muhasebesi yapılmış bir gelenektir. Kur’ân-ı Kerîm dün nazil olmadı!” dedi.

Kur’ân Müslümanlığı adı altında hadislerleri devre dışı bırakmaya çalışanlara da değinen Yunus Emre Gördük “Bu yaklaşımı dâvâ edenler, kendilerini adeta peygamber yerine koymaya çalışıyorlar. Hadis, sünnet diye bir şey yok, Kur’ân yeter; peki, Kur’ân yeterse sen niye bu kadar konuşuyorsun?” dedi.

İlgili hadisin “Allah bir nebinin ruhunu kabzetmeden önce onu muhayyer bırakır” mealindeki hadis ile birbirleri teyit ettiklerini söyleyen Gördük, “Esasen bu, yani peygamberlerin muhayyer bırakılması, onların hâiz oldukları makama bir tâzimdir bir ikramdır, onların yüceliğini ifade etmektir. Zaten hiçbiri muhayyer bırakıldıktan sonra huzur-u İlâhîye gitmekten imtina etmemiştir” dedi.

Gördük, İslâm ilim geleneğinin ne kadar sağlam temeller üzerinde oturduğunu anlatırken, yüz binlerce hadisi râvileri ile birlikte ezberine alan, hadis ilminin piri hükmünde hadis hafızı âlimlerimiz olduğunu anlatarak şöyle devam etti:

“Şimdikilerin komikliğini düşünün! Kur’ân’ı baştan sona okumamış, okumuşsa da anlamamış, zaten tercümesinden okumuş Arapçasından okusa anlamaz, kalkıp 500 bin hadisi ezberleyen ve onların arasından süze süze, beş bin, altı bin tanesini kendi eserinde nakleden İmam Buharî’yi, İmam Müslim’i eleştiriyor! Herşeyde ‘bence’ diyene şu soruyu sormak lazım: Sen kimsin ki sence?”

Âlimlerin tamamının, bir hadisin Buharî ve Müslim’de yer almasını hüccet saydıklarını, böyle sahih kaynaklarda yer alan sahih bir hadisi inkâr etmenin ancak bid’at veya küfür ehlinin işi olabileceği hususunda birleştiklerini bildiren Gördük şöyle dedi:

“Aklına sığıştıramayanlar bu ve bunun gibi hadisleri inkâra kapı açarlarsa, bu daha tehlikeli bir noktaya gider. Nerden geldi bu hadis? Buharî ve Müslim’den. O zaman Buharî ve Müslim’deki hadislerin tamamını inkâr kapısı açıldı. Bunu inkâr eden öbürünü niye inkâr etmesin? O da bu da aynı kaynaktan geldi.”

Usül açısından önemli olanın teslimiyet olduğunu vurgulayan Gördük “Madem Buharî ve Müslim’de gelmiş bu hadis, bu hadise teslim olurum, onu inkâr değil onun tevilini yaparım” diyerek devam etti. “Kur’ân-ı Kerîm’in bizzat kendisi de rivayettir” diyen Gördük “Peki biz Sahabe-i Kirama güvenemezsek o zaman bunun ucu hadisleri inkârdan sonra nereye gidecek?” diye sordu.

Gördük, Bediüzzaman’ın kendisine söz konusu hadis hakkında sorulan soruya cevap verirken, satır aralarında enfes bir hadis ve münâzara usûlü de ortaya koyduğunu bildirerek, “Bu tür hadislere sadece lâfzî anlamı ile bırakılırsa bu ehl-i dalâletin inkârına kapı açar. Onun için bunların tevilini yapmak lâzımdır” dediğini aktardı ve bu meselenin çok önemli olduğunun altını çizerek “Biz bu hadisi sadece söyleyip ortada bırakamayız. Ortada bırakırsak bilerek veya bilmeyerek iyi niyetli veya kötü niyetli olarak inkâra kapı açılır, insanlar inkâr eder. Bizim meselemiz insanların inkâr etmesi değil, insanların iman etmesi” dedi.

Ulemânın, asırlar boyunca bu hadisle ilgili gelen sorulara cevap verirken birbirlerini teyit ettiklerini, bazen kendilerinden önce gelen bir âlimin soruya verdiği cevabı yeterli görerek tekrar ettiklerini bildirdi ve şöyle dedi: “Bu da önemli. Geleneğimizde âlimler hemen kendilerinden önce yaşayan âlimlerin esaslı cevapları varsa onları da günümüze taşımışlar. Bazen bu zatların ayrı kitapları yoktur veya bize ulaşamamıştır. O zatların yaptıkları yorumları biz, eserleri bize ulaşan âlimler vasıtasıyla görmüş oluyoruz.”

