Abdulkadir ÇELEBİOĞLU
Risale-i Nur Tarihinde Sarıklı Gençler-1
Risale-i Nur tarihi boyunca farklı kişiler ve kesimler tarafından çokça sarf-ı kelâm edilen bir mesele vardır ki, bu da "sarıklı genç" meselesidir.
Evvelâ Mektubat eserinde geçen alâkalı yeri okuyalım;
"Sarıklı küçük genç bir zât ise; Hulusî'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi, nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir. Bazılarını zannederim, fakat kat'î hükmedemem. O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır. Sâir noktaları sen benim bedelime tabir et." (Mektubat, s. 350)
"Sarıklı genç" meselesi ile alâkalı yazılan ve neșredilen yazılara bakınca belli başlı bazı kesimleri görmekteyiz. Öncelikle bu kesimlere değinip ardından "sarıklı genç" meselesini nasıl anlamalıyız meselesini izah edip daha sonra da "Risale-i Nur Tarihinde Sarıklı Gençler" mânâsına muvafık olanları ele alacağız inşâallah. Bu sûrette mesele daha rahat bir şekilde anlaşılacaktır. Aklî ve naklî deliller ile birlikte mesele vuzûha kavuşunca, insanlara bir şeyi dikte etmeyi değil kendimiz düşünerek kavramaya gayret edeceğiz.
Sarıklı genç hakkında yorum yapan belli başlı 5 kesimi vardır. Şöyle ki;
1- Bir kısım insanlar, sarıklı genç meselesi hakkında "Sarıklı genç, şahıs değil șahs-ı manevîdir" derler. Bu şekilde düşünenlerin iyi niyetlerinden zerre şüphemiz yoktur. Bu kimseler zaten şöyle derler: "...rüyadaki ‘sarıklı genç’ hakkındaki uyarlamalar da bir şahıs beklentisi vardır, halbuki Nur'un mesleğindeki ‘şahs-ı manevî’ mânâsı itibarıyla böyle bir şey denk düşmüyor..." Anlaşıldığı üzere Risale-i Nur’un mesleğinin şahıs merkezli bir hizmet değil de kitap merkezli bir hizmet olduğuna vurgu yapmak için "İnsanlar şahıs beklemesin, 'sarıklı genç' şahıs değil șahs-ı manevîdir. Mesleğimizde şahıs merkezli olmak yoktur" demektedirler.
Şahıs değil de șahs-ı manevî olması gereklidir diyenler “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (Kastamonu Lahikası, s. 6) ve benzeri ifadeleri delil getirerek, nazarların şahıslara değil șahs-ı manevîye dönmesi gerektiğine vurgu yapmaktadırlar. Bu niyet ile dediklerinin hakikat payı elbette vardır.
Lâkin hakikat payının yanında sarıklı genç için "öteden beri anlatılagelen 'şahs-ı manevî' yorumu hiçbir zaman zihnime ve aklıma oturmadı" cümlelerini sarf edenleri de ortaya çıkarmıştır. Nitekim bu şekilde "zihnen ve aklen" tatmin olmayanlar da haklıdırlar. İfadeleri tek tek ele alacağımız zaman bu yeri açacağız inşaAllah. Bu şekilde düşünenler aynı zamanda "Nur Külliyatı'nda merkezi bir öneme haiz olan 'şahs-ı manevî kavramı kimi zaman açıklanamayan bazı meselelerde bir 'sığınak' veya bir 'bilinmezlik turnusolu' olarak kullanılabilmektedir" demektedirler. Bir de "sarıklı genç" bahsi ne zaman açılsa malûmun ilâmı kabilinden o, zaten şahs-ı manevî diye anlatılarak geçiştirilmeye çalışılması da insanlara itminan vermemektedir.
Sarıklı gencin șahs-ı manevî olduğunu kabul etmeyip itiraz edenleri, "Sarıklı genç, șahıstır." diyenlerin görüşlerini ifade ettikten sonra mukayeseli sûrette yazmak yerinde olacaktır.
2- Bir kısım insanlar da "Sarıklı genç, şahıstır" derler. Ve buna çeşitli deliller de getirirler.
Şahs-ı manevî değil de şahıs olduğuna söyleyenler şunları derler; "Üstâd Bediüzzaman, 'Hulusî'ye omuz omuza verecek belki geçecek birisi' demektedir. Halbuki Hulusî Bey, şahs-ı manevînin dengi değil parçasıdır. Şahs-ı manevî Hulusî Bey'le nasıl 'omuz omuza verecek' ve 'belki de onu geçecek'? Şahıs değil de șahs-ı manevî denilir ise mantık sınırları zorlanır. Sırf iman ve Kur'ân dâvâsını şahsa indirgememe noktasındaki hassasiyetten ötürü şahısları değil de șahs-ı manevîyi nazara vermeleri, cümledeki mânâ ile örtüșmemektedir. Hulusî Bey bir șahıstır ve O'nunla omuz omuza vercek sarıklı genç de bir şahıstır, şahıs olmalıdır."
