Funda DEMİRER
Acz yolunda kul olmak
Rivayet edilir ki; Büyük İskender bir adayı fetheder. Adım attığı yerlere haşmet ve haşyet salan İskender’in topraklarını ele geçirmesi adadakileri pek ilgilendirmez. Günlerini balıkçılık yaparak geçiren halk, hayatlarına eskisi gibi devam ederler. Halkın bu ilgisiz tavırları İskender’i rahatsız eder ve bunun nedenini araştırır. Ada halkının yalnızca balıkçılıkla geçindiğini, tek uğraşlarının bu olduğunu öğrenir. Yani günlük işlerine devam ettikleri, rızıklarını topladıkları sürece onlar için kimin başlarında olduğu pek önemli değildir.
Büyük İskender adamlarından derhal adaya yeni yiyecekler getirmesini ister. Böylece alternatif uğraş ve kazançlarla tanışan, ihtiyaçları değişen halkı kendisine boyun eğdirecek ve kolaylıkla idare edebilecektir...
Hikâyenin sonunu bilmesem de dünya(lıkların) dengelerine bakıldığında nasıl neticelendiği çok da sır olmasa gerek. Kesin kaynağını bilmemekle birlikte yıllar önce duyduğum bu hikâye; aczi - fakrı sonsuz olan insanın dünyayı tek hedef seçip, asıl ihtiyaçlarından uzaklaşıp, rahmeti ve kudreti sınırsız olan Yaratıcı yerine, onu sadece oyalayan, kendine tabi etmeye çalışan sözde güçlere nasıl boyun eğdiği/eğdirildiği gerçeğini hatırlatır bana.
Geçmişin birçok rejim ve izm’leri, son dönemlerde de ekonomi üzerinden, özellikle medya-reklam piyasasıyla insanoğlundaki bu zaafı kullanmayı başarabilen bu ‘sözde güç’ler tarih boyunca adı- şekli değişik bir sürü çeşidiyle ama aynı amaç için hep var oldular.
Bir yandan “sen güçlüsün, kendine yetersin, kimseye ihtiyacın yok” aldatmacaları içinde büyüttükleri ben/cil/lik,öte yandan kendilerine bağımlılığı arttıran pek çok yolu; TV programları, alış veriş çılgınlığı, eğitim metodları, kişisel gelişim programları vs. kullanarak asıl yaptıkları insanı Rububiyet-Ubudiyet ilişkisinden uzaklaştırma çabalarıydı.
Bu, insanı insaniyetten sukut çalışmaları öyle sessiz ve derinden işliyor ki; insan, fıtratından uçurumlar mesafesinde uzaklaşıp bir gün dönüp baktığında hayat sadece bugün, yaşadığı o kaos günü olup çıkıveriyor.Geçmiş kayıplarla eleme dönüşmüş, gelecek endişeli bir bekleyiş. Gün kavgalarla, düşmanlarla, bilinmezliklerle dolu…
Tabi, hala o uçurumları fark edebilen bahtiyarlar arasındaysa asırlar evvelinden gelen bir kutlu sesin günümüzde ki yankılarına da kayıtsız kalınamaz. Hz. Bediüzzaman der ki, “İnsan, acz ve fakrını anlamakla, tam Müslüman ve abd olur.” Bu aczi ve fakrı nasıl kullanacağımız da belirtilir bir yerde, “Yanlış anlaşılmasın; acz ve fakr ve kusurunu Cenâb-ı Hakka karşı görmek demektir. Yoksa onları yapmak veya halka göstermek demek değildir.”(1)
Bir olan Yaratıcıya bağlanmayı, emirlerini yerine getirmeyi -kulluğu- kölelik addedip, fani dünyanın fenaya bakan zevkleri uğruna olmazsa olmaz tasavvur ettikleri her şeyin karşısında hem dünyasını hem ahiretini feda etmemeleri için hakikatler açar daha başka bir yerde, hayatı hayat eylemeyi anlatır. Hayat Verenle nasıl hayat bulanacağını; “Hayatımın Hâlıkımabakan fıtrî vazifelerine ve mânevîfaidelerine baktım. Gördüm ki hayatım, hayatın Hâlıkına üç cihetle âyinedarlık ediyor:
Birinci vecih: Hayatım, acz ve zaafıyla ve fakr ve ihtiyacıyla Hâlık-ı hayatın kudret ve kuvvetine ve gınâ ve rahmetine âyinedarlık eder.
Evet, nasıl ki açlık derecesiyle yemeğin lezzet dereceleri ve karanlığın mertebeleriyle ışık mertebeleri ve soğuğun mikyasıyla hararetin mizan dereceleri bilinir; öyle de, hayatımdaki hadsizacz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izale ve hadsiz düşmanlarımı def etmek noktasında Hâlıkımınhadsizkudret ve rahmetini bildim; sual ve dua ve iltica ve tezellül ve ubudiyet vazifesini anladım ve aldım.” (2)
“Cenab-ı Hak, hadsiz kudret ve nihayetsiz rahmetini göstermek için, insanda hadsiz bir acz, nihayetsiz bir fakrderc eylemiştir.”(3) Bu gerçek, bütün masumlarda hassaten yavrularda görülen şefkat tezahürleriyle nasıl da yeryüzünde sergilenmektedir. Ama büyümek kendine yetmek demek değil ki. Mal mülk bir yana, bir sonraki ışığı görmek, bir sonraki soluğu almak, bir sonrakini adımlamak için hala muhtaç değil miyiz? Hep muhtaç olmayacak mıyız?
Bu yazıyı hazırlarken karşılaştığım ayet tamda aradığımdı: “De ki: Suyunuz aniden yerin dibine çekilecek olsa, kim size içilecek bir pınar suyu getirir?”(Mülk S, 30)
Sonra bu ayeti açıklarcasına bir yer daha,“...Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir…”(4)
Kâinattan arza, arzdan şecere-i hilkatin meyvesi insana uzanan bütün o rahmet silsilesini akla/kalbe sığıştırmaya çalışan ezber bozan bir bakışın gölgesinde yeniden, yeni yollar açılıyor dünyalıklar içinden ahiret yurduna.Hikâyede ki Ada halkına yapılan gibi,ahsen-i takvimde kalabilmenin huzuru ve huzur-u ilahide olabilmeyi engellemek için,her gün yeni fırsatlarla yeni oyunlarla aslında bizi muhasara altına aldıkları, önümüze ihtiyaç diye attıkları birçok lüks ile kendilerine boyun eğdirdikleri, türlü gafletle adım adım şirke bulaştırdıkları bu korku labirentinden çıkış yolları…“Ey aziz kardeşlerim! Allah ‘a karşı acizlik ve ihtiyacını hissetme esasına dayanan bu yolda şu dört şey lazımdır; sonsuz acz, sonsuz fakr, sonsuz şevk, sonsuz şükür.” (5)
Yeter ki yola çıkmaya niyet edelim.
Yollar dünyamızın sonuna kadar açık…
DİPNOTLAR:
1-Sözler
2-Şualar
3-4-Lem’alar
5-Mektubat
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.