Nihayet DENİZ
Aaaa şeytan gelmiş (!)*
Geçkin yaşına rağmen anlattığı hikayelerle her seferinde bizleri şaşırtmayı başaran ninelerimizin, dedelerimizin hikayeleriyle büyüdük bir çoğumuz. Şaşırmamızın sebebi ne anlattıkları hikayelerdeki olağanüstülük ne de akıcı üslupları !) idi.
Günlük yaşantıdan sıradan hikayeler, ufak ayrıntılardı anlattıkları. Bizi şaşırtan hiçbir ayrıntıyı atlamadan, sırasını bozmadan, en önemlisi zorlanmadan anlatmalarıydı bu hikayeleri. Kısacası bizi şaşırtan büyüklerimizin hafızaları idi.
Çağımız insanının neredeyse en önemli sorunlarının başında unutkanlığın gelmesi bu şaşkınlığı beraberinde getiriyor hiç şüphesiz. Sevdiğimizi iddia ettiğimiz dostumuzun doğum gününü hatırlamakta zorluk çekerken biz, nine ve dedeler torununun torununun torunu olan ufaklığın doğduğu gün lapa lapa kar yağdığını anlatır keyifle. Peki ama bu farka sebep olan ne?
Dilerseniz yemeyip içmeyip namaz kılın, oruç tutun günlerce, uyumayın da dua dua yalvarın geceler boyu. Güneş örtüp aydınlatınca günü meselenin değişecek yönü. İşiniz düşünce çarşı pazara hepsi gidecek boşu boşuna. Gözler birçok haramı görecek. Bir süre sonra o kadar çok görecek ki haramı aldırmayacak gördüklerine. Kalp kararacak yavaştan. Farkına varamayacak karardığının kalbinin insan. Ta ki sorularla karşı karşıya kalıncaya dek. Cevap veremeyince karşısındakine, “aaa biliyordum unuttum” cevabı üşüşünce beynine…
Meselenin bir de Hz. Adem’e dayanan yönü var. Elmanın yasak olduğunu biliyordu. Ağacı her gördüğünde bunu hatırlıyordu elbet: “Yasak.” Öyle bir an geldi ki o da “unuttu.” “İnsan nisyandan gelir” sözü belki de ilk hamlesini yaptı. Sonrasını bol bol unutanlar unutmayanlara (!) anlatsın. Belki haramlar tetikliyor unutkanlığımızı; ancak meselenin temelinde yine şeytanın aldatması var, kandırması insanı. Fıtratta elbette abeslik yoktur; ancak imtihan olunduğu için insanlar bu fıtrat üzerinedirler. Yanılmaya meyillidirler. Şeytan da insanların acizliğini kullanarak haramın cazibesini kullanmıyor mu zaten? Hz. Adem’e de yaptığı bu değil miydi?
Göz haramı göre göre gönüle “doğaldır” emrini veriyor hiç tedirgin olmadan. Göz görüyor, gönül alışıyor. Adını “unutmak” koyduğumuz olay da beynimizin mukavemeti olarak açığa çıkıyor esasında. “Bana yazık değil mi, kainatı anlamak için verilmiş düşünme istidadını neden haramla heba ediyorsunuz”’ların sesi oluyor. Cezalandırıyor hem kendini hem bütün latifeleri. “Gereksiz kullanılan latifeler gerekli anlarda yetişemesin imdada” diye avazı çıktığınca bağırıyor beyni insanın. Hal böyle olunca unutmak kaçınılmaz hazin son oluyor.
Ben istemediğim halde muhatap olmak zorunda kalıyorum diyenler, şeytan işte kandırıyor, çekiyor nefsi istediği yöne diyenler ve bu yüzden kara kara düşün(düklerini unutanlar!)enler: İmanın en zayıf noktası olsa da çözüm; kalpten buğz etmektir. Dilsiz, elsiz kör olmaktır harama. Ve eli maşalı olmaktır her seferinde şeytana.
Bizi yaratılan diğer varlıklardan farklı kılan düşünme yeteneğimizi O’nu anlamak yönünde harcarsak göreceğiz ki ziyadeleşiyor aklımız. O’nun kelamı Kuran-ı Kerim ile egzersiz yaptırdıkça beynimize ne yorgunluk ne unutkanlık kalacak. Hepsi bir bir terk edecek bizi düşman gibi. Dua ederek zırhımızı giyersek şeytana karşı aklımızı bulandırmak için geldiğinde şeytan, unutup peşinden giden biz olmayacağız. Unutmamayı ilk böyle öğreneceğiz belki de. Güçlü hissettiğimizde kendimizi “gelen şeytan olsun fark eder mi” diyeceğiz Kur’an’dan, duadan ve bizi Yaratandan aldığımız sonsuz güven ve güçle. Hoş geldin şeytan, kalıcı değilsin anlaşılan!
*“Harama nazar (bakış, bakma) nisyan (unutkanlık) verir.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.