Diğer bir delilleri ise şudur; "Üstâd Bediüzzaman 'nâşirler ve talebeler içine girmeye namzeddir' diyor. Şahs-ı manevî, talebeler arasına girmeye nasıl namzed (aday) oluyor? Çünkü şahs-ı manevî bu rüyadan önce de vardı."
Şahs-ı manevî diye te'vil edip, tek doğru budur denilmesinin başka mahzurlu bir yanı da şudur; "Mektupta 'Bazılarını zannederim, fakat kat'î hükmedemem.' denilmektedir. Üstâd'ımızın şahs-ı manevîyi zannetmesi ve fakat tam karar verememesi düşünülebilir mi? Eğer bu şahıs denildiği gibi şahıs değil de şahs-ı manevî ise Üstâd'ımız birinci imge olan vâsi meydanlığa direk Âlem-i İslâmiyet, mescide Isparta vilayeti, ufak kürsüye Barla dediği gibi buna da hiç çekinmeden şahs-ı manevî diyebilirdi çünkü ortada buna mâni hiçbir durum yoktur."
Sarıklı genç hakkında şahıs olduğu fikrine kuvvet veren diğer bir yer ise şu ifadelerdir; "O genç, kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır." Buradan anlaşıldığı üzere bir şahıs vardır ve o şahıs "kuvve-i velayetle meydana atılacak"tır. Sarıklı gencin şahs-ı manevî olduğunu söyleyenlerin "Buradaki velayet, velayet-i kübradır" demesi yahut șahıstır diyenlerin "Hulusî Bey başta olmak üzere bütün Nur Talebeleri zaten velayet-i kübraya mazhardır. Anlaşılan burada özel bir durum söz konusudur." demeleri de yorumlar içinde değerlendirilir.
Metinde sarîhan anlaşılan odur ki sarıklı genç "kuvve-i velayetle meydana atılacak bir zâttır." Hangi velayet olduğu ifade edilmemiştir. Lakin Üstâd Bediüzzaman’ın sarıklı genci tarif ederken “kuvve-i velayetle meydana atılacak” demesini “velayet-i kübra” olan sahabelerin velayeti tarzında anlayıp aynı zamanda da hâs bir velayetin de bulunacağını anlamak mümkündür. Yani tarikat berzahına uğramadan doğrudan doğruya hakikate ulaştıran ve Risale-i Nur’un iman hakikatlerinin kazandırdığı velayet mesleği ile birlikte hususî bir velayet sahibi de olabilir. Üstâd Bediüzzaman, âhir zamanın en dehşetli zamanında ve en gerekli nazik bir vakitte velayet-i kübradan kaynaklanan tahkikî imanı taşıyan talebelerini birer kutub gibi görmüştür. Ve şu ifadeleri kullanmıştır; "...o iman-ı tahkikîyi taşıyan hâlis ve sadık şakirdleri dahi, bulundukları kasaba ve karye ve şehirlerde -hizmet-i imaniye itibariyle- âdeta birer gizli kutub gibi, mü'minlerin manevî birer nokta-i istinadı olarak, bilinmedikleri ve görünmedikleri ve görüşülmedikleri halde, kuvve-i maneviye-i itikadları cesur birer zabit gibi; kuvve-i maneviyeyi, ehl-i imanın kalblerine verip, mü'minlere manen mukavemet ve cesaret veriyorlar." (Mektubat, s. 466 - 467)
Mesnevî-i Nuriye eserinde geçen "Tevfik-i İlâhî refîki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarîkati, tarîkatsiz feyiz sûretiyle gördüm ve bir parça aldım." (Mesnevî-i Nuriye, s. 212) ifadesi, rüyada geçen ‘sarıklı genç’ için zikredilen ‘kuvve-i velâyetle meydana atılacak bir zât’ ifadesine baktığı da söylenebilir.
Bu 2. kısımda yer alanlar cümlelere göre şahıs olması gerektiği kanaatindedirler. Burada ele aldığımız insanlar ne vazife yapacağı hakkında pek de ayrıntı verememektedirler ki, zaten sarîh olarak beyan edilmediği için ne olacağını tam bilememekteyiz.
(Devam Edecek)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.