Açıklamalara konu alan ve Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen hadisin metni şöyle:

Ölüm meleği Hz. Mûsâ ’ya (a.s.) geldi ve ona “Rabbine icabet eyle!” dedi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ ölüm meleğine bir tokat atarak onun gözünü çıkardı. Melek hemen Allah’ın huzuruna geri dönerek “Beni, Sana kul olan ancak ölümü istemeyen bir kimseye gönderdin ve o benim gözümü çıkardı” dedi. Allah gözünü ona iade ettikten sonra “Geri dön ve kuluma ‘Hayat mı istiyorsun? Eğer hayat istiyorsan elini bir öküzün sırtına koy, elin ne kadar kılın üzerini kaplarsa onlar sayısınca yıl daha yaşayacaksın’ de” buyurdu. Haberi alan Hz. Mûsa “Sonra ne olacak?” diye sordu ve melekten “Öleceksin” cevabını aldı. “O halde şimdi, yakınken (öleyim)” dedi ve “Ey Rabbim! Beni Arz-ı Mukaddes’e bir taş atımı kadar yakınlıkta bir yerde öldür” diye nida etti.

Resulullah (s.a.v.): “Eğer ben orada olsaydım, size onun yol tarafında bir kırmızı tepe civarındaki kabrini gösterirdim” buyurmuştur.

Gördük, hadis metnini râvileri ile birlikte verdikten sonra söz konusu hadise dâir sorulan soruları şöyle sıraladı:

Şayet melekü’l-mevt Hz. Mûsâ’nın ruhunu kabzetmekle görevliydiyse neden bunu yapmadı? Melek görevini yapmamış olabilir mi?

Mûsâ aleyhisselâm Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olarak, Allah tarafından gönderilmiş bir meleğe nasıl tokat vurur?

Et kemikten yaratılmayan nuranî bir varlığın gözü nasıl çıkar?

Bir peygamber nasıl melekü’l-mevti tanımaz?

Tanıdı ise bir peygamber nasıl Allah’ın emrini çiğneyerek ona itiraz eder ve tokat vurur?

Sonuç itibariyle bahsi geçen ulema bu sorulara cevaben Kur’ân ve hadislerden deliller getirerek,

• Hz. Mûsâ’nın beşer suretinde gelen ölüm meleğini tanımamış olabileceği,

• Mûsâ aleyhisselâmın ölüm meleğine itirazının, ölmek istememesinden değil, vazifesinden geri kalmak istememesinden olduğu,

• Her peygamberin ruhunun kabzedilmesi zamanı muhayyer bırakıldığını bilen Hz. Mûsâ’nın, ilkin muhayyer bırakılmamasından dolayı gelenin melek olamayacağına kanaat getirerek tepki gösterdiği,

• Bu olayın Hz. Mûsâ, hattâ Hz. Azrail için birer sınav olabileceği, zira Cenâb-ı Hakkın istediği kulunu istediği şekilde sınayabileceği,

• Mûsâ aleyhisselâmın celâdetli fıtratıyla daha önce de benzer bir çıkışı Hz. Harun’a yaptığı, bir nebinin bir melekten daha efdal olması hasebiyle pekâla melekü’l-mevte de yapmış olabileceği,

• Tokadın Hz. Azrail’in gerçek mahiyetindeki melekî gözüne değil, elbise misal giyindiği sûretinin beşerî gözüne isabet ettiği,

• Cenâb-ı Hakkın, Hz. Mûsâ’nın ruhunu kabzetmek istemesi halinde bunu meleğe ilham edeceği, meleğin de bundan haberdar olup vazifesini ifa edeceği,

• Hz. Mûsâ’nın âni ortaya çıkan durumda kendini koruma refleksi göstermiş olabileceği,

• Hz. Mûsâ’nın tokat attığı melekü’l-mevtin Azrail’in bizzat kendisi olmayıp, avenesinden olabileceği,

• Azrail’in her bir insana, her birerlerimize bakan birer yüzü, birer gözü olduğu, Hz. Mûsâ’nın onun gerçek mahiyetine tokat vurmak değil, Hz. Mûsâ’ya bakan yüzüne, Hz. Mûsâ’ya bakan gözüne tokat vurmuş olduğu,

• Rivayet edilen olayın mecaz, hadisin de müteşabih olduğu; dolayısı ile Allah’ın ilmine bırakılması gerektiği şeklinde açıklamalar yapmışlardır.

Yaptıkları teviller incelemeye konu olan âlimler ve vefat yılları şöyle:
İbn Kuteybe (v.276/889)
İbn Fûrek (v. 406/1015)
İbn Battâl (v.449/1057)
İbnü’l-Cevzî (v. 597/1201)
İmam en-Nevevî (V. 676/1277)
İbn Kayyim el-Cevziye (v. 751/1350)
Zeynüddîn el-Irakî (V. 806/1404)
İbn Hacer el-Askalânî (v. 852/1448)
El-Kastalânî (v. 923/1517)
Aliyyü’l-Kari (v. 1014/1607)
Muhammed Enver Şah el-Keşmîrî (v.1933)
Bediüzzaman Said Nursî (v. 1960)

Kaynak: Şeyma Gür-Barla Platformu

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum