Prof. Dr. Abdullah YILMAZ
90'lara Serenat veya Ayakkabı Numarası
Farkında mısınız? Bilmiyorum!
Bu aralar sosyal mecralarda acayip bir 90'lar güzellemesi var. 90'larda şöyle özgürdük, böyle sevinçliydik, keyifliydik... diye!
Bendeniz 49 yaşıma yeni bastım, elliye merdiveni dayadım.
90'ları hem öğrenci olarak hem çalışma hayatında bizzat yaşadım. O yıllara ait anlatacak çok şey var ama hani insanın hayatında dönüm noktası dediği travmatik olaylar olur ya!
Onlardan birini sizlerle paylaşayım da 90'lar ne kadar güzelmiş, siz karar verin! 1995 yılında üniversiteye intisap ettim. Daha iki sene geçmeden 28 Şubat tankları, bütün dindarlar gibi, bizim de üzerimizden geçti.
İdarecilerin bizleri odalarına çağırıp; "Cumhuriyet baloları vereceğiz, eşlerinizle gelmezseniz askeriyede olduğu gibi sizleri meslekten atacağız!" tehditlerini mi dersiniz, lavaboda abdest aldığımızı gördüklerinde tutanak tutmalarını mı dersiniz, sınavlarda başörtülü öğrencilere tutanak tutmadığımız için hakkımızda açılan soruşturmaları mı dersiniz?
Çok hatıra var da anlatılacak, bir tanesini hala düşündükçe yüreğim acıyor:
2001 yılı sonunda doktoramı bitirdim. Devletlüler bana dediler ki; sana kadro yok, 1 yıllık sözleşmeni de süren bitince uzatmayacağız.
Hem gözü karalık hem de cahil cesareti ile rektör yardımcısına gittim: Bana niye kadro vermiyorsunuz? Dedim.
- Sen bizim kriterlerimize uymuyorsun, dedi.
-Hangi kriterlermiş onlar? Bana bir yazılı olarak verseniz de öğrensem! Dediğimde;
-Git onu kriterlerimize uymak için nelerini feda eden, nelerden vazgeçen meslektaşlarına sor! dedi.
-Kastınız eşimin örtüsü ise "kamusal alan"da -o zamanlar çok meşhur bir kavramdı/söylemdi- değil evinde oturuyor, başka ne olabilir? dedim.
Cevap vermedi, mânâlı mânâlı güldü.
-Tamam, bana özel kadro ilanına çıkmıyorsunuz, anladım. Bari açtığınız kadro ilanlarına adayların doktora tezlerini yazmayın, ben de başvurabileyim. Hangimiz iyiysek onu alın! deyince, 20 yıldır hâlâ kulaklarımda çınlayan şu cevabı verdi:
-Başkaları adamın ayakkabı numarasını yazıyor, biz tezinin adını yazmışız çok mu?
Ve ben o gün elim böğrümde geri döndüm. İki ay sonra da 5 yaşındaki oğlum, 9 aylık kızım ve tek suçu başını örtmek olan eşimle işsiz ve aşsız kaldım.
O günlere dair umudumuz bitmiş ama istikbale dair umudumuzu hiç yitirmemiş bir surette babamızın evine döndük.
Bir gün çarşıda avare avare dolaşırken büyük amcamla karşılaştım:
-Oğlum, diyorlar ki devlet seni memuriyetten atmış. Öyle mi?
-Amca dedim, asistanlık sözleşmeli kadrodur, sözleşmem bitti, uzatmadılar.
Birden sinkaflı bir küfür savurarak;
-Kimi kandırıyorsun sen, devlet memuru sözleşmeli mi olurmuş, kim bilir ne halt yedin de seni attılar! dedi.
Düşünsenize; en yakın akrabamıza bile anlatamadığımız bir trajediydi yaşadığımız.
Ahhh! Mine'l Hüzün!!!
Sonrasında ne mi oldu? Onu da başka bir yazıda anlatırım nasipse!
Bugün sosyal hayatta her şey istediğimiz gibi olmayabilir; herkes gibi benim de yeri geldiğinde eleştirdiğim, üzüldüğüm çok eksikler, yanlışlar, hatalar var.
Ama emin olun; 90'lar da öyle zemzemle yıkanmış, sihay beyaz Yeşilçam filmlerinden fırlamış nostaljik, pastoral, epik yıllar değildi. Vesselam!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.